"Ege'nin İncisi"nde, seçimlerden sonra huzursuzluk yaratan sadece AKP'nin önlenemez yükselişi değildi. Kentin düzlüklerinde yaşayan -siyaseten elbirliği etmiş- varsıllar ve orta sınıf, İzmir üzerine ahkâm keserken bundan sonra bambaşka bir etkeni de hesaba katmak zorunda olduğu gerçeği ile yüz yüze geldi: Tepeler...
22 Temmuz seçimleri AKP'nin Türkiye genelinde oylarını hatırı sayılır biçimde artırması ve CHP'nin yaklaşık 5 sene boyunca meclis salonlarında sürdürdüğü kiyafetsiz muhalefeti meydanlara da taşıması sonucu yaşadığı hayal kırıklığı ile -ve tabii yazımızın konusu olmasa da bağımsızların Meclis'e kazdıkları tünellerle- hafızalarda kalacak.
Anadolu bozkırlarının kavruk insanlarından, Karadenizli asabi uşaklardan çuvallar dolusu oy toplayan; pek çok ilde yüzde 60 bandını dahi aşıp -olimpik jargon ile- "ulaşılması güç rekorlara imza atan" AKP, belki de en afili sonuca -ısrarla fakat son derece yanlış biçimde- "CHP'nin kalesi" olarak adlandırılan İzmir'de ulaştı.
Çıktık açık alınla, döndük dertle, tasayla
Bahar aylarında Türkiye'nin başlıca gündem maddesi haline gelen Cumhuriyet Mitingleri'nin hem katılımcı sayısı açısından hem de "katılımcı sayısı bölü kent nüfusu" oranına göre en dikkat çekici olanı şüphesiz İzmir'de düzenlenmişti. Gündoğdu Meydanı'nı dolduran yüz binler Körfez kentinin tavrını ayan beyan ortaya seriyor, İzmir'in "Türkiye'nin aydınlık yüzü" olduğunu ve AKP siyasetine geçit vermeyeceğini müjdeliyordu (**).
Hemen belirtelim, İzmir'in sınıfsal/kültürel sınırlarını çizmek oldukça basit. İstisnalarla beraber; körfezi çevreleyen düzlüklerde, karadan denize doğru orta sınıf ve üstü, bu düzlükleri çevreleyen tepelerde/yokuş mahallelerde ise yoksullar yaşamakta. Hal böyle olunca, Cumhuriyet Mitingleri için bayrak yapıp satanlar tepelerde, o bayrakları Gündoğdu Meydanı ve Kordon boyu dalgalandıranlar ise düzlüklerde yaşayan İzmirliler oldu.
İzmirli seçmenin asıl derdi sol ya da sağ siyasi referanslardan ziyade "merkez"den, statükoyu koruyacak olandan yana saf tutmak. Sosyal Demokrat partilerin her seçimde hatırı sayılır oranda oy aldıkları İzmir, rüzgâra uyarak 80'lerde Özal'ın ANAP'ını, 90'ların başında ise Demirel'in DYP'sini birinci parti olarak çıkardı sandıktan.
Cumhuriyet döneminde gayrimüslim nüfusun kenti terk etmesi ile zenginleşen/mülk sahibi olanların, "cumhuriyetin kazanımları"na sahip çıkması gayet doğal. Türkiye ortalamasının üzerinde refah seviyesine, "muasır medeniyet"tekine yakın yaşam tarzına sahip beyaz İzmirlilerin kendilerini -tarihsel bir atıfla ve genel bir yakıştırmayı tekrar ederek de olsa- "gavur" olarak niteleyen Recep Tayyip Erdoğan'a ve onun Doğulu/İslamcı AKP'sine yüz vermesi beklenemezdi.
Nitekim 3 Kasım Seçimlerinde memleket sathında büyük sükse yapan AKP'ye burun kıvırıp onu -barajı geçemeyen Genç Parti'nin altına- 3. sıraya yerleştirmişti bu kent. Aradan geçen aşağı yukarı beş sene içerisinde İzmir'deki toplumsal mutabakat nihayet çözülmüş gibi duruyor.
