Takvimler mayıs ayının beşinci gününü gösterirken, akrep ve yelkovan günü bitirmiş geceye doğru yürüyordu.
Etnik kökeni, anadili, teninin rengi, yaşadıkları, geçmişi, düşleri ve dilekleri farklı yüzlerce insan İzmir'in dört bir yanından gelip, Gündoğdu meydanının yeşil çimenlerine oturdular.
Kadınlar, adamlar, çocuklar, gençler, yaşlılar, sevgililer, sevgisizler, güler yüzlüler, gülmez yüzlüler, uzun boylular, kısa boylular, sarı saçlılar, kara saçlılar, saçsızlar...
Karanlık örttü bütün ayrımları.
Çekirdek, balon, ışıklı plastik oyuncak ve su satanlar erkenden gelip alanda dolaşmaya başlamışlardı zaten. Pamuk helvacılar geldi en son ve vakit tamam oldu.
Daha bir kaç gün önce 1 Mayıs işçi bayramında yürüyen çoşkulu kalabalığın ayak izlerini belleğine saklayan meydan şimdi de, baharın gelişini kutlayanlara kucak açıyordu.
Roman müzisyenlerden oluşan Tepecik Senfoni Orkestrası gelip yerleşirken Gündoğdu'nun baş köşesine, terk edildi bütün suskunluklar, sessizlikler, boyun eğmeler. Geceye sesler doldu.
İçlerinde biriktirdikleri ne varsa, onları kuşanıp gelmişti insanlar;
Kahkahalarını, bağırışlarını, baş dönmelerini, kafa sallamalarını, göbek atmalarını, omuz kırmalarını, parmak şıklatmalarını ve ritmik adımlarını...
Çıngır çıngır çıngırdak sözleriyle başlayan müzik, her şeyi açığa çıkardı.
Çimenlere sere serpe oturan kalabalıktakiler, ne getirdilerse gönüllerinde, hiç esirgemeden boşalttılar orta yere. Söylediler, oynadılar, eğlendiler, yakılan ateşlerin üzerinden atladılar.
Tepecik Senfoni Orkestrası kendi içindeki fırtınayı, eğitimin uysallaştırıcı sürecinde tatlı bir melteme dönüştürmüştü. Kemandan klarnete, davuldan zurnaya, kanundan darbukaya dek, bir süre caz ritminde çoğaldı şarkılar.
Mozart'ın 40. senfonisini, Tanburi Cemil Bey'in Çeçen kızı izledi sonra. Sonra 9/8 ritmine geçildi.
Alıp başını giderken saatler, kalabalığın Roman olmayanları evlerine gitti usulca.
Konuk sanatçı Hamiyet geldi sonra. Senfoni orkestrası ile bir olup, daha da coşturdu geriye kalanları.
Gizlisi saklısı yoktu, bir Romanın diliyle konuşuyordu, uzun sarı saçlarıyla şarkılarken geceyi.
Saatler 12'yi geçip de, takvimler 6 Mayısa dönünce yüzünü, kağıtlara yazılı dilekler Kordon boyundan denize atıldı birer birer.
Sohbetlerinden duydum;
Kırmızı giysili o esmer kız, yakışıklı bir baro dilerken; hayatı yoksulluktan ibaret olan yaşlı kadın, günler önceden tahta maketini hazırladığı evi istedi.
Saçları jöleli kara gözlü delikanlı, istediği işi kurabilmesine yetecek bir AB fonu talep ederken; beş çocuk babası o kavruk adam belediyenin parklar ve bahçeler müdürlüğünde çalışacağı bir iş istedi, her bahar aramızda dolaştığı rivayet edilen Hızır Peygamberden.
Körfezin sularına bırakılan kağıtlara bakarken, 1972 yılı 6 Mayıs'ının bu saatlerini düşündüm yine.
Eğer dileklerin gerçekleşeceğine inansaydım; Üç Fidan'ı geri isterdim ben ve kırılan bütün fidanlarımızı. (Gİ/TK)