Tüm İzmirliler’in mutlaka değerlendirmesi gereken bir imkân: 7. Ege Belgesel Film Günleri.
20-23 Mayıs tarihleri arasında yapılacak festival, Ege Üniversitesinin Sinema Kampüs salonundaki ücretsiz gösterimlerle gerçekleşecek.
Kentin en özgürlükçü eğitim kurumlarından birinde, etrafımız dinamik öğrencilerle çevrili olarak son dönemin seçkin yerli ve yabancı belgeselleriyle hakikatı sorgulamak ve siyasi kimliğimizi perçinlemek için kaçırılmayacak bir fırsat.
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, İletişim Çalışmaları Topluluğunun gayretli ve azimli faaliyetleri sonucunda ortaya çıkabilen renkli etkinliğe Fransız Kültür Merkezinin de katkısı var.
Statükoyu eleştirmek, memleketin inkâr edilen bazı gerçekleriyle yüzleşmek, hatta hesaplaşmak için birbirinden çarpıcı yapımlar etkin bir vektör oluştururken harekete geçmemiz için de ilham verici olabilirler. Etkinlik boyunca bazı filmlerin yönetmenleri belgeselseverlerle beraber olup sorularına cevap verecekler.
Gezi ruhu dipdiri!
Yönetmenliğini Reyan Tuvi'nin yaptığı Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek adlı belgesel geçenlerde İKSV'nin düzenlediği İstanbul Film Festivalinde yer alan yapımlardandı. Şimdiye kadar seyrettiğim muhtelif Gezi filmleri arasındaki en çarpıcı örneği oluşturan 107 dakikalık belgesel kapsayıcı içeriği, asla yitirmediği ritmi, etkileyici kurgusu ve duygusal yanlarıyla tüm izleyecilerini etkileyecektir. Değerli müzisyen Serdar Ateşer'in katkısıyla artan mizahi tavır ise yöneticilerin düştüğü gülünç halleri hatırlayıp direnişi sürdürme yönündeki şevkimizi perçinliyor.
Albina Özden, Ayris Alptekin, Fehime Seven, Nazlı Bulum ve Sefa Tokgöz'ün yönettiği Ben Bir Slogan Buldum: Annem Benim Yanımda direniş sırasında, Taksim Gezi Parkının etrafındaki gençlere odaklanarak samimi itiraflarını belgeliyor.
Yönetmenliğini Jehane Noujaim'in yaptığı dünya çapında ödüllü Meydan da (The Square) Kahire Tahrir meydanındaki direnişi mümkün olduğunca geniş bir bakış açısıyla sunuyor.
Mukhtar Saad Shehata ile Samuli Schielke'nin yönettiği, bir diğer Mısır Devrimi belgeseli Gizli Başkent (Secret Capital) ise direnişin kırsal alandaki belirsizliklerine dikkat çekiyor. Filmler bunun daha başlangıç olduğunu, mücadeleye devam edilmesi gerektiğini bir kez daha gözümüze sokuyor.
Kürt realitesi
Kıvılcım Akay'ın yönettiği Dileğim Barış Olsun otuz yıldır süren savaşın en büyük mağdurları çocuklarla annelerin yaşadıklarını ve duygularını aktararak barışla ilgili geleceğe ümitle bakmamızı sağlıyor.
Zeynel Koç ve Cenk Örtülü'nün O İklimde Kalırdı Acılar'ı devlet eliyle kaybedilen ve katledildikten sonra toplu mezarlara gömülen insanların yakınlarına odaklanıp bu vahşete bir kez daha şahit olmamızı sağlıyor. Kürt coğrafyasında adalet için kat edilmesi gereken yolun uzunluğu devletin toplu mezarları kepçe ve iş makineleriyle açmasından da belli oluyor.
Kâzım Öz'ün Bir Varmış Bir Yokmuş’u (He Bû Tune Bû) Batmanlı mevsimlik bir işçi ailesinin hikâyesini aktarıyor. Yapım Fransa'nın en önemli belgesel etkinliği Cinema du Reel'de ödüle layık görülmüş, yönetmen Paris'te üç Kürt kadın siyasetçi Sakine Cansız, Fida Doğan ve Leyla Söylemez'in öldürülmesi karşısında Fransız hükümetinin ve Avrupa'nın duyarsızlığını protesto etmek için ödülü reddetmişti.
Azınlıklar azalırken...
Anadolu'nun kadim halklarından Süryaniler’e zarif olduğu kadar hüzünlü bir bakış atan Haydar Demirtaş, Misafir (Mêvan) adlı belgeselde bir zamanlar Suriye'ye göç etmek zorunda kalan annesini 75 yıl boyunca bekleyen Bahe'ye kamerasını yöneltip azınlık olmanın duygusunu katmerleyerek veriyor.
Başarılı fotoğraf yönetimiyle de dikkati çeken yapım Antalya Film Festivalinde yarışan yetkin belgesellerdendi. Bölgenin en köklü medeniyetinin günümüzde sürüklendiği acıklı manzaranın mağrur şahidi Deyrulzafarân manastırında yıllarca misafir edilen Bahe ne yazık ki kısa bir süre önce vefat etti.
