İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin, 2020 depreminden sonra boşalttığı Konak’taki Hizmet Binasını yıkma kararını vermesinin üzerinden iki yıl geçti. Konunun ayrıntılarını önceki yazımda [1] anlatmıştım. Tartışmalı süreç devam ediyor. Son olarak yıkılan binanın yerine ne yapılabileceğini önermek üzere 16 uzman ve akademisyenden oluşan bir Danışma Kurulu oluşturulduğu açıklanmıştı.
Danışma Kurulu geçtiğimiz hafta toplandı. Başkan Tunç Soyer toplantıda, geçen iki yıl boyunca bu konuda yaptıkları çalışmaları ve görüşlerini aktardı. Soyer, Mimarlar Odası tarafından binanın korunacak kültür varlığı olarak tescili için Koruma Kurulu'na başvurulmuş olduğunu hatırlattı. Koruma Kurulu tescil kararı vermezse binayı yıkacaklarını söyledi. [2]
Danışma Kurulu üyelerinden, yıkılacak binanın yerine ne yapılacağını önermeleri istenmişti, ama toplantıda üyelerin yıkım kararını eleştirerek işe başladıkları anlaşılıyor. Danışma Kurulu bir açıklama yapmadı, ancak söylenenlere göre Soyer’e özellikle yapının Konak Meydanı ile bir bütün oluşturduğu, çağdaş Türkiye’yi yansıttığı, belediyenin bu konumu terk etmemesi gerektiği anlatılmış.
Soyer’e, binanın yıkılması durumunda niye aynı yere, aynı büyüklükte ve aynı işlevi görecek yeni bir bina yapılmasının düşünülmediği sorulmuş. Bu arada yıkım kararının dayandırıldığı teknik raporun yetersizliğine değinilmiş. Binanın taşıyıcı sistem ve deprem konusundaki sorunlarının ilgili uzmanların katılımıyla bir kez de Danışma Kurulu'nda görüşülmesi kararı alınmış.
Başkan'ın konu üzerinde fazlaca tartışmaya girmediği, başlangıçta yaptığı açıklama ile yetindiği söyleniyor. Danışma Kurulu bir ay sonra yeniden toplanacak. Özetle binanın geleceğini belirlemeye yönelik süreç devam ediyor.
Şimdi gelin, İzmir’de kentsel mirasın, mimari kültür değerlerinin korunmasına daha geniş açıdan, yakın tarih içinde daha gerilere giderek bakmaya çalışalım. Süreci, belirgin bazı olayları hatırlayarak gözden geçirelim.
1922 yangını ve süregelen kentsel kırım
İzmir’in kentsel miras açısından “makûs talihi”ni (talihsizliğini de diyebilirsiniz) anlatmaya / anlamaya, sanırım yüzyıl önce “kurtuluş” sırasında çıkan 1922 yangını ile başlayabilirsiniz. Yangında, kentin Rum ve Ermeni halkının yaşadığı, özgün mimariye sahip binaların bulunduğu semtler neredeyse tamamen ortadan kalktı. Bugünkü Kültürpark o yangından geriye kalan arazi üzerine kuruldu. (Çeşitli kaynaklar farklı rakamlar veriyor. Yangında 25.000 konut, işyeri, kilise vs. binanın yandığı, en az 10.000 insanın öldüğü söyleniyorr.)
Üzerinden yüzyıl geçti, yangını kimin çıkardığı hâlâ tartışılıyor. Aradığınızda bu konuda çokça makale, hatta kitap çıkar karşınıza. “Yangını Rumlar çıkardı”, “Ermeniler çıkardı”, “Biz söndüremedik”, "Aslında bu iş Sakallı Nurettin Paşa’nın marifetidir” diyenler var.
Yangına ilişkin Pelin Böke’nin “İzmir 1919-1922” kitabında (Tarih Vakfı Yurt Yayınları 2006) ve İpek Çalışlar’ın “Latife” kitabında (Doğan Kitap, 2006) ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz. İki kitabın genişçe tanıtımları bianet’te yayınlanmıştı. [3]
Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” kitabında yazdıkları, yangın konusunda bize öğretilenlerle pek çakışmaz. Milli Mücadele’nin muteber kalemlerinden Falih Rıfkı’nın tanıklığı, “Biz yakmadık” diyenleri doğrulamıyor. Şöyle der:
"Gâvur… İzmir'i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk?… Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe sanki Hıristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi."
