Beyrut Amerikan Üniversitesi öğretim üyesi Melissa Ajamian'ın Beyrut'taki patlamadan sonra www.middleeasteye.net'te yazdığı yazıyı Melek Ulagay Taylan'ın çevirisiyle yayımlıyoruz.
"Büyük acılar insanları arıtır"
Mey Ziyade
Lübnanlı kadın yazar
4 Ağustos 2020 günü sabah kalkıp kahvemi yaptım, kahvaltımı hazırladım, hatta ilave olarak bir tane şeftali bile yedim. İki gün önce, 34’üncü yaş günümü kutlamıştım. Günlerce süren yalnızlığımı geride bırakıp, birkaç yakın arkadaşımla buluşmuş, kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Gittikçe azalan maaşım, zorlaşan yaşam koşulları, beni durduramayacaktı, mutlu olmaya kararlıydım.
Akşam üstü saat altı sularında çok tuhaf, hiç alışık olmadığım gürültülerle uyandım. Yataktan kalkıp oturma odasına geçtim, pencereyi açıp dışarıya baktım, ürkmüş ve meraklanmıştım. Yoksa üzerimize bomba mı yağacaktı? Yeni ve daha korkunç bir cehennemde miydim?
Binlerce cam parçacığı
Birden kör edici bir ışık, kulak zarımı yırtacak bir gürültü ve yüzüme çarparak beni odanın ortasına savuran bir sıcak hava dalgası ile kendimi yerde buldum. Oturma odası içindeki her şey ile patlamıştı. Pencerenin biri tümüyle karşı duvara çarpıp binlerce küçük cam parçasına bölündükten sonra, koltuğun üzerine yıkılmış, ucuza aldığım İkea lamba da onlara eşlik ediyordu. Prizden çıkan TV yerde yatıyordu. Perdeler yırtılmış, kumaş parçacıkları etrafa yayılmış can çekişen kuşlar gibi kıpırdıyordu. Her iki balkonun kapısı Exorcist\Şeytan filminden bir sahne gibi çerçeveleriyle birlikte havaya uçmuş, binlerce küçük cam parçacığı olarak arkamdaki duvara, koltuklara ve yere yapışmıştı. Sokak kapısına doğru ne zaman koşmaya başladığımı tam olarak anımsamıyorum, bağırıyor muydum? Herkesin söylemesine göre mutlaka bağırıyor olmalıydım.
Kedimi bulmalıyım
Fotoğraf: Middle East Eye
Çıplak ayaklarımla camların üzerinden yürürken kendi derimi hiç hissetmedim. Sokak kapısı açıktı, onu iterek kapattım. Koşarak yatak odama gittim, şaşkınlık içinde insan böyle bir durumda üstüne ne giyer diye düşündüm. Ellerimle yüzümü ve tüm gövdemi yokladım. Yaralı değildim. Üzerime bir şey giyip koşarak alt kattaki komşumun yanına indim. Lübnan’ın sayısız savaşlarına ve iç savaşa tanıklık etmiş yaşlı kadın, çığlıklar atarak bağırıyordu, yanında kucağında bebeği ile ağlayan kızı vardı. Ben henüz ağlamamıştım.
Tekrar koşarak kendi katıma girdim, kedimi bulmalıydım. Kapısı açılmış bir dolabın içinde, benim gömleklerimin arasına gizlenmişti. Koşarak sokağa indim. Sokakta her yer sarı, kırmızı ve turuncu renge bürünmüştü. Hava, daha sonra aliminyum nitrat olduğunu öğrendiğim bir koku ile kaplıydı. Tek duyduğum çığlık çığlığa bağıran insan sesleriydi. Vietnam savaşlarını anlatan bir film karesi gibi. Herkes Napalm bombasına maruz kalan Vietnamlı kız Phan Thi Kim Phue gibiydi. İnsanlar bağırarak üzerime doğru gelirken olduğum yerde döndüm ve arkamda duran Gemmayze’ye baktım. Tek gördüğüm kocaman karanlık bir duman yığınıydı.
Tüm camları patlamış siyah bir cip yanıma park etti. İçindeki kadınla çok eskiden tanışıyormuşuz gibi bakıştık, pandeminin ve cehennemin ortasında iki kadın, ele ele tutuştuk ve ağlamaya başladık. İlk kez ağlıyordum.
Sonra telefonuma baktım ve onlarca mesaj gördüm. “Mel, nerdesin?” "Mel, yaşıyor musun?” Ailem, arkadaşlarım, öğrenciler, meslektaşlarım... Herkese mesaj attım, “İyiyim, yaşıyorum, hepinizi çok seviyorum”. Bir arkadaşım motosikletiyle beni almaya geldi. Birlikte benim katıma çıktık. Para çantamı, telefonun şarj aletini, iç çamaşırlarımı siyah bir çöp torbasının için attım, annem ve babamın evine gittim. Nasıl gittiğimi hatırlamıyorum.
Yas tutacak zamanım yok
Haberleri annem ve babamla izlerken, olayın büyüklüğünü, insan kaybını Beyrut’un bir bölümünün yok olduğunu anladım. Çocukluk odama gidip, toz, ter ve kokular içinde yatağıma girdim ve çarşafı üzerime çektim. Başım ağrıyor, ama yüreğim acıyordu. Öylece yattım karanlıkta, gözlerim odanın içinde dolanıp duruyordu.
Ertesi gün olayların büyüklüğünü ve korkunçluğunu ancak kavrayabildim. İçimde bir şeyler ölmüştü. Tükenmiş, travmaların içinde yuvarlanıyordum. Sadece maddi zararlar ile kurtulduğum için büyük bir vicdan azabı çekiyordum. Ne yemek yiyor ne de uyku uyuyabiliyordum. Duşa bile girmemiştim. Gündelik yaşamla tüm ilişkilerim yok olmuştu.
Bugün, yüreğim göğüs kafesimin içinde parçalanmış olarak duruyor. Patlamanın sesi hala kulaklarımda, yüzlerce defa aynı sesi duyuyorum. Dehşet içindeyim, kafamın içinde düşüncelerimi toparlayamıyorum. Suçluluk hissi içindeyim, gidip komşularıma, yaşayanlara yardım etmeliyim. Yas tutacak zamanım yok.
Eve dönüyorum. Kedim olduğu yerden hiç kıpırdamamış, ne yemek yemiş, ne su içmiş ne de kumuna gitmiş. Beni görünce tuhaf, hüzünlü gözlerle baktı. Uyumaya çalışıyorum ama kafamın içinde kırılan camların sesi dolaşıyor. Mahallenin insanları sokakları temizlemeye, yıkıntıları ve cam kırıklarını toplamaya başlamışlar. Hükümet ise sessiz ve yeni hesaplar içinde. İnsanlara büyük bir sevgi duyuyorum, onlar bana bu ülkede her şeye rağmen sevilecek, uğrunda yaşanacak güzel şeyler de olabileceğini hatırlatıyor.
Salona gidip cam kırıklarını süpürmeye başlıyorum.
(MUT\NÖ)
* Manşet fotoğrafı: Houssam Shbaro – Beyrut/AA