2008 yılında Ebay kullanıcıları garip bir ilan ile karşılaştılar. “Muhteşem doğası ve atları olan, ancak mali durumu iyileştirme gerektiren” duyurusuyla ile İzlanda açılış fiyatı 99 peny’e satışa çıkarıldı. Ücret milyonlara ulaşırken, 340 bin nüfusu ile dünyanın en küçük ve huzurlu ülkelerinden İzlanda 2008 krizinin ilk kurbanı olarak tarihte yerini alıyordu. Fakat kriz sonrası gerçekleşenler İzlanda’nın nevi şahsına münhasır bir ülke olduğunu ispat etmesine neden oldu.
Kriz sonrasında yaşananlar pek hafızada kalmasa da İzlanda’nın krize verdiği cevap onun kurtarıcısı oldu. İzlanda deneyimi, “barışçıl devrim”, “tencere tava devrimi” olarak anılan sosyal hareket, krizin yıkımını halktan değil, uygulayıcılardan, krizden sorumlu kişilerin yargılaması ile eşsizleşti. Hareket borçların ödenme koşullarını şeffaf bir şekilde referandum ile tartıştı ve sorumlu olan hükümeti istifaya zorladı.
İzlanda’daki hikaye tam olarak halkın kaderini kendi tayin etmesiydi. Referandumu şeffaf ve çok aşamalı bir anayasa yapım süreci izledi. Ülke, uluslararası bağımlılık yaratan anlaşmalardan sıyrıldı.
Zenginliğe giriş
İzlandalı yazar Olafur Arnarson yeni bir düzenin geldiğini bir anda her yerde zenginleri görmeye başlaması ile anlatıyor (1). Ona göre bu İzlanda için olağan bir durum değildi. Sanki bir gecede herkes zenginleşmiş ve alışılmadık lüks tüketimine ihtiyaç duymuştu. Almanya’dan arabalar, İtalya’dan pahalı şaraplar ülkeye girmeye başladı. İzlanda piyasa ekonomisine 1994 yılında Baltık ülkeleri ile birlikte Avrupa Ekonomik Alanına (EEA) girerek entegre oldu. Fakat Baltık ülkelerinden farklı olarak finans sektörüne yoğunlaşma yaşandı.
1990’larda başlayan liberalleşmeyi 2003 yılında tüm bankaların özelleşmesi izledi. Bunun yanında finans sektörü ile birlikte para değerlendikçe ülkedeki fiyatlar da artmaya başladı. Verilen konut kredileri neredeyse faizsiz bir şekilde insanlara ev satın alma imkanı sunuyordu. Evlerin metre kareleri ve tüketim büyüdü. Görünürde İzlandalılar zenginleşti, fakat sürdürülebilir bir zenginlik değildi bu. Finans sektörü ile kazandığı paralar ile balıkçılığı bırakıp alışveriş merkezi satın alan İzlandalılar ortaya çıktı. Bunun yanında özellikle İngiltere ve Hollandalı yatırımcılar faizlerin düşüklüğünden dolayı gözlerini İzlanda’ya çeviriyordu.
Kriz geliyor
Bir çok ekonomist İzlanda’yı finansal deney olarak görüyordu. Bu deney 2008’de krizin patlak vermesi ile bir katostrofiye dönüştü. Özellikle de AB ülkeleri için.
Gelişmiş bir ülke iflas ediyordu... Ülkenin satışa çıkarılmış olması bulunduğu krizin derinliğini açıklıyordu. 2008’de İzlanda’nın en önemli üç bankası iflas etti. İzlanda’nın bankalarının borcu, ülkenin gayri safi hâsılasını katlıyordu. Dönemin milli futbol takım teknik direktörü ve zenginlerinden Eyjolfur Sverrisson bile sermaye kontrolü nedeniyle banka para vermeyince parasız kalmıştı (2). İnsanların evlerinin değeri bir gecede yarıya düşmüştü. İnsanlar hem borçlarından dolayı evlerinden oluyor ama hala ödemesi gereken yüksek bir faturayla karşılaşıyordu.
Dövizin düşmesi ve borsada yüzde 76’lık bir çöküşten sonra İzlanda iflas etti.
İzlandalılar da mı tembel?
İzlanda’nın krizden sıyrılmadaki önceliği kendi batmış bankalarını kurtarmak değil, kendi vatandaşının birikimlerini korumak oldu. Bu da yabancı yatırımcıları ciddi oranda zarara uğrattı.
İzlandalılar borçları ödemeyi reddederken İngiltere basını “tembel İzlandalılar”, “onların hatalarını biz mi ödeyelim”, “küstahlık“ gibi açıklamalarda bulundular. “Kuzey’in Küba’sı mı olmak istiyorsunuz“ soruları ile tehdit edildiler. (3)
Ayaklanma ve sonuçları
Kendilerinin sorumlu olmadığı borçları ödemeyi reddeden kitleler başkent Reykjavik’te parlamento önünde protestolara başladı. Binlerce insan Reykjavik ana meydanını doldurarak tencere, tava ile parlamento binasına yoğurt ve meyve fırlattılar, dayanışma şarkıları söylediler.
