ABD'li Louis Sarno 80'lerde radyoda duymuş olduğu hipnotik bir şarkının kaynağını ararken kendini Afrika'nın yağmur ormanlarında bulmuş.
Bayaka Pigmelerinin polifonik müzik zenginliğinden o kadar etkilenmiş ki onların yanına yerleşip onlardan biri olmayı, evlenip çoluk çocuğa karışmayı tercih etmiş. Sarno Kongo nehrinin yatağında dünyanın en eski toplumlarından avcı ve toplayıcı Bayaka'ların yanında halen bakkal dükkanı işletiyor ama yaşam alanı gün geçtikçe daralan Pigmelere ait, yüzyılların birikimi geleneksel değerlerin kaybolmasından endişeli.
Ödüllü Alman gazeteci ve yazar Michael Obert, Sarno'nun hikayesinden etkilenerek ilk yönetmenlik tecrübesinin ürünü olarak Song From the Forest (Ormanın Şarkısı) belgeselini çekmiş.
26.Uluslararası Belgesel Festivali IDFA'da yarışan 97 dakikalık etkileyici yapımı seyrederken aklıma Jim Jarmush'un Dead Man (Ölü Adam) filmi geldi…
Ormanın Şarkısı
Sarno huzuru ve mutluluğu binbir çeşit hayvan sesinin çınladığı yağmur ormanında bulmuş. Aslında halen geçerli olan hayali bestecilik, fakat kendinde o kapasiteyi görmediği için en azından Bayaka Pigmelerinin müziklerini kaydederek kaybolmakta olan bir hazineyi insanlığa kazandırmayı başarmış.
Oxford'daki Pitt Rivers Müzesine bağışladığı 1000 saatten fazla kayıt çok değerli çünkü envayi çeşit enstrüman çalıp birbirinden ilginç sesler çıkaran Pigmelerin çoğu artık hayatta değil ve gezegenin yaşadığı kıyım yüzünden de gelecekte yağmur ormanlarında yankılanması mümkün görünmüyor.
Sarno'yu zaten düşünceli görürüz çoğunlukla, kendi köklerinde yatan müzikal geleneğin başyapıtlarından William Byrd'ün dört ses için yazılmış ayini melankolik anlarında ona eşlik eder: Batı medeniyetinin nadide örneklerinden biri olarak 16. yüzyıldan kalma Kyrie gezegenin günümüzde geldiği halle adeta çelişmekte, insani değerler bir bir yok edildikçe geriye dönüşü olmayan noktalara sürüklenmekte olduğumuz inkar edilmektedir.
Güney Amerika'da olduğu gibi yağmur ormanlarının sınırları Afrika'da da her geçen gün daralmakta, avlanması yasak hayvanların peşinde Bayaka'ların yaşam alanlarına tecavüz eden çapulcular Pigmelerin ormanla bütünleşmiş hayatta kalma metotlarını uygulanamaz hale getirmektedirler.
New York'a avdet
Bu arada Sarno daha önce söz verdiği gibi 13 yaşına gelen oğlu Samedi'yi memleketi ABD'ye götürmeye karar verir. Annesi Gomá köye sapasağlam dönebilmeleri için tüm yolculuk boyunca evine kapanarak düşünce enerjisiyle onlara destek olacaktır. Fakat Samedi İngilizce bilmediği gibi yaşadıkları Orta Afrika Cumhuriyetinin resmi dili Fransızca'yı bile konuşmamasına rağmen New York'a uyum sağlamakta gecikmez.
Alışık olduğu yemyeşil dokunun yerine taş ve beton gökdelenler yükselmektedir; vaziyet onu fazla etkilemez, arabaların vızır vızır geçtiği gürültülü New York kavşağı manzarası onu adeta büyüler. Aklı fikri yeni oyuncaklarındadır, ayrıca babasını kendisine silah satın alması için ikna etmeye çalışır.
Ziyaret ettikleri arasında babasının eski dostu Jim Jarmush önemli bir yer tutar, medeniyetin geldiği durumla esas sorun yaşayanlar da zaten Jim'le Louis'in ta kendileridir.
Baba ve oğul arasında ufak bir tartışma bile yaşanır: Louis Samedi'nin şımarık bir çocuk gibi ekmek konusunda müşkülpesentlik yapmasına anlam veremez, ne de olsa kendisi dünyasını tamamıyla değiştirerek farklı bir kültüre balıklama atlayacak kadar meraklı bir karaktere sahiptir. Oysa şimdi kendi memleketinde bir yabancı gibi hissetmektedir.
Psikadelik
Belgeseli seyrederken karşıma Jim Jarmush çıkınca aklıma doksanların ortasında seyrettiğim, Johnny Depp'in başrolünde olduğu Dead Man'in gelmesinin tesadüf olmadığını anladım. Gösterim sonrası yapımın prodüktörü Alexandre Tondowski ile konuştuğumda psikadelik westernin unutulmaz örneği siyah beyaz film konusundaki duygularımda yanılmadığım ortaya çıktı; Jarmush Ghost Dog'u da yakın dostu Louis'ten etkilenerek çekmiş.
Tilda Swinton'un başrolünde olduğu Only Lovers Left Alive adlı son eserinde de dünyanın ve insanlığın kaybolan değerleriyle günümüzde gelinen durum konusundaki tasalarını ifade etmeye devam ediyor.
Doğayla ilişkilerini kopartmış insanoğlu ne de olsa sisteme bağımlı bir asalak olma yolunda kendini teslim etmekle meşgul, oysa Bayakalar tabi nimetlerin tümünü yüzyıllardan damıtılan bir tecrübeyle değerlendirirken bizimkinden çok farklı bir yaşam kültürünün mümkün olduğunu hatırlatıyorlar; gezegenin tümünde hızla yok edilmekte olan insanlık mirasının son temsilcilerinden biri olarak korunmayı hak ediyorlar. (MT/ÇT)