Kar fena bastırdı. Birkaç gündür yağıyor. Pencereden dışarı her taraf bembeyaz. Serçeler, bizdeki adlarıyla "sıvanduk"lar duvar diplerine, saçakların altına sığınmış; kimi de camın beri tarafından kendilerini izleyen benle konuşmak ister gibi pencerenin kenarına konmuş bakıyor... Bakıyorum sınır taşına, karın içinde kaybolmuş. Burası Hakkari'nin uç bir köşesi.
Odun sobamız yanıyor. Kalın taş duvarlı evimizin en güzel yanı soğuk havada sıcak, sıcak havada serin olması. Elektrik gel-gitli. Yollar kapalı. Roj TV yok. Sular donuk. Hayat da donmuş sanki. Bunaltıcı bir durağanlık. Birbirini izleyeduran fotokopi günler. Çoğu karanlık sıkıcı akşamlar. Mum ışığı, gaz lambası bazen... Stok bittiği için aynı kitap okumaları... Ağa, Şeyh, Devlet de bitti. Para tükendi. Kitap bitti. Hava yok, nefes alamıyorum. Kaçağa mı çıksam?.. Buraları bırakıp gitmek zamanı değil şimdi.
Annem namazını bitirdi; şimdi ellerini açmış dua ediyor: "Ya rab! Sen çocuklarıma uzun ömürler ver!", "Ya rab! Sen bu ateşe bir su dök!", "Ya rab! Elin daima üzerimizde olsun"...
Çaydanlıktaki su kaynadı, taşıyor sobanın üstüne. Soba cızırtısı. Kuş sesleri. Kar yağıyor. Düşlerimin üstü örtülüyor. Hayat ne kadar sıkıcı. Hayat ne kadar acımasız. Okul yok. Kaçağa mı çıksam? Kitap yok. Kaçağa mı çıksam? Işık yok. Kaçağa mı çıksam?.. Elektrik geldi. Oh bee, hayat varmış. Dünya devrine devam ediyormuş.
Ah o da ne? Topraktan kemik fışkırıyor. Diyarbakır'da toprak çıldırmış. Kafatası sayısı 26'ya yükseldi. Annem: "Bizden mi bahsediyor?" Evet annem. "Bizim kemiklerimiz mi?".
Bizim kemiklerimiz. "Şu aşağı dereyi de kazsalar." Ermeni tasarısı onaylanmış. "Üç kişiydiler. Barakanın damına asmışlardı. Üç gün. Yoldan geçenler o yana bakmıyordu."
Dört saatlik heron görüntüsü savcılığa verilmiş. "Ogün komutana dedik, gömelim şunları; ayıptır, günahtır." Anadilde eğitim projemiz yok. "Bir kepçeyle bir kuyu kazıldı. Üçü üstüste atıldı. Şimdi yıkılan barakanın yanında. Üstlerine toprak doldurdular."
Beş KCK sanığı tahliye edilmiş. "Şu dereyi de kazsalar. Bir sel kalksa, kemikleri dereye sürükler, götürür. Yazıktır, günahtır. Bizim kemiklerimiz. Anne-baba yüreği. Şu dereyi de kazsalar." Topraktan kemik fışkırıyor annem. Toprak çıldırmış olmalı annem. "Toprak aldığını unutmaz, misliyle geri verir." Suriye'de olaylar durulmuyor. "Şu dereyi de kazsalar. Yazıktır, günahtır."
Yine gitti. Yine karanlık. Yine sessizlik. Hayat penceden bakmaya benzer. Hayat bembeyaz kar örtüsü. Hayat ölüm sessizliği. Hayat sıcak tandır ekmeği. Hayat tekrar okunan kitap. Hayat kaçak çay. Kaçak?!.. Kaçağa mı çıksam?
Işık yok, su yok, hava yok. Kaçağa mı çıksam?.. O vakit seher ile yel arasında, katır ile eğer arasında, insan ile hava arasında, araç ile kar arasında insansız bağlar kurmasam. Katır ile satır arasında eğer olmasaydı insan. Katır ile satır arasında eğer olmasaydı insaf... Yoo şimdi zamanı değil.
Annem: "Ne istiyorlar çocuktan." Bilmiyorum.
"Niye tutuklamışlar". Bilmiyorum.
