Geçen haftalarda Amed Şehir Tiyatrosu’nun ev sahipliğinde Jülide Kural’ın Rosa Luxemburg’a yeniden hayat verdiği “Ben Rosa Luxemburg” oyunu sahnedeydi. Ben de Rosa Luxemburg’un ölüm yıl dönümünü geride bıraktığımız bu hafta vesilesi ile oyunda gözüme çarpan küçük detaylardan biraz bahsetmek istiyorum. Sanırım önce afişten başlamam gerek; ilk bakışta bana Catherine Deneuve’in kırmızı şemsiyesi ile tek başına yer aldığı Umbrellas of Cherbourg/ Cherbourg Şemsiyeleri* filmi afişlerinden birini anımsatıyor, çağrışım yaptığı müzikal filmden mi, Rosa Luxemburg’un kadın mücadelesindeki tarihsel misyonuna duyduğum ilgiden mi bilmem, büyük bir merakla bekliyorum oyun gününü.
Jülide Kural’ın oyunculuğu ve Rosa’nın yaşamını baştan sona öykülemek üzere kurduğu dramaturjinin muazzam olduğunu baştan dile getirmem gerek. Oyun Rosa’nın çocukluğundan başlayarak kendi biricik yolculuğunda kırılma noktalarını, güçlenme anlarını, rengin düşlerini ve hayal kırıklıklarını; Rosa’nın dostluklarını, aşkını, öfkesini, özlemini, velhasıl kelam ‘Rosa Luxemburg’a dönüşme hikayesini asi bir kadının, hırçın beden anlatısıyla gözler önüne seriyor.
Dekor için kullanılan nesnelerin dahi karakterize olduğu, tek kişilik bir oyundan çok, özellikle bütün parçalarla dev bir kadro ile oynanıyormuş hissi veren bir yapısı vardı performansın. Tarih sahnesinde Lenin’le yaşadığı açmazlarla, Clara ile dostluğuyla ve sol görüşlü erkeklerin dünyasında yıktığı kalıplarla çokça dinlediğimiz, okuduğumuz bir figür olmanın yanı sıra entelektüel bilgi birikimi ve farklı alanlara olan ilgisi, yetenekleri ile çok yönlü biri olarak karşımıza çıkan Rosa aslında bugünün dünyasında büyük hedef sahibi tüm kadınlara öyle çok şey anlatıyor ki… Çok boyutlu hedeflerinizi, çok yönlü yanlarınızı, zihin dağınıklığı ile karıştıran; aynı anda felsefe ve ekonomi politik ile ilgilenmenizi, beş dili birden öğrenmeye çalışmanızı, edebiyata olan merakınızı, hem resim yapıp hem de yemek pişirmek istemenizi küçümseyen belki de ‘bir’den ‘çok’ olduğunuz yanları eleştirenler her daim olacaktır. O anlarda Rosa’ları, Clara’ları hatırlayın, etrafınızdaki had bilmezlere omuzlarınızın üstünden dudak bükerek hak ettikleri gibi bir bakış atın. Ne de olsa Rosa gibi bir aydın dahi döneminin sığ politikacılarına kendini kâh sandalye, masa tepesinde kâh mektupların satır aralarında dinletebilmeyi ancak başarmıştı.
Oyun boyunca çarpıcı ayrıntılardan biri kurguda önemli bir yeri olan ve bana yıllar evvel izlediğim Boğaziçi Üniversitesi Folklor Topluluğu’nun “Barış İçin Yollarda” gösterisini anımsatan bavul metaforuydu. Bir farkla; Rosa’nın bavullarından sık sık kendisini tarih anlatısında gördüğümüz renkli şapkalar çıkarken barış için yollara çıkan gençlerin bavulundan can perdesi, uc uca eklenerek dikilmiş ‘gılavdun’* kumaşından çarşaflar çıkıyordu. Devrimci kadın kültüne dönüşen Rosa’nın tarihsel yolculuğunda başladığı yerden yeniden dirildiği yere bir yankı, bavul.
Dile getirmem gerek ki, normal şartlarda interaktif oyun yapısı ile görüntü kullanılmasını pek sevmem, bana hâlâ yapay bir his veriyor. Jülide’nin anlatısında kullanılan görüntüler sahnelerle bütünleşmeyi başarmıştı hem de daha ilk sahneden uyum yakalanınca daha bir hoş geldi gözüme.
Rosa’nın yaşamında hem aydın, hem siyasetçi, hem kadın, hem sevgili, hem yazar, hem de bütün bunların üstünde bir devrimciyi izliyoruz. Bu özel kadının esaretini, göç hikâyelerini, aşk öyküsünü ve son olarak da hazin 1919’un 15 Ocak’ında hazin sonunu görüyoruz.
Rosa’nın öyküsü kendisini yutmaya yeminli timsahın midesine oturmayı reddeden kadınların öyküsü işte; her anıyla anlatıyor zulmü, kavgayı, her şeye rağmen hayatta kalmayı.(DA/AÖ)
Not: Başta Jülide Kural olmak üzere tüm oyun emekçilerinin yüreğine sağlık. Yalnızca bir izleyici olarak yaptığımız değerlendirmelerde sürçülisan ettiysek affola.
(*) Orijinal adı Les Parapluies de Cherbourg. 1964 Fransız-Alman ortak yapımı müzikal film.
(*) Çiçek desenli pazen kumaşlara Mardin yöresinde verilen genel isim.