İstanbul – İzmir arası, yeni açılan ve neredeyse bir uçak bileti bedeli kadar geçiş ücreti ödeyeceğiniz otoyolla üç buçuk saate indi diyorlar. Şimdi artık kimsenin İzmir’e bir de vapurla gitsek diyecek hali yoktur herhalde. Oysa keyifli bir yolculuktu, akşamüzeri Tophane rıhtımından veya Sarayburnu’ndan bindiğiniz gemi ertesi sabah sizi Alsancak limanına bırakırdı. Belki sizin de böyle bir yolculuk anınız vardır.
Diyelim İzmir’e deniz yoluyla geliyorsunuz, Körfez’e girdiğinizde sağ yanınızda (denizciler gibi söyleyelim “sancak” tarafınızda) sizi uzunca bir ada karşılar. Zaten adı da Uzunada’dır, ardında Karaburun yarımadası vardır ve Urla’ya doğru dağılmış irili ufaklı birkaç adanın en büyüğüdür. Uzunlamasına yaklaşık 10 Km, enine en geniş yerinde 5 Km’dir, kıyılarının toplam uzunluğu 31 Km’yi bulmaktadır. 25 Km2 yüzölçümüyle Türkiye’nin dördüncü büyük adasıdır. Ama herhalde bugüne kadar “yasaklı” bir bölge olmasından dolayı fazla adı duyulmamıştır.
Ada’da yaşayanlar, Ada’yı terk edenler
Uzunada, Cumhuriyet’ten bu yana, neredeyse yüz yıldır sivillerin girmesi yasak askeri bölgedir, bugün deniz kuvvetleri tarafından kullanılmaktadır. Günümüz savunma stratejileri açısından hâlâ önemini koruyor mu bilmiyorum, ama geçen yüzyılda İzmir’in savunması için kritik bir konumdadır.
Bu bağlamda Uzunada’da yaşananlar, Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Yunanistan’ın Küçük Asya Seferi ve Kurtuluş Savaşı ile paralel bir gelişme göstermiştir.
Örneğin Ada, 1914’te bir süre İngiliz ordusu tarafından kullanılmış; İngilizler, toplarıyla, gemileriyle, hatta uçaklarıyla Ada’ya yerleşmişlerdir. Daha sonra Almanların da desteğiyle Ada, Osmanlı ordusunun kontrolüne geçer. 1886 yapımı Alman ağır sahil toplarının yakın zamana kadar Ada ve civarında durduğu anlatılmaktadır.
Ada, aslında yüz yıl öncesine kadar köyleriyle, iskeleleriyle, tarımsal etkinlikleriyle yaşanılan, üretim yapılan, kendi kendine fazlasıyla yeterli bir yerleşimdir. Ada’nın dört köyünde 2 bin dolayında Osmanlı vatandaşı Rum yaşamaktaydı. Bazı kaynaklarda bu nüfus 4 bine kadar çıkmaktadır. Ada’da birkaç kilise, bir manastır olduğu söylenir.
Adalılar; bağ, bahçe, balıkçılık işlerinin yanı sıra küçük ahşap tekneleriyle, Anadolu kıyıları, Ege adaları, hatta Yunanistan arasında taşımacılık da yapıyordu. Belki bu nedenle 1922 Eylül’ünde can kaybı vermeden topraklarını terk edebilmişlerdir. Hatta o tarihte İzmir ve Urla’dan kaçmak zorunda kalanların bir bölümü kısa bir süre de olsa Uzunada’da konaklama olanağı bulabilmişler.
Vali Rahmi Bey göçenleri durduramıyor
Aslında daha önceki yıllarda, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında, Batı Anadolu’da yaşanan gayrimüslim unsurları temizleme harekâtından Ada sakinleri de nasibini almıştır. İttihatçıların desteği altındaki çeteler Ada’yı basmış, halkı Ada’yı terke zorlamıştır.
İzmir Valisi Rahmi Bey Ada’ya gelerek, güvenliklerinin sağlanacağını söylerse de inandırıcı olamaz, yaşanan katliam karşısında Ada halkı kesin göçe kararlıdır. Yunanistan’dan gönderilen bir gemi ve ardında kendi tekneleriyle Ada’yı terk ederler. O göçü bir tanık şöyle anlatıyor:
“Böyle bir şeyi bir daha görmek istemem. Gemide boş olan her köşede eşekler, keçiler, koyunlar, domuzlar ve kümes hayvanları; her yaştan erkek, kadın ve çocuk kalabalığına karışmıştı… Denkler üst üste yığılmıştı. Evlerin kapılarını, panjurlarını bile sökmüş götürüyorlardı… Buharlı geminin arkasında 15, belki daha fazla küçük tekne gidiyordu. Onlar da eşya doluydu.”
