İlk kitabı “İnsancıklar”ı yaşamının en büyük utancı kabul ettiği yoksulluğu yüzünden gözyaşları ile yazan Dostoyevski, son kitabı “Karamazov Kardeşler”i de Tanrı’nın ona çektirdiği azaplar ve ağlayan bir ruh ile yazar.
İnsan ruhunun en büyük anatomisti olan bu adam, eteğindeki tüm taşları, bilmeceleri, karmaşık kişilik analizlerini döker son romanında. Karamazov ailesi üzerinden din, adalet, aşk, suç, ceza, tanrı fikri, ahlak, toplumsallaşma ve daha pek çok konuyu Rus toplumu nezdinde neşter altına alır.
Eserde çizdiği onlarca karakter üzerinden sadece kendi toplumunu değil, evrensel ölçülerde insan ruhunun cennet ve cehennemini de betimler, haritasını çıkarır. Ana karakterlerden olan İvan Karamazov ateist, septik, analitik zekası gelişkin, bireyci ve toplumdan nefret eden biridir.
Rasyonalize etme yönü güçlü olan İvan’ın uykularını kaçıran, onu sürekli düşündüren ve içinden bir türlü çıkamadığı bir problemi vardır. Bu da “Çocuklar”dır. Masumiyetin, güzelliğin ve elbette günahsızlığın simgesi çocuklar! Onları dünyanın yaratılışında, suç – ceza meselesinde ve cennet – cehennem ikileminde nereye koyacağını bilememekte, isyan etmektedir.
Faşizmi arzulayan, kandırılmaya hazır, kendi istekleri ile boyun eğen toplumun bu çocuklara vereceği bir dünya olmadığını ileri sürerek kiliseye saldırır. Kitapta, İvan’ın küçük kardeşi Alyoşa’ya tüm tezlerini sıraladığı paragraf unutulacak cinsten değildir…
Yaklaşık 1,5 ay önce bir arkadaşla İvan’ın çocuk problematiği üzerine küçük bir sohbet içindeyken Aziz heval çıkageldi. Kısmımıza ayak bastı taze tutuklu!
Aziz arkadaş 40 yaşında. 90’larda işkence görmüş, emekçi ve güler yüzlü biri. 6 yıldır evli. Eşi Herdem arkadaş ise devlet dersinde Aziz’den daha tecrübeli, 15 yaşında Muş’ta gözaltına alınır, tutuklanır. 9 yıl kaldıktan sonra Rahşan affı ile çıkar. Çok geçmeden tekrar tutuklanır. Bu sefer “üyelik” suçlaması vardır. Yani af – maf yok sana demeye getirirler. 1 yıl daha yatar ve ara tahliyeden çıkar. Aziz ile Herdem’in tanışmaları da bu zamanlara, 2004’e, denk gelir. Herdem heval aktif çalışmalardadır, geri durmaz. Aziz ise hem hayat şartları, iş koşuşturmaları ile hem legal çalışmalarda bulunur. Herdem’in babası 25 yıldır zindanda. Halen Van’da siyasi tutsak olarak kalıyor A. Halim Kırtay… Herdem ve Aziz yoldaşlar 2010 yılında evlenir…
Birbirini seven iki genç arkadaş için her şey yolunda gibidir. Ta ki 2013 yılına kadar! Beraber pasaport çıkarmaya giderler. Emniyet müdürlüğünde işlem yaparken küçük bir pürüz çıkar. Pasaport yerine Amed zindanı verilir. Bu zengin ikram karşısında yapılacak bir şey yoktur. Aziz eve, Herdem yeniden zindana gönderilir. Çünkü daha önceki davası yıllar sonra onaylanmıştır. “Görüldüğü yerde tutuklanmasına” denilmiştir. Ve maalesef en olmayacak yerde görülmüştür Herdem arkadaş… Onaylanan ceza da 4 yıldır. Herdem için 2017’ye kadar durum netleşirken Aziz Heval için küçük bir sorun vardır: 2 yaşındaki kızları Jinda ile baş başa kalmışlardır…
Jinda, bu dünya tatlısı çocuk, 2011’de doğar. Sütten biraz önce kesilen bu bebeği şimdi nasıl telkin etmek gerek? Bebeklik çağının en komplike, en verimli ve sevimli yaşında “tüm kimyası ile bağlı olduğu bir ruhtan kopmak nasıl bir şeydir bebek için? Piaget’in bilimsel kuramları da burada işlevsizdir… Çözüm vermez!
Aziz arkadaş bir taraftan çalışmak diğer taraftan da Jinda’ya bakmak zorundadır. Mama ile onu besler. Çok geçmeden nine yardıma koşar. Annelik eder çocuğa. Fakat ilk başlarda her şey ters gider, olmuyor; bir eksiklik var.
