“Bu filmi kimin için yaptınız?”
Bu soru, geçen Şubat'ta 63. Berlin Film Festivali'nde Reha Erdem'in Jin Filmini izledikten sonra yönetmenle yapılan soru cevap etkinliği sırasında kendisini Kürt olarak tanıtan bir erkeğin sorduğu ilk soruydu. Filmi ilk izlediğimde ben de aynı soruyu kendime sordum. Ama bu, benim aklımda beliren sorulardan yalnızca bir tanesiydi.
Erdem, filminde Jîn adlı bir genç kadını kahraman olarak seçmiş. Şunu belirtmek gerekir: Jîn kelimesi Kürtçede hayat veya kadın anlamına geliyor. İki anlamı birbirinden ayıran ise i harfi üzerindeki inceltme işareti.
Filmin başında 17 yaşındaki Jȋn, gerilla grubunu terk ediyor ve izleyici bu kararın nedeni üzerine sadece tahminlerde bulunabiliyor. Jȋn'in yolculuğu sırasında karşılaştığı insanlarla diyaloglarından, İzmir'deki büyükannesini ziyaret etmek istediğini anlıyoruz. Ancak elinde kimliği olmayan Jȋn'in dağdaki gerilla aktivitelerini saklamak için bunu bir bahane olarak mı anlattığı kesinleşemiyor. Dramaturjik açıdan bakıldığında bu belirsizlik ciddi bir sorun yaratıyor. Çünkü izleyici kahramanın amacını ve gerekçesini tam olarak anlayamıyor, bu sebeple de kendini onunla özdeşleştirmekte zorluk çekiyor.
Jȋn ise dağları bir türlü terk edemiyor. Bunun iki sebebi var. Jȋn'in karşılaştığı ilk engel görünmez bir sınır. Ne zaman kaçmak istese geri gönderiliyor. Jȋn, üzerinde kimliği olmadığı için Türk Askerleri tarafından iki farklı olayda otobüsten indiriliyor. Rutin kontrolleri sırasında askerler otobüse bindiklerinde yolcuları selamlıyor ve gayet kibar bir şekilde yolculardan kimliklerini istiyorlar.
Türk askerlerinin kibar veya tarafsız diyelim, görünümleri bu filmdeki anahtar çelişkilerden biri. Bir başka sahnede genç bir Türk askerinin bir bombalama sırasında yaralandığını ve Jȋn tarafından tedavi edildiğini görüyoruz. Asker Jîn'e “İnşallah bir gün, Çanakkale'de bir çay bahçesinde bir daha karşılaşırız ve bir çay içeriz” dediğinde, sinemadaki bazı seyirciler bu naif ve gerçek dışı sözlere karşı tepkilerini saklayamıyor ve gülüyorlardı.
Jȋn ne zaman dağları arkasında bırakıp kasabaya varsa, ikinci engelle karşılaşıyor: Erkek tacizi. Şunu vurgulamak gerekir ki, Jîn'e uygulanan şiddetin baş aktörleri Kürt erkekleri oluyor, bunu ise şivelerinden anlıyoruz.
Jîn yine bir kimlik kontrolü sırasında terörist faaliyetlerde bulunduğu şüphesiyle tutuklanıyor. Jîn'i sorgulamak için tutulmuş bir Kürt çevirmen, bir başka yaşlı Kürt tutuklunun yanında küçücük bir koğuşta tecavüze yelteniyor. Ne yaşlı adama saygı duyan ne de Türk askerinden korkan bu figürle Türkiye'de pek yaygın olan “vahşi Kürt erkeği” klişesi sunuluyor. Bu sahneden önce, sadece yevmiyeli işçileri sömürmekle kalmayan, aynı zamanda bir akşam Jîn'i evine çağırıp ona tecavüz etmeye çalışan yine bir Kürt erkeği. Nihayetinde Jîn, her iki tecavüz girişiminden de kurtuluyor.
Ancak şunu da unutmamak gerekiyor: Reha Erdem, bu filmde direnişte olan bir genç Kürt kızını kahraman olarak seçerken, onu Türkiye'de bir karakolda bir Kürt erkeği tarafından cinsel tacize maruz kalmış, yine bir başka Kürt erkeği tarafından tacize uğramış bir kadın olarak göstermeyi tercih ediyor.
Reha Erdem 'Jȋn' filminin konusunu seçmekle büyük bir cesaret göstermiştir. Filmin gösteriminden sonra gerçekleşen soru-cevap sürecinde de filminde her iki tarafta bir sürü ölüme yol açmış ve hala da ölümlere sebep olan bir çatışma ile ilgili bir masal anlatmak istediğini de vurguladı. Kazdağları'nın yemyeşil ormanları ve pınarları, Mersin Dağları'nın muazzam görüntüleri ve Jȋn'e yoldaşlık eden hayvanlar bu masala uyan bir görüntü veriyor. Bu hikaye, büyükannesini ziyaret etmek isteyen kırmızı başlıklı kızın hikayesidir. Fakat Reha Erdem'in bize anlattığı masalın mutlu bir sonu yok: Yakın çekimle, bedeni ormanda büyük bir kayanın üzerinde uzanmış, bacakları ve kolları aşağıya sarkmış, gözleri açık olarak buluyoruz Jin'i. Şiddetli bir çatışmadan sonra... Arkasında sıralanmış hayvanlar onun için nöbet tutuyorlar sanki. Siyah taytının dantelinden ayak bileklerine doğru kan akıyor. Ölmüş mü, yaşıyor mu, bilmiyoruz.
Bu sefer Kuzey Koreli bir erkek Reha Erdem'e neden Jȋn'e Türk askerini öldürtmediğini soruyor. Erdem ise yüreğinin böyle bir şeye el vermediğini söyleyerek cevaplıyor bu soruyu. Gönlümden şu geçerdi, Erdem, keşke genç Kürt kızına da aynı derecede acıma duygusu besleseydi. (FBA/HK)