Evvelki seçimlerde yine "Altı Ok"a akan ya da tepkisel olarak Cem Uzan'ın gösterişli ve bir o kadar da balon (***) Genç Parti'sine yönelen yoksul oyları bu sefer kütlesel olarak laiklik anlayışı, Kıbrıs politikası, etnik kimlik tartışmaları gibi devletin pek çok yerleşik kurumu ve geleneksel siyasi yönelimleri ile çelişen, en önemlisi Silahlı Kuvvetler ile kimi zaman zıtlaşma cüretini gösterecek kadar ters düşen iktidar partisine kayıverdi. "Kayıverdi" diyorum, çünkü "sıfır rakım"da yaşayan kimse böylesi başa baş bir sonuç beklemiyordu.
Bugünlerde düzlükte yaşayanlar için başlıca mesele "deniz seviyesinden yüksekte" barınmakta olan İzmirlilerin (****) "yamuğu" üzerine tartışmak. Hemen kimsenin çevresinde "oyunu ampüle basmış" bir Allahın kulu bulunmazken nasıl oldu da AKP, üstelik de oylarını artırmış olan CHP'nin ensesine yapıştı? 100 kişiye sorduk ve 2 popüler cevap aldık -hafif bayatlamış da olsa bu cümle ile Erol Evgin'i de anmış olduk.
"5 kilo bulgur, 1 çuval kömür için"
Pek çoklarına göre, AKP devletin olanaklarından ve sırtını dayadığı cemaatlerin maddi kuvvetinden faydalanarak yoksullara yardım yapıyor. Birçoğu düzenli bir işe sahip olmayan olan, bir kısmı kriminal meslekler tutmuş, ağırlıklı olarak asgari ücret ile uzun saatler çalışmak zorunda kalan gecekondu mahallesi sakinleri AKP'nin erzak ve kışlık yakacak yardımına kanıyorlar.
Tabii ortada şöyle bir terslik var; çevresinde AKP'ye oy veren kimsecikler bulunmayan "hakiki İzmirliler" nasıl oluyor da İktidar Partisinin türlü seçim yolsuzluklarını bu denli yakından bilebiliyorlar? Kimsenin bir belgesi ya da kanıtı yok. Yani bu yardım işi şehir efsanesi düzeyinde kalıyor.
Üstelik maddi yardımın gerçek olduğunu kabul etsek dahi, bu durum hakikaten tuhaf mı? Yoksulların -en azından belediye düzeyinde- kendilerine hiçbir şey vermeyen ve hakikaten de hiçbir hizmet götürmeyecek olan elitist CHP'dense, 1 torba kömür 1 çuval bulgur yardımı aldığı AKP'ye oy atması, yardım almasa da kendisine yakın hissettiği için Erdoğan'ı desteklemesi gayet anlaşılır bir durum.
Soruyu şöyle soralım; mahalle bakkalına girdiğinizde içeride karşılaşacağınız kişi Önder Sav'a mı benzer yoksa Cemil Çiçek'e mi? (Farkındayım çok acımasız oldu. Olsun.)
"Bunların alayı cumhuriyet düşmanı"
Tabii AKP'ye oy atanların ve dolayısıyla ağırlıklı olarak yoksulların "ihanetinin" tek nedeni içerisinde bunaldıkları ekonomik sıkıntılar olamaz. Gettolarda barınmakta olanların büyük bir kısmı Kürt -ki bu da hain olmaları için yeter sebep. Bölücülük, ABD'cilik, vatan hainliği... Ne arasanız var yoksullarda. Devletin kemikleşmiş dış politika çizgisini zedelemek, iç ve dış düşmanlarla işbirliği yapmak, hem AKP yönetiminin hem de Kürtlerin "sinsi" siyasi emelleri arasında. Siyaset algısının giderek komplo teorilerine indirgendiği (Yalçın Küçük'ün emeğini anmadan geçmeyelim) bu dönemde beklenmedik kişiler arasında gizemli ilişkiler, olmadık siyasi hareketlerden her hamle beklenebilir. Bu sakat değerlendirmeler bize uzak, ne bileyim, mesela, Nur Serter'e yakın olsun!