Jinda E Tipi cezaevine girer. Anne onu yanına almak zorunda kalır. Fakat daha büyük sorunlar başlar: Jinda’nın ruh sağlığı bozuluyor. Ancak 3 gün dayanabiliyor dört duvara. Sürekli ağlamaları huzursuzluklar, gerginlikler…
Artık açık – kapalı görüşlerle idare edecektir Jinda… Gel – git dönemi başlar. Aziz hevale özellikle ilk dönemler ve sonraki dönemlere yansımalarını sorduğumda: “İlk aylardaki açık görüşlerde ‘sen de bizimle gel’ diyordu. Annesi de ‘yazın geleceğim’ diyordu hep. 3 yaz geçti hala yok. Zindan sürecinden kaynaklı görsel dünyasında yarılmalar oluştu.
“Mesela üniformalı birini görse hemen ‘Wê me jî bavêjin hepsê?’ (Bizi de hapse atacaklar mı?) diye soruyor. Aramalarda sürekli tokası alındığı için artık toka takmıyor, nefret eder oldu. Sürekli ‘neden’ diye soruyor. Kabullenemiyor hiçbir şeyi. Her açık görüş sonrası Jinda hastalanıyor, havale geçiriyor. Onu hastaneye götürüyordum. Tabii bu son 3 yıl içinde çocuk olmaktan çıktı. Politikleşti. Bildiğin politik bir bebek artık…” diyor.
Şimdi daha kötü duruma geçelim.
29 Şubat 2016’dan beri artık Aziz de yok Jinda’nın dünyasında. Aziz heval Herdem’in görüşüne gidiyor. Görüşten çıkarken sivil polisler karşılıyor. Savcı – hakim garip sorular sorduktan sonra tutuklama kararı veriliyor. Şu an niye burada olduğunu bilmiyor. Biraz araştırdık, ‘üyelikten’ yargılayacaklar.
Geldiği günden beri aklı Jinda’da… Jinda ise artık iki cezaevinin ziyaretçisi. Onun cezaevinin daha büyük olduğunu söylemeye gerek yok. Herdem arkadaş geçen gün E Tipinden bizim tipsiz D Tipine ilk mektubunu yolladı. Hayat arkadaşı ile bir süre mektuplaşacaklar.
İlk gelen mektubun içinden Jinda’nın bir fotoğrafı çıktı. Heyecandan bayılacak gibi olan Aziz Heval, gözleri dolu dolu duvarın dibine çöktü. Aziz’in tutuklandığını Herdem’e Jinda söylemiş. Gayet sakin ve gayet profesyonel politik bir tutumla “Ezîz jî ket hepsê” (Aziz de hapse girdi.) demiş. Daha sonra annesine şunu sormuş: “Dê min û neno jî bigrin?” (Ben ve nineyi de tutuklayacaklar mı?)
***
Burada duralım…
Çünkü Jinda’ya dair diyecek bir sözüm kalmadı. Her şey boşlukta sallanır vaziyette. Çünkü hisseden, insani yerleri hala canlı olan herkesin canını acıtacak bir sorudur bu. Çünkü tamamen bilinçli ama bir o kadar da bilinç dışı sorduğu bu soruda, sanki genetik olarak aktarılan bir halkın kaderi saklı…
Sormak lazım…
Jinda’nın bu toplumdan, bu devletten beklentisi ne olacak yarın?
Toplum ondan neyi ne hakla isteyecek?
Varlığını, varoluşunu tanımamış onu tamamen dondurmak zorunda kalmış bir bünyeden ne bekleyecek toplum?
Geçenlerde yitirdiğimiz filozof Umberto Eco’nun bir sorusunu da tam hatırlatma zamanı: “Milyonlarca ‘gerçek’ çocuğun açlıktan ölmesi karşısında insanların fazla rahatsız olmaması, ama Anna Karenina’nın ölümü karşısında ıstırap çekmesi ne anlama gelir? Asla var olmadığını bildiğimiz, ‘gerçek olmayan’ bir kişinin kaderini derinden paylaşmamızın anlamı nedir?” diye soruyor.
Dürüst olalım. Jinda’nın şu anki durumu bir dizi olsaydı ona ağlayacak binler vardı. Ama maalesef Jinda ve yaşadıkları ‘gerçek’… Sadece son birkaç ayda Cemile’nin, Baran’ın, Ferhat’ın ve Muhammed bebeğin başlarına gelenler gibi. Sur, Silopi, Nusaybin, Cizre, Gever’in enkazları altında kalan ve hala kalmaya devam eden çocuklar gibi.
Evet, soru çıplak: Bunun anlamı nedir?
En başa İvan Karamazov’un problemini almamın sebebi de bu sorudur. Çünkü o da aynı soruyu soruyor ve acı çekiyor. Bu çocuklara yapılanların anlamı nedir diye soruyor… Cevap bulamıyor! (ÖA/NV)