Ermeni müzisyenler baba Onnik ve oğul Ara Dinkjiyan'ın yolculukları ABD'den başlayıp köklerinin bulunduğu Diyarbakır'a varıyor. Onur Günay ve Burcu Yıldız'ın yönettiği Garod adlı duygusal ve etkileyici yapım bu toprakların geçmişiyle yüzleşmek için biçilmiş kaftan, üstelik 1915'in yüzüncü yıldönümü kapıdayken… Resmen azınlık statüsünde olmasalar da, Anadolu'nun her yerinde Aleviler’e yönelik baskı politikalarından payına düşeni alan Balıkesirli Çepni Alevileri’nin yaratıp yüzyıllarca gizlediği şifreli dilin hikâyesi ise Kenan Özer'in Saklı Dil adlı filminde.
AİHM'in Türkiye'yi 1974 Kıbrıs işgali yüzünden 90 milyon avroluk tazminat ödemeye mahkûm ettiği bu günlerde, İstanbul'un incisi Prens Adaları’ndan Burgaz'a eğilen Nilüfer Uzunoğlu'nun belgeseli pek bir manidar: Lozan ve Yunanistan'la yapılan çeşitli anlaşmalar ihlal edilerek yürürlüğe sokulan, İstanbul, Bozcaada ve İmroz (Gökçeada) Rumlar’ının Türkiye'yi terk etmelerine sebep resmî düzenlemeler bir yana, Kıbrıs eksenli korkutma, yıldırma ve kaçırma politikasının etkileri Antigoni Küçük Adamız Hayatımız belgeselinde açıkça izleniyor.
(Rumeli köklerinin canlanma ihtimaline karşı mübadillerin yıllarca yüksek dozda milliyetçilikle beslendiği yerlerden Ayvalık'ın Cundası'nda, Taksiyarhis Kilisesinin Koç tarafından restore edilip müze olarak açılması da günümüzdeki enteresan bir başka gelişme. Tabii kaderin garip bir diğer cilvesi, bir zamanlar nüfusun %99'unu Rumlar’ın oluşturduğu İmroz'da Belediye'nin MHP tarafından yönetilmesi: Adanın doğal dengelerini gözetmeksizin inşaatlar sürdükçe bereketsiz toprakların bereket tanrısı Imbrassos'un lanetinden korunmaları zor olacak gibi görünüyor, geçen günkü sel felaketi bir uyarı mıydı ne?)
Yabancı belgesellerin gücü
Katıldığı çoğu festivalden ödülle çıkan ve seyredenleri dehşete düşüren Öldürme Eylemi'nin (The Act of Killing) bende yarattığı ilk tepki emsallerinin Türkiye'de de çekilebileceğiydi. 1965 yılında meydana gelen katliamların uygulayıcıları ne de olsa Endonezya'da hâlâ serbest, hatta toplumda saygın pozisyonları işgal etmeye devam edebiliyorlar. Yönetmen Joshua Oppenheimer'in cesaretine ve kahramanlarının hasta ruhuna yakından tanık olacağınız belgesel başlı başına bir deneyim.
Uzun Boylu Adam Mutlu Mu (Is the Man Who Is Tall Happy) değerli dilbilimci Noam Chomsky'yle yapılan röportajlardan yola çıkılarak Michel Gondry'nin oluşturduğu görsel bir şölen. Chomsky'nin felsefi düşünceleri veya mahrem anları kulaklarınızı okşarken animasyonla belgeselin yoğun dansına da gözlerinizle şahit olacaksınız.
Putin Rusya’sında insan haklarının geldiği korkutucu durumun sembollerinden biri halindeki punk müzisyen kızlarının başına gelenleri Pussy Riot: Bir Punk Duası (Pussy Riot: A Punk Prayer) adlı yapımda izleyeceksiniz. Mike Lerner ve Maxim Pozdorovkin'in yönettiği belgeselde görüldüğü üzere, otoritesini empoze etmek için dinî kurumlarla da bağını kuvvetlendirmekten imtina etmeyen Rusya lideri muhafazakârlaşıp özellikle LGBT bireyleri baskı altına alırken her türlü özgür ifade biçimine de tahammülsüzce müdahale ediyor, en son konulan sanatta küfür yasağı, durumun vardığı absürdite seviyesinin göstergesi.
Göçmenlik
Almanya doğumlu genç yönetmen Tuna Kaptan'ın Sınırdakiler (Two at the Border) adlı etkileyici belgeseli Edirne'de yasa dışı yollarla Yunanistan'a mülteci kaçıran iki kişiye odaklanıyor. Prömiyeri Amsterdam'daki IDFA'da gerçekleşen çarpıcı yapımda gördüğümüz gibi, ekonomik, sosyal ve kültürel krizle pençeleşmekte olan AB yabancılara kapılarını kapattıkça örneklerine bilhassa Ege kıyılarında sık sık rastladığımız facia kurbanlarının sayısı artmakta…
Türkiye'deki statüleri "misafir" gibi muğlak bir çerçeveye oturtulan Suriyeli göçmenlerin acınası hali Eylem Şen'in Asfur adlı belgeselinde sergileniyor.