Savaşın başında Ada’yı terk edenler, Osmanlı ve müttefiklerinin 1918’de yenilgisinden sonra Ada’ya, eski yerlerine geri dönerler. Ama bu dönem de 1922 Eylül’üne kadar ancak dört yıl sürecektir.
Uzunada’nın yerleşim tarihi, antik çağlara kadar uzanıyor. Yasaklı bölge olmasından dolayı burada arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır ama eski İyonyalıların, Bizanslıların burada yaşamış olduğundan söz edilir. Tonozlu bir yapı olan Bizans sarnıcının kalıntıları vardır. Hatta bu yapının bir ara Osmanlılar döneminde esir pazarı olarak kullanıldığı söylenir.
Piri Reis, Kitab-ı Bahriye’de Ada’dan Kösten Adası olarak söz eder. Antik dönemde Ada’nın adı Drymoussa’dır, sonraları Makronisi ve Englezonisi denilmiş, İngiliz Adası olarak da adlandırılmıştır. Söz konusu değişik adlar bir anlamda Ada tarihini de yansıtmaktadır.
Mustafa Ekmekçi, “Eşek Adası” ve domuzlar
Ankara’nın unutulmaz usta gazetecisi Mustafa Ekmekçi Uzunada’ya “Eşek Adası” da denildiğini yazmıştır. Ancak bunu doğrulayan başka kaynaklara ulaşamadım. Belki Ekmekçi’nin, askerlerle eşeklerin bir arada yaşadığı ortamdan dolayı yaptığı hoş bir yakıştırma veya sohbetlerde geçen bir adlandırma olabilir. Ekmekçi askerliğini Uzunada’da yapmıştır, aktardığı askerlik anıları, Ada’nın doğal yaşamı hakkında da ipuçları veriyor. “Eşekadası’ndan Anılar” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“1950’lerin başlarında askerliğimi, İzmir’in karşısındaki Uzunada’da yaptım. Uzunada’ya Kösten Adası dedikleri gibi, Eşekadası da derlerdi. Adada Çakılı Top Taburu vardı. Sınıfım levazımdı. Adadaki zeytinlikler, incirlikler benim zimmetimdeydi. Onlardan, levazım asteğmeni olarak ben sorumluydum. Adada ayrıca, yabanlaşmış (vahşi) sığırlar vardı. Bir de elli, belki yüz kadar eşek! Onlar da benim zimmetimde miydi? Yabani sığırlarla eşekleri bir türlü sayamıyorduk…” (Cumhuriyet gazetesi, 22.12.1996)
Aslında Ada’da başıboş dolaşan domuz sürüleri de vardır. Bunların zaman zaman avlandığı, hatta İzmir’e götürüp satıldığı anlatılır. Bilebileceğiniz gibi Mustafa Ekmekçi de “domuz” konusunda söyledikleriyle tanınmıştır. Bir anlamda “Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktadır”. Domuzun çok yararlı ve ucuz bir besin kaynağı olduğunu, bu olanağın değerlendirilmesi gerektiğini ısrarla anlatmıştır. Acaba Ekmekçi’nin bu görüşlerinde Uzunada’daki askerlik yıllarının bir payı var mıydı?
“Bir zamanlar Uzunada”
Aileden bir denizci, Kaptan Uluç Hanhan, bu yakınlarda ikinci baskısı yayınlanan Bir Zamanlar Uzunada adlı kitabıyla (*) Ada üzerindeki örtüyü aralıyor.
Uluç Kaptan’ın “İzmir’in Gizemli Adasına Bir Tarih Yolculuğu” diye nitelediği kitapta, Ada’ya ilişkin çok ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz. Yazar Türkiye’den, Yunanistan’dan, hatta İngiltere’den Ada ve çevresinde yaşananları belgeleyen kaynaklara ulaşmış. Savaş yıllarında bu bölgede yaşanan askeri çatışmaları ayrıntılı belgeleriyle aktarıyor. Kitapta, Ada çevresindeki deniz kazaları bile, örneğin 1935 Kasım’ında Antalya’dan gelen İnebolu yolcu vapurunun batışı anlatılıyor.
