* Fotoğraftakiler: Jesca Nankabirwa'nın kızı Babrah Akuti, annesi Rosemary ve erkek kardesi Ssbadduka Jackson Nyan.
Jesca Nankabirwa altı kişilik ailenin en büyük kızıydı. Ailesi ancak liseyi okumasına destek olabildi. Liseyi bitirdikten sonra işsiz geçirdiği birkaç yılın ardından tren yollarında çalışan birisi ile evlendi. Kocasının hastalıktan öldüğü 2002 yılına kadar ev kadını olarak çalıştı, üç çocuk doğurdu, büyüttü. Kocasının ölümüyle evin bütün yükünü omuzlarına almaya başlayınca üç çocuğuna ve annesine bakmak için ufak bir güzellik salonu açtı. Kampala'nın 20 km dışındaki köylerinde açtığı güzellik salonu kıt kanaat geçinmelerini sağlıyordu. Çocuklar büyüdükçe ekmek teknesi tüm aileyi geçindirmemeye başladı. Artık güzellik salonundan elde ettiği kazanç ne çocukların okul masrafını ne de küçük kardeşinin üniversite masrafını karşılayabiliyordu.
Köylerinden Türkiye'ye giden bir arkadaşı orada iş bulabileceğinden, para biriktirebileceğinden bahsetmişti. Jesca en iyi çözümün yurtdışında çalışmak olacağını düşünerek Türkiye'ye gitmeye karar verdi. Dükkanını devretti ve arkadaşlarından da aldığı borç ile gereken parayı tamamlayarak 2012 yılının Ocak ayında İstanbul'a geldi. Onun gibi binlerce göçmenin yaşadığı Aksaray'da kalabalık bir evde yatacak bir yatak bulabildi.
Kış aylarında iş bulmak zordu ama arkadaşlarının yardımıyla bir tekstil atölyesinde iş buldu. Göçmenlerin "çabuk çabuk" dediği genelde giysilerdeki iplikleri temizlemeye, onları ütülemeye ya da katlamaya dayalı ve çoğunlukla ayakta yapılan işlerde çalışmaya başladı. İlk işyerinde iki ay çalışmasına rağmen parasını alamayınca değiştirmek zorunda kaldı. İş bulmak belki kolaydı ama emeğinin karşılığını almanın zor olduğunu anladı. Siyah bir göçmen kadın olduğu için yerli işçilerden daha az maaşa daha çok çalışması ya da işyerinde uğradığı ayrımcılık ve aşağılayıcı sözler bir yana onu en çok parasını alamamak üzüyordu. Arkadaşı Maria bazen Jesca'nın nasıl umutsuzlukla gözyaşlarına boğulduğunu anlatıyor. Hatta bir gün annesine "artık gelmek istiyorum" demişti ama evdekiler Uganda'da durumun ne kadar kötü olduğunu hatırlatmış, biraz daha dayanmasını telkin etmişlerdi. Belki bir yıl sonra yanlarındaki tek katlı evi de satın alabilecek para biriktirebilecekti. Böylece hem kendisi hem de çocukları için biraz daha gelecek kaygısı azalacaktı. Jesca, çalışmak ve parasını alamamak ile işsizlik arasında geçirdiği iki yılda yine de ailesine düzenli para göndermeye çalıştı.
Bir akşam Jesca eve dönmedi. Arkadaşları karakollara, hastanelere sorarak ancak dört gün sonra Jesca'nın cansız bedenine ulaşabildiler; Bedeni Adli Tıp'ın morgunda arkadaşlarından habersiz günlerce durmuştu.
2014 yılı Eylül ayında Jesca, 38 yaşında Fatih’te evine ziyarete gittiği bir erkek tarafından ikinci kattaki balkondan atılarak öldürüldü. Jesca'nın İstanbul’daki yaşamı aslında ölümünün bir tesadüf olmadığını bize söylüyor. Nitekim Jesca gibi binlerce göçmen kadın erkek şiddetine maruz kalırken ancak bunların ölümle sonuçlananlardan bir kısmından haberimiz oluyor. Bu şiddetin en büyük kaynağı Jesca'nın kağıtsız bir göçmen olması. Yani oturma izni olmadığı için yasal olarak bir hak talep edemez, siyah olduğu için ırkçılığa maruz kalır, kadın olduğu için erkek şiddetine... Arkadaşları Jesca gibi onların da sürekli şiddete uğrama riski altında olduklarını ve değişik yoğunluklarda bu şiddeti her gün yaşadıklarından bahsediyorlar. Eski ev arkadaşı Rebecca, "oturma iznimiz olsa bile polis çağırdığımızda bizi görünce geri gidiyor" diyor, çünkü onlara şiddet uygulayanlara bir ceza olmadığını söylüyor. Bunu hem polis hem de vatandaş biliyor. Başka bir arkadaşı Sarah ise bu kağıtsızlık durumunun hem işverenler hem de genel olarak yaşamlarında onlara karşı nasıl kullanıldığından bahsediyor. İşyerlerinde "Sen sus, zenci", "Amına koyim" gibi cinsiyetçi ve ırkçı küfüler cümle içinde kullanılan virgül gibi, en sık duydukları sözler olduğunu söylüyorlar. "Keşke bu insanları cezalandıran bir yasa olsa" diyor Sarah ve ekliyor "Jesca'yı çok özlüyoruz".
