Akşener, parti kurulmadan önceki açıklamalarında bir merkez siyaset boşluğu olduğunu ve kendilerini bu alanda konumlandıracaklarını açıklamıştı. Genel olarak İslamcı, radikal sağcı, solcu ve özellikle MHP’de temsiliyetini bulan milliyetçi siyasetlerin dışında, ama bir yanıyla da toplumdaki karşılığı daha geniş bir alana yayılması açısından onların üzerinde bir merkez parti iddialarının altını çiziyordu.
Merkez parti nedir?
21 Temmuz 2017 tarihinde “Meral Akşener’in Siyasi Seçimi” başlıklı yazımda merkez siyaseti hakkında şunları yazmışım: “Merkez siyasetin esası, mevcut sistemin ana kodlarına dokunmadan, yani cumhuriyetin ve ona göre şekillenmiş devletin asli mekanizmalarına çomak sokmadan idare-i maslahat yapmaktır. Merkez siyaset için sistemden alabildiğine beslenen, bunu yaparken de popülizmi ve pragmatizmi kullanan, yeri geldiğinde dini, yeri geldiğinde milliyetçiliği, muhafazakarlığı öne çıkaran, kimi zaman liberal politikaların önünü açan, bölgede öncü devlet iddiasıyla başını belaya sokmayan, batı ile ilişkileri daima sıcak tutmaya çalışan, güçler ayrılığı ilkesine bir ölçüde uyan ve devrimci sola karşı düşmanca çizgi izleyen bir politik formasyona sahiptir diyebiliriz.”
Bu yazıda merkez siyasetin asli özelliklerinden olan Kürt düşmanlığını ve burjuvazinin tavrını atlamışım. Şimdi ekliyorum ve merkez parti siyasetinin en belirgin özelliğinin, burjuvazinin desteği olduğunun altını çiziyorum.
İyi Parti kurulduğunda merkez parti sıfatı açısından güçlü kadrolara ve burjuvazi desteğine sahip olmadığı görüldü. Bunu kısmen günün koşullarıyla, yani AKP iktidarının otoriterliğinden çekinen çevrelerin olmasına bağlayabiliriz. Ancak bu zayıflığın esas olarak partinin kendisinden kaynaklandığı da bir gerçek.
Görünen o ki, ne İyi Parti merkez partisi olabilir ne de Akşener’in kapasitesi buna yetebilir.
Ancak bana göre yakın geleceğin siyasal durumu açısından bunun bir önemi yok.
İyi Parti’yi fonksiyonel kılan nedir?
Bir anaya değişikliği yapıldı. Bu değişikliğin birçok önemli noktaları olmakla birlikte yürütme açısından iki temel özelliği var. Birisi, cumhurbaşkanlığı seçiminde adayların seçilebilmesi için yüzde 50 artı bir oy alması gerekir. Bunun anlamı, seçim barajının yüzde 50’ye çıktığıdır.
İkincisi, TBMM’nin etkisiz hale getirilmiş olmasıdır. TBMM yeni anayasaya göre içeriği boşaltılmış, daha çok göstermelik bir kurum haline dönüştürülmüştür. Bizim de meclisimiz var denilerek demokrasiye bir kanıt babında tutulan şekli bir kurumdur. Meclisin araştırma ve soru önergeleri bile formalite düzeyine indirildi. Ve daha kötüsü yasama organı olan meclis, yürütmenin hakimiyetinde bir tasdik kuruluşu, bir noter haline getirildi. Cumhurbaşkanı istediği kanunu meclisten geçiremiyor mu, işleri KHK ile yürütme yetisi var.
Etkisizleştirilmiş böyle bir meclise yüzde 10 barajını aşarak girilse ne yazar? Elbette partinin toplumdaki temsiliyeti açısından bir önemi var, ama belirleyici değil. Varsayalım ki mecliste cumhurbaşkanlığını kazanan partiden daha fazla milletvekili sayısına sahip olunsa, yine de bu partinin yürütmeyi etkileyecek yeterli bir gücü olamayacak. Çünkü bu öyle bir anayasa değişikliği ki, yürütme tam bir tek kişinin eline verilmiş durumda. Daha acı bir durum; cumhurbaşkanlığını ve yürütmeyi denetleyen ne bir meclis ne idari ne de hukuk kurumu var!
Böylesi bir başkanlığın ne demek olduğunu daha şimdiden görüyoruz. Örneğin Erdoğan TEOG’u istemiyorum dedi, sistem kaldırıldı. Halbuki mevcut durumda bir hükümet ve onun başbakanı var! Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi partisi de tek kişilik mutlaklığın acılarını kendi içinde yaşıyor. Her şey bir emirle, imayla yürütülüyor. Bir de Erdoğan’ın yeni anayasal yetkilere göre başkan olduğunu düşünün!
İyi Parti’nin bu anlamda milletvekili seçim barajını geçip geçmemesi önemli değil.
İyi Parti’nin CHP’den oy alması da önemli değil.
Önemli olan İyi Parti’nin AKP-MHP ittifakından oy koparmasıdır.
Anayasa oylamasındaki evet hayır kesimi başa baştır; yani yüzde 49, yüzde 51. İyi Parti, bu iktidar cenahı ittifakının reel oylarından yüzde 2 koparması bile iktidarın değişmesi için yeterlidir!
İşte bütün korku buradan kaynaklanıyor.
Hayır kesimi İyi Parti’ye bu açıdan bakmalı ve mevcut potansiyelini geliştirmesinin önüne engel çıkarmamalı.
Elbette İyi Parti’nin siyasetine katılmayabilir, başta Akşener olmak üzere kadrolarına dair epeyi muhalif bir bakışa sahip olabilirsiniz. Oy vermezsiniz, olur biter. Yani İyi Parti’yi ideolojik olarak yere batırmanın da (genel olarak sol kesimde böyle bir tavır var), Erdoğan-Bahçeli ittifakına muhalif diye övgüler düzmenin de (Ataol Behramoğlu sancıları) yanlış olduğu kanısındayım.
Somut ve açık düşüncem şudur: İyi Parti’ye kesinlikle oy vermem. Ancak ceberut başkanlık sistemine karşı İyi Parti’yle aynı doğrultuda oy kullanır ve bu anlamda siyasi dayanışma da bulunurum!
Bir “hayır”cı olarak önümüzdeki somut durum budur. Yoksa bol bol ideolojiden, siyasetten, yakın geçmişte yaşananlardan söz edebilir, sayfalarca yazabiliriz.
Peki, neye yarar? (HŞ/HK)