1922 Yangını ve Falih Rıfkı’nın tanıklığı bugün hâlâ tartışılıyor. Ama şunu da düşünmeden geçemiyorsunuz; yaşadığımız son yüzyıl boyunca İzmir’in başına gelenler ve gelebilecekler acaba Falih Rıfkı’nın tanımladığı 1922’deki “ruh hali”nin başka biçimlerde yansıması mı?
Kordon Boyu örneği
İzmirlilerin, daha doğrusu kentteki muktedirlerin kent belleği ile başı oldum olası pek hoş değildir. Örneğin Kordon’da 1922 yangınından geriye kalan Levanten konutları da 1950 sonrasında yok edildi.
Özgün mimarileri ile önemli birer kentsel / kültürel miras olan bu yapıların yerine çok katlı apartmanlar kondurularak Kordon adeta çepeçevre bir sur duvarı ile kentten koparıldı. Mimarlık ortamına yabancı olmayan Tan Oral, çizgileriyle bu durumu çok iyi anlatıyor.
Ayrıca Gülnur Ballice’nin doktora tezinde (YÖK Ulusal Tez Arşivi No. 202702) Kordon’un geçirdiği bu kent kırımsal değişime ilişkin çok ayrıntılı bilgiler bulabilirsiniz. Ballice, kıyı boyunca sıralanan parsellerin önemli bir bölümünü tek tek ele almış, 1920’lerdeki yapılaşmayla bugünkü durumu karşılaştırmış.
Ballice’nin 2006'da verdiği doktora tezinin adı biraz uzunca: ”İzmir’de 20. YY. Konut Mimarisindeki Değişim ve Dönüşümlerin Genelde ve İzmir Kordon Alanı Örneğinde Değerlendirilmesi”. Ballice, zengin görsel belgeleri de içeren tez çalışmasında tarihi süreç içinde Kordon’daki yapılaşmayı anlatıyor. İki katlı özgün mimari örneklerinin nasıl yok edildiğini, bunların yerine inşa edilen 6-7 katlı apartmanlarla Kordon’un nasıl çevrelendiğini belgeleriyle ortaya koyuyor.
Kordon’da 1950’lerde başlayan ve sonrasında hız kazanan “apartmanlaşma”nın “kahramanları” kimlerdir? Hangi belediye başkanları, hangi meclis üyeleri, hangi mimarlar bu kentsel kırımda etkin olmuşlardır? Mülkiyet burada nasıl ve kimler arasında el değiştirmiştir? Bunlar aklınıza gelebilecek ve yanıtlarına ilişkin ipuçlarını Ballice’nin çalışmasında bulabileceğiniz sorular.
Soruları çoğaltmak, genişletmek mümkün. Örneğin 1922 sonrası “Emvali Metruke” (Terkedilmiş Mallar) ve Mübadele Komisyonlarının belgelerini irdelemek çok anlamlı olmalı. Cumhuriyet döneminde ilk muktedirlerin, yerli ve milli sermaye ve mülk sahiplerinin ortaya çıkışını İzmir örneği üzerinden daha ayrıntılı araştırmak sanırım yeni çalışmaların konusu olabilir. İlgilenenler örneğin, Kemal Arı’nın “Mübadele ve İzmir” başlıklı yazısını gözden geçirerek işe başlayabilir. (İzmir Kent Ansiklopedisi / Tarih / 2. Cilt, APİKAM yayını, 2003, s.32-57)
İzmir'in belediye başkanları ve kentsel miras
İzmir’deki kentsel gelişmelerin ve özellikle Konak Meydanı/nın yakın tarihini kentin gelmiş geçmiş belediye başkanları ile ilişkilendirerek anlatmak / anlamak mümkün. Bazı başkanların kentin merkezi Konak Meydanı ve çevresine ilişkin “icraatları” pek hoş hatırlanmaz.
1950’lerden başlayalım. Rauf Onursal (1950-1954) ünlü Sarı Kışla yıkımı ile hatırlanır. Konak Meydanını tanımlayan tarihi yapılardan biri olan kışla, onun döneminde yıkılmıştır. Yıkılmasına yıkılmıştır da yerine ne yapılacağına bir türlü karar verilememiştir.
1989-1994 yıllarında belediye başkanlığı yapan Yüksel Çakmur, meydanın önemli bir bölümünü kat karşılığı bir İtalyan firmasına vermeye kalkışmıştı. İtalyanlar buraya büyük bir alışveriş merkezi (Galeria) yapacaktı.