Ex-milli görüşçülerin partisine "evet" diyen İzmirli kent yoksullarının pek azı dini inançları gerekçesiyle bu seçimi yaptı. Kürt ya da Türk, ciddi sayıda yoksul önlerinde/yanlarında daha gerçek ve güvenebilecekleri bir umut bulunmaması nedeniyle, hatta iktidara talip olan diğer partilerin militarist ve şovenizme meyil eden tavırlarından sakınabilmek adına AKP iktidarının beş sene daha sürmesine onay verdiler.
Ölü toprağını silkelemek
Bahsi geçen iki parti arasında uçurumlar yok. Her iki parti de IMF'ci, sermayeci, özelleştirmeci. Alternatifi CHP olunca, yoksulların, Kürtlerin ve hatta Alevilerin -kısaca ezilenlerin- AKP'ye oy veriyor olması ise yukarıda sıralanan gerekçelerle anlaşılır bir durum. Yine de ezilenlerin içerisinde bulundukları seçimsizlikten, inadına ya da kerhen yapılan tercihlerden kurtarma hedefi, bizzat ezilenlerin kendi seçeneğini oluşturma görevi ise şüphesiz Sol'a düşüyor.
Yüksek siyasetin karmaşık dengelerini bir kenara bırakıp kendi işimize bakalım. Maalesef Bin Umut Adayları İzmir'in her iki seçim bölgesinde de arzu ettiklerinin epey altında oy aldılar.
Kadifekale ve Limontepe gibi gettolarda yaşayan Kürt gençlerinin kriminalize edilerek depolitizasyonunun sağlanması ve AKP'nin başlıca muarızlarının aksine non-stop milliyetçilik pompalamamış olması DTP'nin kitle desteğini gerileten başlıca nedenler. Bununla beraber, Baykal'dan yaka silken ya da CHP'yi "yeterince" solcu bulmayan bireyler de Bin Umut adaylarına çekinerek yaklaştı. DTP'li vekillerin ve Uras'ın "yüksek kürsü" performansı, mevzu bahis çekinceleri dağıtıp önyargıları yıkmak adına hayati önem taşıyor.
Bir dönem her Avrupa macerasından hüsranla dönen Kulüp ve Milli Takımlar için üretilmiş "şerefli mağlubiyet" bahanesi pekala memleket solunun seçim pratiğine de adapte edilebilir.
Şahit olduğum bütün seçim kampanyalarından elinde sadece bir parça örgütsel tazelenme ve yerinde sayan oy oranı ile ayrılan, ancak yine de kendine türlü avuntular yaratabilen memleket solu, nihayet "elde var bir" deme ferahlığına ulaştı. Ufuk Uras kampanyasında sağlanan başarı -onu Meclis'e sokmuş olmanın yanında- sol'un farklı kesimlerinin gerçekleştireceği ortak çalışmaların meyve verebileceğini göstermiş oldu. Bugün iyimser olmakta bir sakınca yok; üzerimizdeki ölü toprağı silkelenmiştir. (TP/EK)
________________________________________________________
* Başlık "How Green Was My Valley" : 'Vadim Öyle Yeşildi ki' adlı 1941 yapımı ve haliyle Siyah-Beyaz John Ford filminden apartma.
** Bu müjde sana bana değil şüphesiz. CHP'ye, Kanaltürk'e, Cumhuriyet Gazetesi'ne, Ordu'ya...
*** Esasen arkasındaki sermaye ve medya grubunun gücü ve ortalama milliyetçi-muhazakar söylemi ile oldukça anlaşılır olan Genç Parti Fenomeni, 2002 yılında sol'un kafasını epey karıştırmıştı.
**** Birkaç kuşaktır burada yaşayan pek çokları için tepelerdeki Kürtler İzmirli dahi sayılmazlar.