Edebiyat tarihinin en zor anlaşılan, üzerine en çok konuşulan, inceleme yazılan destansı romanlardan biridir kuşkusuz Ulysses ve 20. Yüzyılın en büyük edebiyat dahilerinden biridir kuşkusuz James Joyce. Ulysses’la birlikte Finnegan Uynaması, Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portesi gibi hepi topu (!) üç romanı ve Dublinliler isminde bir öykü kitabı olmasına karşın her eserinin yankısı büyüktür. Okunması zor, anlaşılması zor, ulaşılması zor bir yazardır. Kimi onun modern romanın babası olduğunu söyler, kimi daha post modern romanın esamesi bile okunmazken post-modern romanın ilk örneğini verdiğini ileri sürer. Her halükarda Joyce, edebiyat kuramcılarını hala meşgul eden metinleriyle, kullandığı dille ve romanlarında başta Homeros ve Shakespeare olmak üzere klasik dönem edebiyat efsanelerine dair yaptığı göndermelerle sadece kendinden önceki edebiyat kuramlarını yıkmaz, aynı zamanda 20. yüzyılın toplumsal dogmalara da aykırı bir tavır sergiler.
Bir yazar edebiyat tarihine bu kadar mal oldu mu, romanları bir sonraki yüzyıla dahi yetecek kadar nam saldı mı, kaçınılmaz olarak özel hayatı da didik didik kurcalanır, gerçek kişiliği ile edebi kişiliği arasındaki çelişkiler bulunmaya, -varsa- yazarın kirli çamaşırları ortaya çıkarılmaya çalışılır. Nihayetinde Joyce da kaçamaz, ünlü olmanın bu dayanılmaz ağırlığından. Önce sevgilisi, sonra karısı olan Nora Barnacle ile ilişkisi bir hayli konuşulur, bilhassa Joyce’un yazdığı mektuplar mercek altına alınır.
Joyce ve Nora Barnacle 1904 yılının 10 Haziran tarihinde Dublin’de tanışırlar, tanıştıktan altı gün sonra yani 16 Haziran 1904 tarihinde ilk defa buluşup ömür boyu sürecek bir beraberliğe adım atarlar. Bu tarih önemlidir zira Ulysses okurları bilir, roman Leopold Bloom adlı kahramanın bir gün içinde yaşadıklarını ve hatırladıklarını konu alır. Joyce’un Ulysses’te anlatmayı seçtiği gün ise Nora ile beraber geçirdiği ilk gün olan, Joyce hayranları tarafından daha sonraları Bloom’s Day diye anılan 16 Haziran’dır.
Joyce ve Nora Barnacle, tanıştıkları günden itibaren hayatlarını daima beraber geçirmezler. Dönem dönem Joyce iş için Avrupa’nın farklı kentlerinde yaşar. Büyük bir aşkla bağlı olduğu Nora’dan ayrı geçirdiği zaman zarfında ona sürekli olarak mektup yazar. Bu mektuplarda kimi zaman günlük hayatındaki ritüellerini, alışkanlıklarını, başından geçen olayları, yazma serüvenini, kimi zaman da karısına duyduğu aşkını, özlemi, kıskançlığını, kuruntularını, cinsel fantezilerini tüm çıplaklığıyla kaleme alır.
Mektupların bir kısmı, Joyce ve Nora Barnacle öldükten sonra 1950 yılında Joyce’un kardeşi tarafından ilk kez ortaya çıkarılır. Cornell Üniversitesi koleksiyonuna alınır. Joyce’un biyografisini kaleme alan yazar Richard Ellmann mektupların -cinsel içerikli iki tanesi haricindekilerin- yayımlanmasına vesile olur. Daha evvel yayımlanmasına Joyce’un mirasçıları tarafından onay verilmeyen bu iki tanesi, Ellmann’ın çabasıyla 1975 yılında yayımlanır.
Tarihler 2004’ü gösterdiğinde, Joyce’un Nora Barnacle’a yazdığı mektuplardan “müstehcen” olarak tanımlanan bir tanesi daha bir kitabın arasında bulunur ve bir müzayede açık artırıma sunulur. Mektup 240.800 İngiliz sterlinine satılarak “dünyanın en pahalı mektubu” unvanını alır.
Mektuplarının içeriğine dönecek olursak, mektuplarından yola çıkılarak, Joyce’un romanlarında yer verdiği bazı ayrıntıların aslında yazarın hayatından izler taşıdığı da anlaşılır. Keza Ulysses’te, karısını aldatan ama karısının aynı şekilde davranması ihtimali karşısında büyük korku duyan romanın baş kahramanı Leopold Bloom’un karısı Molly ile olan hikayesine, başkalarıyla sık sık cinsel ilişkiye giren Joyce’un Nora Barnacle tarafından ihanete uğrama korkusunun yansıdığı görülür. Nitekim bu tür korkulara yer verdiği, daha sonra kuşkuları için sevgilisinden defalarca özür dilediği 7 Ağustos 1909 tarihli mektupta Joyce, toplumsal dogmalara karşı çıkan aydın tavrını hiçe sayan bir üslupta ve Nora Barnacle’a karşı takındığı tahakkümperver bir tavırla şunları yazar:
“…Aptalmışım. Kendini her verişinde yalnızca benim için olduğunu düşünüyordum ve sen bedenini, benimle bir başkası arasında bölüştürüyordun. Dublin’de başkalarının artıklarını topladığım söylentisi dolaşıyor. Belki de beni oğlumla dolaşırken görenler kıs kıs gülüyorlardır…”*
Joyce’un ilkini, Nora Barnacle’la tanıştıktan beş gün sonra yani 15 Haziran 1904’te Dublin’den, sonuncuyu ise 5 Ocak 1924’te Paris’ten yazdığı tahmin edilen elli iki mektubunun Nilüfer İlkkaya tarafından yapılan çevirisi geçtiğimiz günlerde Alakarga Yayınevi tarafından sansürsüz ve eksiksiz olarak ilk defa Türkçe olarak yayımlandı. Joyce’un edebi üslubuyla bağdaşmayacak denli yalınlıkta mektuplar, “ulaşılması zor” olan bu yazarın iç dünyasına, aşk ve cinsel hayatına ışık tuttuğu gibi, onun aydın olarak toplumsal değerlere karşı tutumunu, yazma alışkanlıklarını, yazdıklarını yayımlatırken çektiği sıkıntıları, geç keşfedilen bir sanatçının önceleri yaşadığı hayal kırıklıklarını da gözler önüne seriyor.
“Seni gerçekten ve derinden seviyorum Nora. Şimdi sana layık olduğumu hissediyorum. Sevgimde, sana ait olmayan zerre kadar yer yok.(…) Her durumda, Nora, seni seviyorum. Sensiz yaşayamam. Benim olan her şeyi, bildiğim ne varsa –en ufak bir kırıntısını bile, hissettiğim ya da hissetmiş olduğum her duyguyu, sevdiğim sevmediğim ne varsa, taşıdığım ya da pişmanlık duyduğum her umudu sana vermek istiyorum. Hayatı seninle yan yana yaşamak, tek bir varlık oluncaya, ölümün bizi ayıracağı ana kadar, gitgide daha çok şey anlatmak istiyorum. Şu anda bunları yazarken bile gözlerimden yaşlar boşanıyor, hıçkırıklar boğazımda düğümleniyor…”* (MK/BK)
*James Joyce, Nora’ya Mektuplar, Alakarga Yayıncılık, İstanbul, 2018