Çakmur eleştirileri hiç dikkate almadı. Kendisine karşı çıkanlara, mimarlara ve çevreci avukatlara “karafatmalar, hamam böcekleri” diye saldırdı. Sonunda “Galeria” girişimi yargı kararı ile durduruldu.
İzmir’de kentsel mirası yok etmeye niyetlenen bir diğer belediye başkanı da 1973-1980 yıllarında görev yapan İhsan Alyanak’tır. Boksörlükten geldiğinden olacak, “vur - yık” demeye pek yatkındı. Konak Meydanı çevresinde yer alan tarihi Kemeraltı Çarşısını yıkmaya, hatta Konak’tan giden yolun önüne çıkıyor diye Basmane Garını ortadan kaldırmaya kalkışmıştı.
Kısaca hatırlatalım, Basmane Garı, Paris’teki Eyfel Kulesinin mimarı Gustave Eiffel tarafından tasarlanmış, 1876 yılında inşa edilmiştir. Fransa’daki Lyon Garının ikizi olduğu söylenir. İzmir’in kentsel belleği içinde önemli bir yeri vardır.
Alyanak 12 Eylül darbesiyle, diğer bütün belediye başkanları gibi görevden ayrıldı, niyetlendiği yıkımları gerçekleştiremedi. Ama yine de kentsel miras açısından sicili pek temiz değildir. Örneğin Cumhuriyet’in izleyeceği politikaların yönünü, daha Cumhuriyet ilan edilmeden belirleyen 1923 İzmir İktisat Kongresinin yapıldığı Hamparsunyan Hanı onun zamanında yıkılmıştır. Arsası halen değnekçilerin yönlendirdiği bir otopark olarak kullanılmaktadır.
Alyanak’ın CHP, Çakmur’un SHP (Sosyaldemokrat Halkçı Parti) tarafından aday gösterilerek seçildiğini hatırlatalım. Yani öyle bir miktar sol taraflarda olmak da kente karşı işlenen suçları önlemeye yetmiyor.
Umarız Tunç Soyer bugün kendisine yöneltilen eleştirilere kulak verir, gelecek kuşaklar onu Konak Belediye Hizmet Binasını yıktırmasıyla hatırlamaz.
Merkezi iktidarın olası niyetleri
Belediye başkanları Konak Meydanı'nı kentin valileriyle paylaşmak durumunda. Vilayet Konağı bu meydanda bulunuyor. Dolayısıyla valiler de işe karışıyor. Konunun kent ölçeğinde kalmayacağı, işe AKP iktidarının da müdahil olabileceği, hatta olduğu gözden kaçırılmamalı.
Valinin “Şu Hükümet Konağı yıkılsa, yerine şöyle Osmanlı - Selçuk mimarisine uygun iki katlı yeni bir bina inşa edilse ne olur” dediği söyleniyor. Söylentinin de ötesinde gazetelerde yer alan bir habere göre geçen yıl İBB Hizmet Binası konusunda Vali şöyle demiş:
"Biz orada tarihi dokuyla uygun olmayan ve depremde hasar gören binaları yıkıyoruz. Orada tarihi dokuya uygun yeni binalar yaptıracağız. Eski fotoğrafları bulduk. Büyükşehir Belediye binasının depreme dayanıklılığı yoksa yıkılması lazım. Onun yerine tarihi dokuyla uyumlu, Konak Meydanına yakışan, kompakt bir belediye binası yapmakta fayda var."
Anlaşılan deprem bahanesiyle modern mimarlık ürünlerinin ortadan kaldırılması, yıkılacak binaların yerine “eskiyi ihya ediyoruz” diye inşa edilecek geçmişin replikaları veya yeni “külliye mimarisi” örnekleri ile Konak Meydanının “güncellenmesi” olasılık dışı değil.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum geçen hafta “Şehirlerin merkezine camiyi oturtacağız, cami etrafında şehirleşeceğiz” demiş. Acaba AKP iktidarı ve iktidar yanlıları Konak Atatürk Meydanı'na böyle bir yaklaşımla mı bakıyor? Paranoyak olmayalım tamam, ama bir miktar kuşkucu olmakta yarar var.
(AŞ/NÖ)
[1] https://bianet.org/biamag/toplum/251860-bir-izmir-turkusu-yikariz-konaklari
[3] https://m.bianet.org/bianet/kultur/85015-izmir-in-kurtulusu-izmir-in-yakilisi ve https://m.bianet.org/bianet/toplum/189674-izmir-in-taniklari