Reykjavik’in en büyük sinema salonu bir forum alanına dönüştü. Ocak 2009’da erken seçim çağrısı yapıldı ve muhafazakâr Haarden hükümeti istifaya zorlandı.
Nisan seçimlerinde Yeşiller, sol ve sosyal demokratların ittifakı ile koalisyon hükümeti kuruldu. Kriz 2009 yılında devam ederken GSYİH’nin yüzde 7 oranında düştü.
İngiltere ve Hollanda’dan borçların ödenmesi için baskı devam ediyordu. Meclis, bu ülkelere olan 3 milyar 500 milyon dolar borcun ödemesini savundu. Bu borç İzlandalılar tarafından yüze 5.5 oranlı faiz ile 15 yıl boyunca ödenecekti.
İnsanlar yeniden sokağa döküldüler ve referandum çağrısında bulundular.
Mart ayında gerçekleşen referandumda hayır oyu yüzde 93 idi. Referandumun ardından IMF, İzlanda’ya yaptığı “ekonomik yardımları” dondurdu.
Tutuklayın bankacıları
Referandum hesap sormanın en büyük adımını oluşturdu. Hükümet, krizin sorumluları ile ilgili soruşturma başlattı. Böylece üst düzey bankacılar ve yöneticiler tutuklandı. Bankacılar ülkeden kaçarken Interpol, Kaupthing Bank’ın eski başkanı Sigurdur Einarsson’a karşı uluslararası bir tutuklama emri çıkardı (4).
Yeni anayasa
Hesap sormayı da demokratik anayasa süreci izledi. Dünya ilk online anayasa taslağıyla İzlanda sayesinde tanıştı. Tartışmalar için Facebook sayfası bile kuruldu. İzlandalılar tarafından hazırlanan taslak, Parlamento’ya sunuldu. Yeni anayasanın hazırlanması için herhangi bir politik bağlantısı olmayan 25 kişi seçildi.
Demokrasi devam ediyor
Kriz ile birlikte tüm nüfus siyasi bir kimliğe büründü. İzlandalı bir şair şöyle diyor:
“Benim siyaset ile alakam yoktu fakat bu aşağıdan doğan hareketin oluşmasına katkıda bulundum. Seçimlerden tam sekiz hafta önce kurulduk, liderimiz yoktu, kendimize sağ ya da sol demiyorduk, üç talepte örgütleniyorduk; demokratik reform, şeffaflık ve bankaları değil insanları kurtarm ak. Ne paramız vardı, ne de aramızda uzmanlar. Biz sadece yetti diyen insanlardık.” (5)
İzlanda’da krize karşı yükselen sosyal hareket hem hedefine ulaşmakta başarılı oldu hem de bir çok şeyi değiştirmeyi başladı.
İlk olarak sokak hareketi kazandı ve talep ettiği referandum gerçekleşti. Sonuç İngiltere ve Hollanda’ya borçların ödenmemesi oldu.
Referandum İzlanda’nın o anki borç yükünü hafifletti ve pazarlık etmede elini güçlendirdi. Ayrıca ülkede kreditörler ve uluslararası finans kurumlar saygınlığını yitirdi.
Ayaklanmanın aktörleri protestocular meclise girdi. Bunlardan biri de Birgitta Jonsodottir. Kendisi protestolarla birlikte egemen erkek bankacı figüründen daha cinsiyet eşitliği güden bir meclis ve çalışma alanına sahip olduklarını söylüyor.
İzlanda finansal kurumlardan sonra hesap sormayı öğretti. Borcu halka yığmak yerine sorumluları yargıladı.
Yeni anayasada şeffaflık esas alındı. Yazım süreci internet üzerinden, herkese açık bir şekilde gerçekleşti.
İzlanda deneyimi bir demokrasi mücadelesiydi ve hala devam ediyor.
Referandum ile karar alma ve meşru olmadığı takdirde “hükümet istifa” deme hakkını gözler önüne seriyor.
İzlanda deneyimi yüzde 1'in elinde toparlanan zenginliğe karşı bir isyandı ve 2008’den beri mücadele devam ediyor. (BZ/ÇT)
**
(1) How to start a revolution: Learn from Iceland!, The Dumb Planet, 15.05.2012
(2) İzlanda Satılık ülke iken örnek ülke oldu, Habertürk, 01.07.2015
(3) Iceland's On-going Revolution, Daily Kos, 01.09.2011
(4) İzlanda: Yumurta, tava ve çığlıkla gelen sessiz “Devrim” –Nosinmibici, Sendika.org, 14.02.2011
(5) Birgitta Jónsdóttir, Lessons from Iceland: the people can have the power, The Guardian, 15.11.2011