"Sadece adaletin yerini bulmasını istiyorum"
Jesca’nın ölümünden 16 ay sonra Kampala’nın bir köyünde yaşayan annesini ziyaret etti. Annesi, her zaman başköşede duran kızının fotoğrafını Jesca'nın ölümünden sonra kaldırmış. "Hala içim yanıyor" diyen annesi "kızımı görmeye dayanamıyorum" derken gözleri doluyor. Benim için çerçeveli özenle saklanmış fotoğrafını çıkarırken Jesca'dan bahsediyor. Onun ne kadar neşeli, hayat dolu olduğunu anlatıyor. “Bu köydeki herkes onu severdi. Çok neşeliydi, suratını asmasına kimse dayanamazdı. Jesca çok iyiydi, bana arkadaştı” diyor. Kardeşi Sebaduka da "Jesca tüm kardeşlerim arasında en iyi arkadaşımdı" diyor. Annesi Jesca'nın Türkiye’ye gitmesini teşvik ettiğini söylüyor, "onu teşvik ettim çünkü gidince iş bulacaktı. Para kazanacaktı ve bize bakacaktı" diyor.
Bir cuma sabahı Türkiye’den acı haber geldiğinde annesi Rosemary bu habere dayanamıyor. Tansiyonu çıkınca hastaneye kaldırıyorlar. "Söylenenlere inanamadım. Köyde kimse inanamadı, ancak cenazesini görünce inandım" diyor. Jesca'nın lisede okuyan kızı Barbra ise annesinin cenazesi geldiğinde evden kaçıyor, köydeki komşular onu anayola çıkmadan yakalıyorlar. Kardeşi Sebaduka "belki de onun yerine benim gitmem gerekiyordu, benim ölmem gerekiyordu diye düşündüm" diyor. Jesca'nın ölümüne kimse inanamıyor.
"Annemi çok özlüyorum" diyen Barbra için babasının ardından annesini kaybetmek büyük bir travmaya yol açıyor. "Babamı 3 yaşındayken kaybetmişim, 14 yıl sonra da annemi kaybettim. Benim için çok zordu. Annemin bedenini burada görünce kimsesiz kaldığımı hissettim, geleceğim ortadan kalkmıştı. Bana bakacak kimse yoktu. Şu an ananem bana bakıyor, bana ve diğer torunlarına ... başka kimse yok" diye konuşuyor Barbra.
Anne Rosemary köyde açtığı küçük bir bakkal dükkanından gelen satışla geçinmeye çalışıyor. Her gün ekmek yapıyor ama köyde alışveriş çok yok, tüm Kampala'da alışveriş çok az, insanlar işsizlik ve geçim zorluğu yaşıyor. Rosemary yaptığı ekmeklerle kızından ona kalan üç torununa ve diğer torunlarına destek olmaya çalışıyor. Jesca'nın üç çocuğudaokuyor. İkisi üniversitede birisi lisede, Barbra en küçükleri. "Annem gittiğinde ben de Türkiye'ye gitmek istiyordum çünkü orayı merak ediyordum. İnsanların misafirperver, güzel bir yer söyleniyordu" diyen Barbra, ama Türkiye'yi görmek istemiyor. "Türkiye beni hayal kırıklığına uğrattı. Çünkü benim hayatımı elimden aldı, artık benim için güvenli bir yer değil orası" diyor.
Jesca öldürüldükten sonra kardeş Sebaduka Türkiye'den hiçbir yetkilinin onları aramadığını söylüyor. "Yetkililerin aramasını bekledik ama Türkiye’den herhangi bir resmi yetkili bizimle iletişim kurmadı, telefon bile etmediler" diyor. Anne Rosemary "Bize destek olmak istiyorsanız bizim adımıza Jesca’nın davasını takip edebilirseniz" diyor. Kızı Barbra ise kararlı gözlerle yüzüme bakarak "Ben adalet istiyorum" diyor. Jesca'nın katilinin hak etiği cezayı alması sadece annesi Rosemary’nin biraz daha rahat uyumasını sağlamayacak, günlük hayatlarında sürekli erkek şiddetine maruz kalan Türkiye'deki kağıtsız göçmen kadınlar için de önemli bir karar olacak.
Elbette anne Rosemary için artık hiçbir şey Türkiye 'de öldürülen kızını geri getiremez ama Jesca’nın çocukları hala okuyor. Rosemary çocukların desteğe, bakıma ihtiyaçları olduğunu söylüyor. "Hepimiz burada ekonomik zorluk yaşıyoruz. Türkiye hükümeti destek olmalı, özellikle de çocuklara" diyor.
Duruşma 14 Nisan'da
Şubat ayında Jesca’nın davasının beşinci duruşması oldu. Altı ay süren uzun uğraşlar sonucu Sınır Tanımayan Kadınlar, Göçmen Kadınlarla Dayanışma Grubu olarak Jesca’nın kardeşi Sebaduka'dan vekalet alarak müdahil olduk. İlk duruşmasında ne savcının ne de mahkeme heyetinin pek de haberdar olmadığı Jesca davasını şimdi gönüllü feminist avukatlar takip ediyorlar. Jesca’nın davasına müdahil olduktan sonra mahkemeden tanıkların tekrar dinlenmesini istedik. Ardından bir keşif raporu yapıldı ve Adli Tıp Fizik İhtisas Dairesi’ne gönderildi. Artık Jesca’nın öldürüldüğüne dair daha güçlü bir kanaat var ama bu noktaya gelmek bile bir yıldan fazla zamanımızı aldı.
Biz Jesca için, onun gibi erkek şiddetine uğrayan diğer göçmen kadınların yaşadıklarının görünür olması için adaletin yerini bulmasını istiyoruz. O yüzden Jesca davasını bırakmayacağız. Duruşma 14 Nisan Perşembe günü saat 11’de, Çağlayan Adliyesi’nde Jesca için ve her türlü kötü muameleye maruz kalan kağıtsız göçmen kadınlar için adalet arayışımıza göstereceğiniz kadın dayanışması bizi güçlendirecektir. (EC/ÇT)