Uluç Hanhan, Yüksek Denizcilik okulu mezunu ve ticari gemilerde kaptanlık yapıyor. Deniz subayı olan babasının görevi dolayısıyla 1970-1980 yılları arasında çocukluk yıllarını Uzunada’da geçirmiş. Hatta bir süre Ada’daki ilkokulda okumuş. Dolayısıyla Ada’yı ve orada yaşananları, özellikle görevli subay ailelerinin oluşturduğu topluluğun Ada’da geçirdiği günleri iyi biliyor. Tanıdığı kişilerle yaptığı sözlü tarih çalışmasındaki konuşmaları da kitabında veriyor. Anlatılanlarda, kapalı gibi görünen bir toplumun canlı izlerini buluyorsunuz.
Ada’dan söz ederken iki ünlü konuğa değinmek gerekir. Yakın dönem siyasetin başaktörlerinden Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş, 12 Eylül darbesinde bir süre Uzunada’da zorunlu konuk olarak kalmışlardır. Nedense buna gözaltına alma, tutuklama denmez, “ikamete tabi tutma” gibi biraz daha hafif adlandırılır. Elbette ayrıcalıklı konumları vardır, ailelerini de getirebilmişler, çoluk çocuk zorunlu bir tatil yapmışlardır. Uluç Kaptanın kitabında konukların ne yediklerine, ne içtiklerine varıncaya kadar ayrıntılı bilgiler var.
Ada üzerinde bir de özel mülkiyet iddiası ve süregelen davalar vardır. Kitabın bir bölümü bu konuya ayrılmış. Özetle durum şöyle: Ada’da İzmir’in ünlü Levanten ailelerinden Giraud’ların (Jiro) 1922 öncesinden kalma büyük bir yazlığı bulunuyormuş. Ayrıca 1896 yılında büyükçe bir araziyi de bir Rum’dan satın almışlar. Yine tanınmış Levantenlerden Edwards ailesiyle ilişkili olarak ucu ta Lozan’a kadar giden karmaşık bir veraset davası söz konusu. Son olarak 2013 yılında Urla Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava halen sürmektedir. Ama anlaşılan Jiro’lar ellerindeki tapuyu bir kez deldirtmişler ve devlet ”hüküm ve tasarrufu” altındaki Ada’dan onlara kolay kolay pay vermeyecek.
Uzunada’nın geleceği?
Uzunada’yı nasıl bir gelecek bekliyor? 1951’de Ada’da bir “asri cezaevi” inşası, İmralı’dan sonra ikinci bir ada hapishanesinin kurulması düşünülmüş. Doğrusu yakışırmış. Biliyorsunuz Atina yakınlarında, Lavrion’un hemen karşısındaki bir başka “uzun” ada Makronisos, İkinci Dünya Savaşı sonrası, İç Savaş döneminde binlerce siyasi tutsağın işkenceden geçirilerek terbiye edilmeğe çalışıldığı bir adadır. Eğer “asri cezaevi” projesi gerçekleşseydi, Ege’nin iki yakası arasında toplumsal ve coğrafik bir “simetri” kurulur, bir yanımızla daha komşularımızı benzerdik.
Günümüzde, elverişli askeri alanların TOKİ’ye verildiği, yapılaşmaya açıldığı bir dönemde, askeri açıdan önemi kalmadı denilerek Ada’nın yerleşime, örneğin turizme açılması gündeme gelebilir. Urla Karantina Adası için zaten böyle söylentiler dolaşıyor. Emine Hanım helikopterle geçerken “Yazık, niye bu adaya bir otel yapılmıyor” diyesiymiş. Söylenti elbette, ama böyle yakıştırılıyor. Aynı yakıştırmaların bir gün Uzunada konusunda da yoğunlaşmayacağını kim bilebilir.
Şimdiden bir hatırlatma yapalım, Uzunada’dan ciddi bir fay hattı geçiyor. Burada yoğun yapılaşmalar sakıncalı olabilir. Olsun, “Bize bir şey olmaz” diyebilirsiniz, hemen karşı kıyıdaki İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü kampusunda Mühendislik Fakültesi binaları da fay hattının üzerine oturtulmuş, ne olacak yani? (AŞ/EKN)
(*) Uluç Hanhan, Bir Zamanlar Uzunada, 422 sayfa, kendi yayını, İzmir, 2019