Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) konvoyuna yapılan saldırının üzerinden günler geçti. Hala bir ses bekliyorum İzmir'den. Bir kaygı, bir kınama, bir utanç, İzmirliler olarak o çok övündüğümüz barışçıllığımızı insanlara hatırlatıp, vicdanlarımızı rahatlatmak için yükselecek bir ses. Ama tık yok. Birkaç iyi niyetli STK'nın yaptıkları basın açıklamasını da yeterli bulmuyorum. Hele hele konuştuğum avukatın 'Bu aralar zaten ortam gergin, biz de gerginiği arttırmamak için açıklamamızı çok yüksek sesle yapmadık' cümlesini daha da vahim buluyorum. İzmir'deki ırkçı gerginliğin boyutu daha net anlatılamazdı.
Olayı duyar duymaz Facebook'taki statüme ''Facebook'taki bütün arkadaşlardan İzmirliler adına özür dilerim'' diye yazdım. Kentte meltem biraz fazla esse hemen duyuran İzmirli arkadaşlarımın hiçbirisi ses vermedi. Biri hariç. O da özrümü kendi adıma dilememi, genel konuşmamam gerektiğini yazmış. Oralı olduğum için kentin diline de hakimim. Arkadaşım aslında olanları onaylamıyor, sadece 'Biz yapmadık biz neden özür dileyelim,' diyor. İzmir'in birçok tajedisinden birisi de zannettiği ve övündüğü gibi 'gavur' değil, tam da bir 'Türkiye' kenti olmasında yatıyor belki de. "Gavur"lara özgü toplumsal politik duruş sergilemeyi bilmiyor İzmirliler.
Halbuki 1993'te Solingen'de Alman Neonaziler'in yaktığı ve 5 kişinin ölümü 8 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olaydan sonra Solingenli binlerce Alman kentlerinde bir daha böyle ırkçı bir vahşet istemediklerini, yapılan eylemi kesinlikle onaylamadıklarını göstermek için sessizce kent meydanından yakılan eve kadar yürüdüler. Evi onlar kundaklamamıştı ama özrü onlar dilediler. O gün yakılan ev Solingenlilerin verdiği onayla bugün anıt mezar.
İşte İzmirliler tam da şahsen katılmadıkları bir olay karşısında ses çıkartmanın önemini, bunun ne anlama geleceğini bilmiyorlar. Tıpkı Türkiye'nin geri kalanı gibi. Tıpkı, Hrant Dink'in suikastından sonra Trabzonluların sergilediği o iç karartıcı duruş gibi. 'Bu yapılanı bütün kente genellemeyin,' demenin yeterli olduğunu düşünüyorlar. Fazlasıyla iyi niyetli ve bir o kadar tehlikeli bir duruş bu. Orta sınıf faşizminin başladığı an bu. Şiddetle reddetese de İzmir'i Türkiye'nin geri kalanıyla bir yapan da bu, işin daha da ironik yanı İzmirlinin lafa gelince hoşuna gitmeyen ama bir türlü değiştiremediği snob kaderi de bu. Bileşik kaplar terosini doğrular şekilde Türkiye ne kadar ırkçıysa İzmir de o kadar ırkçı. Biz İzmirlilerin artık kabul etmesi gereken de bu.
Suça sessiz kalmak ortak olmaktır
Yine bir "gavur" yapımı olan ve başrolünü Jodie Foster'in oynadığı Sanık filmi barda tecavüze uğrayan bir kadının sadece tecavüzcüsünün değil tecavüzü izleyenlerin de adalet önünde aldığı cezayı anlatır. Film, suça sessiz kalmanın suça ortak ortak olmak hatta teşvik etmek anlamına geldiği üzerine bir klasiktir.
Günlerdir DTP'ye taş atanlar için 'ama onlar örgütlü küçük bir gruptu, bütün olanlar sadece 100 metrelik bir sokakta oldu' diyerek kendisini dışarda tutmaya çalışan "gavur" hemşerilerim ne yazık ki bu suskunluklarıyla kentlerinde yaşanan ırkçı şiddete ortak olduklarını farkedemiyorlar.
Hayatlarında ilk ve belki son defa laiklik yürüyüşü için sokaklara dökülen İzmirliler için politik olmak o gün başlamış ve bitmiş gibi görünüyor. Tasvip etmedikleri şiddet karşısında ses çıkartmaya gerek görmedikçe Yılmaz Özdil'in de yazısında ironik bir biçimde olumlayarak yazdığı gibi Türkiye'de önümüzedeki günlerde ''olacakları gösteriyor, "uyarıyor" İzmir.''
Demokratik olmak tam da bu tür bir uyarıyı reddetmeyi gerektirirken İzmir ne yazık ki bu sınavdan feci halde çakıyor. 'Tabii ki onaylamıyoruz ama...' diye başlayan cümlelerde vurgunun 'onaylamıyoruz' da değil 'ama'da asılı kaldığı bir türlü anlaşılamıyor orada.
İzmir tarzı demokratlık
Yıllarca Türkiye'de yaşayan yabancı bir gazeteci bir arkadaşım söylemişti ''İzmirlilerin 'gavur'luklarıyla en çok övündükleri şeyler aslında Yunan'lılara benzemeleri,'' diye. Kastettiği, en yakın Avrupa'lının Yunanistan olması ve İzmirlilerin aslında övündükleri şeyin çok da hazzetmedikleri Anadolululara benzememek olduğuydu.
Bir tür suni red hali aslında. Ancak kökenden ötürü kendini gösteren fiziksel benzerlik ve deniz börülcesi ve rakıya duyulan sevgi dışında İzmirlilerin Avrupalılarla başka bir ortak yanları gerçekten kalmamış gibi. Demokrasi adına savunulan 'İzmirli kadınların açık saçık giyinebilme ve erkek arkadaş edinebilme serbestisi de bu noktada kulağa ancak gülünç geliyor. Herkesin açık saçık kıyafetler giyinebilme hakkı bir uzlaşma haline gelmişse hala oturup bunu savunmak demokrasi değil, olsa olsa vakit kaybı.
Büyük nüfuslu bir kasaba
Yıllar süren devlet memurluğundan sonra asıl memleketimiz olan İzmir'e geri taşındığımızda babam demişti ''Bu İzmirlinin vizyonu bu kadar. Kentte bir kışlık, Çeşme'de bir yazlık, eşine ve kendisine birer araba aldı mıydı ondan iyisi yok. İşini daha fazla büyütmeyi aklına getirmiyor,'' diye.
O zaman ne demek istediğini çok anlamamıştım, yıllarca da anlamamak için direndim. İzmir'i modern bir 'kent' olarak görmeye çalıştım. Ama yıllar önce terkettiğim Türkiye'nin en 'Batılı ve modern kent'i olmakla övünen neredeyse 4 milyon nüfuslu İzmir'de, eğri oturup doğru konuşalım, bir film festivali bile yok, en büyük kitapçı hala D&R, limanında iki yük ve arada sırada uğrayan bir yolcu gemisinden fazlasını da görmedim.
Halbuki 'kent'li olmak, hele hele 'gavur' olmak bunlardan daha fazlasını gerektiriyor. Kordon'da midye satan Mardinlilerin de çocuklarını Amerikan Koleji'ne yollayabilecek olanakların açık olmasını, gidebilen 3 - 5 çocuğun da 'Kürt' olduğunu saklamaya gerek duymamasını gerektiriyor. İnsan, bu kadarcığı bile yıllarca tanışıklıktan sonra özel bir sohbette kendisine alçak sesle söylenince utanıyor da, oradan biliyorum.(ZE/EÜ)