Sefalet, açlık ve işsizlik bir yana, eğitim alamayan çocuklar, ayrımcılığa ve ırkçılığa tabi tutulanlar, düşük ücrete çalıştırılanlar, can güvenliklerinden korkmaya devam edenler, kendinden çok yaşlı erkeklerle çaresizlikten evlendirilen genç kızlar, yanıbaşımızdaki savaştan kaçanlara sunulan ortamın alametifarikaları durumunda…
İsviçre'de büyüyen Ufuk Emiroğlu'nun biyografik öğelerle öne çıkan Babam, Devrim ve Ben adlı belgeseli 1980 öncesi sol bir örgütün lider kadrosunda yer alan baba ile kızının ilişkisini anlatıyor. Kurmaca ile animasyon arasında gidip gelen filmde ebeveyn mitosunun yıkılma süreci bir gurbetçi evladının hassas filtresinden incelikle aktarılıyor.
Aile ilişkilerindeki şiddet ise Biene Pilavcı'nın ödüllü Tek Başına Dans (Alleine Tanzen) adlı yapımında ayrıntılarıyla teşhir ediliyor. Almanya’ya göç edenlerin karşılaştığı çoğu problemi adeta bünyesinde toplayan Biene bir arınma metodu olarak kullandığı belgeseline aile fertlerini dahil ederken mahrem dünyasını hepimize açıyor, helal olsun...
Dahası var!
Esra Açıkgöz ve Hakan Alp'ın yönettiği Nefret farklı din, etnik kimlik, cinsiyet, cinsel yönelim ve ideolojideki kişileri dinlememizi, empati gücümüzü artırmamızı tavsiye ediyor: Zor gibi görünse de hepimizin boynunun borcu...
Nilgün Eroğlu Maktav'ın yönettiği Karanlığın Renkleri, bir grup görme engelli kahramanın hayatları üzerinden o karanlığı anlamaya, karanlığın renklerini görmeye çalışan özel bir belgesel.
Fırtına Emine 85 yaşındaki Emine Danış'ın Rize Çamlıhemşin'de tek başına yaşadığı Çinçiva köyündeki hayat mücadelesine tanıklık ediyor. Yönetmenliğini Özay Şahin'in yaptığı belgesel doğa ve geleneksel yaşam biçimleriyle tekrar oluşturmamız gereken bağın yaşayan son örneklerinden birini bizimle tanıştırarak sanki bir an önce harekete geçmemizi tavsiye ediyor.
Burak Serbest'in Negri ile İstanbul'da adlı yapımı, ünlü filozof Antonio Negri'nin izinden giderek İstanbul'un hızla ve vahşice şekillendirilen metropol kimliğini sorguluyor.
Türkiye'nin ilk şehir planlamacısı, Osmanlı Yahudisi Aron Angel'in büyük bir müze olarak hayal ettiği İstanbul'un gidişatına bir dur dememiz gerektiği İstanbul Hayali adlı belgeselle bir kez daha hatırlatılıyor. Perihan Bayraktar'ın yönettiği ibretlik yapım çarpık kentleşme, agresif müdahaleler, gökdelen ve AVM'ler diyarı haline gelip ruhunu yitiren imparatorluklar başkentine acı bir bakış.
P.Ulaş Dutlu ve Özge Özgüner'in yönettiği Voltrans adlı yapım trans erkek dayanışma örgütü Voltrans aracılığıyla sadece eşcinsellere değil, toplumsal cinsiyet, cinsellik ve cinsel kimlik konusunda kafa açmak isteyen herkese sesleniyor.
Documentarist ekibinden Emel Çelebi'nin Külkedisi Değiliz adlı yapımı sosyal güvencesi olmadan çalışan, iş kazası geçirip sakat kalan, hatta cam silerken düşüp hayatını kaybeden ev işçilerine odaklanıp sendikalaşma yolundaki mücadelelerine destek veriyor; ne de olsa tüm dünyada ve Türkiye'de, Soma faciasında yaşandığı gibi, işçi cinayetleri artarak devam ediyor…
Anıl Çizmecioğlu'nun Eğitim Zayiatı zorunlu askerlik sırasında "intihar" iddiasıyla hayatını kaybedenlere eğilirken aralarında Sevag Balıkçı'nınki de dahil olmak üzere bazı ailelerin adalet arayışı sırasında yaşadıkları olayları ve ölümlerin ardındaki şüpheleri derinleştirecek bulguları aktarıyor.
Güliz Sağlam'ın Tepecik Hayal Okulu kendine has sinemacı Ahmet Uluçay'ın hazin hikâyesini mercek altına alırken imkânsızlıklar içinde kendini sanatına adayan Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminin yönetmenine saygı duruşunda bulunuyor.
7.Ege Belgesel Film Günlerinin zengin programına hepiniz davetlisiniz…(MT/NV)
Programa ulaşmak için tıklayınız.