Daha geçen sene "Bu üçgenin iç açılarının toplamı kaç?" diye sormuştu. Kaç dedim. Hep aynı dedim, 180.
"Hep aynıysa neden hep aynı soruyu sorarlar? Öyleyse iki üçgen bir daire mi oluyor?"
O halde Ağa-Şeyh-Devlet üçgeni ile Asker-Korucu-Polis üçgeni de bir daire midir?
Bu daireye mahkeme mi diyorlar, cezaevi mi? Bolu-Düzce-Sapanca üçgeni ile Faili-Meçhul-Liste dairesinde nasıl kaybolur bir baba? Hep aynı sorular. Hep aynı cevaplar. Hep aynı üçgenler. Hep aynı açılar. Hep aynı acılar. 360 gün sonra, 360 sayfalık iddianame.
Fotoğraf indirmek, yüklemek, telefon konuşmalarından, işaret yapmak, halaylarla boykot, başı çekmek, sözde propaganda, teşebbüs etmek, cam kırıkları, sözde gençlik yapılanması, parasız yatılı okulda para toplayıp pankart yaptırmak, talimatla eğitimi engellemek, çizgisiz kağıda yazılı halde, sözde KCK sözleşmesi, anayasal düzeni, birlik ve beraberliği havaya uçurmak... "Neymiş suçu?" Bilmiyorum. Çok bilinmeyenli denklemler, üçgenler, daireler...
Ama o daha çok çocuk. Üçgenin iç açılarının toplamı 180 derecedir çocuk. O daha çok çocuk. Hep 180 derecedir çocuk. İddianame daha çocuk. Çocukça. "Neredeymiş? Hücrede. "Hücre?" Bilmiyorum. Hücre, mitoz bölünme, mitokondri. O daha çok çocuk. Hücreyi bilmez. Peki ama şimdi, kim üşüyecek bizim buralarda? Kedileri kim korkutacak? Serçelere yemini kim verecek? Üçgenin iç açılarını kim soracak? Cam kırıklarını can kırıklarından çıkardığımızda geriye ne kalacak?
Geldi geldi, elektrik geldi. Oh bee...
Avrupa'da kutup soğukları, donarak ölenlerin sayısı hızla artıyor. Kurutulmuş domatesli, kurutulmuş patlıcan dolması. Kokusu yeter. Yoğurt. Çok şükür. DTK genel kurulu yapıldı. Hücreden bir mektup. "Sevgili annem, gönderdiğin çorapları aldım." Yün çorap. Elde örülmüş. Nakışlı. Figürlü. Renk renk üçgenler, geyik boynuzları, tavus kuşu... "Sevgili annem, artık ayaklarım hiç üşümüyor."
Cumhurbaşkanı Çankaya Köşkü'nde karda oynarken çektirdiği fotoğraflarını Facebook'a yükledi. "O niye gülüyor?" O mutlu annem.
Yaklaşık yüz bin depremzedenin kaldığı çadırlarda, şimdiye kadar çıkan yangınlarda ölen çocuk sayısı 11'e yükseldi. "Ax ez nemınim bu hewe". (Ah size kurban olayım) Onlar üşüyor annem. "Xwede harikarbit!.." (Allah yardımcıları olsun) Karayılan kapsamlı direniş kararı aldıklarını açıkladı.
Annem akşam namazını bitirdi; şimdi ellerini açmış dua ediyor: "Ya rab! Sen çocuklarıma uzun ömürler ver", "Ya rab! Sen bu ateşe bir su dök!", "Ya rab! Elin daima üzerimizde olsun"... İçerisi karanlık. Dışarda kar yağıyor. Soba yanıyor. Sobanın üstündeki çaydanlık kaynıyor. Kaçak çay. Kaçağa mı çıksam? Ah bir ışık olsa. Daha fazla ışık olsa. Annemle çaylarımızı içiyoruz. Işığı arıyoruz.
Annem kör ışıkta çorap örüyor. En güzel nakışlarını alaca karanlıkta işler. Boğazım bir düğüm. Ama o daha çok çocuk. "Şimdi sen olsan ortalık şenlenecekti / sanki birden bire ışıklar yanacaktı". (Attila İlhan)
Boğazım çok düğüm. Ama o daha çok çocuk. Sus, diyor annem; her kötü içinden iyiyi, her iyi içinden kötüyü doğurur; karanlıktan korkma! (ŞE/HK)