Görsel: Pieter Bruegel, Çocuk Oyunları
“Biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk
Sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk”*
Çocuğun/çocukluğun tema olduğu alanlarda gün geçmiyor ki içinde “iyi” sıfatı olmayan bir karşılaşma yaşamayalım… “İyi ebeveynlik”, “iyi terapi”, “iyi okul” başlıkları spot söylemlerden sanal ağa, gündelik yaşamdan fantazmaya doğru tekinsiz yol alışına devam ediyor.
Ebeveynlik neredeyse çoğu ebeveyn için dolaylı bir proje alanı. Çocuğun dünyaya gelişi ile toplum içinde yükselişe geçen proje dili ve edebiyatı çocukları için “en iyisi”ni eylemeye çalışan ebeveynleri hızlıca yakalıyor. Okulların kayıt süreçlerinin devam ettiği şu günlerde ise, "oyunda, ekolojide, akademide iyi" okul sloganlarıyla açılan standlarda, ebeveynler neyin en iyi olduğunu düşüne dururken, çocuğun "kayıtlanacağı" okul hakkındaki farkındalığının yeterli ilgiye mazhar olamaması gitgide dramatikleşiyor. “İyi okul” personası sayesinde(!) ebeveynliğin dayanılmazlığı hafiflerken, çocuğun çocukluğu geçiştiriliyor. Yetişkinler arası “iyi” örgütlenmiş işbirliğinde çocuk, nesne rolünün dışına istese de çıkamıyor.
Ne var ki “iyi” kavramını nesnesiz ele alıp eylemi öne çıkardığınızda, iyinin bir bütün olarak sizin deneyim ve gözlem alanınıza yaslandığını görürsünüz. “Bu iyi olmuş, iyi konuşuyorsun, iyi dans ediyorum" vb argümanlarının tamamı aksiyondaki iyiliği işaret eder. Lakin “iyi”yi mertebe bildiren bir sıfat olarak kullandığınızda, artık nesne üst iradi bir işaretlemeye, bir atamaya maruz kalmış demektir. Birileri tarafından “iyi” olarak betimlenmiş nesnenin gerçeğin varlık alanından hazza/fanteziye (ç)evrilmesi vesayeti özgürleştirirken, kişinin akışkan tasarımını baskılar.
“İyi okul” hiç şüphesiz yetişkinin varlık alanı/ihtiyacından açığa çıkan ve endüstri dünyasına seslenen bir kampanya. Yetişkinin ebeveynliğine eşlik eden çocukluğu, çocukluğa dair hevesleri ve arzuları her ne kadar çocukla ilişkiselliğini dolaysız etkiliyorsa, tercihlerini de bir o kadar sıkıştırıyor. İyi okul endüstrisi tam da bu sıkışmaya hitap eden yapay bir motivasyon örgütleyerek, yetişkinin kararsızlığını yakalıyor. Bununla beraber okula yerleşecek ve orada varlığını idame ettirecek, sürdürecek olan çocuğun dünyası ve gerçekliğine uzaklık garantileniyor. “İyi okul” adı altında kompanse edilen yetişkin temsilleri früstratif hayalleri kaçınılmaz hale getirirken, amansız hülyaları buyur etmeye devam ediyor.
“İyi okul”culuğun en majör vaatlerinden olan anlık ve hızlı iletişim böylelikle sahnedeki yerini hızlıca (!) alabiliyor. Çocuğun gündeliğinin şişirilmesi ve görseller aracılığıyla düzenli aralıklarla ebeveynlerle ya da sosyal medya aracılığıyla topluma sunulması ve kayıt altına alınması “iyi okul” imajını şişiriyor.
Yetişkinin “hızlı” bilgi alma ihtiyacını gözeten “çocuğunuzun eylediklerini anlık sizinle paylaşıyoruz” düsturu pedagojik araz barındırmasının yanı sıra, “iletişimin” nasıl olması gerektiği hakkında ahkam kestiği için dahi çocukla bağlantılanmak yerine endüstri/kapital dünyası ve sanal gerçeklikle bağlantılanmayı tercih etmek anlamına geliyor. Bir diğer yandan, "alternatif" tandanslı okulların bu endüstriyel/dezorganize motivasyonlarda fütursuzca salındığını görüyoruz. Böylece çocukluğun alternatifinin olmadığını ve çocuğun varoluşsal haklarını esas almayan bir düzeneğin "iyi"liğini tarif etmenin manasızlığını artık tartışmaya da gerek kalmıyor.
“İyi okul”ların en sevdiği jargonlardan olan erken kayıt hizmeti ise hıza ve aksiyona yaptığı çağrı ile; yalnızca ‘parası olan’ın ebeveynliğini yüreklendiriyor. Okula kaydın erkenleşmesi, hız ve hareket endüstrisine çok şey anlatırken; ebeveynin çocuğa dair marazlı kurgularını serbest bırakıyor. Pozisyonel vasıta, eğitimin sektörlüğünü “erken”cilikle taşıyor.
İyi okul dili ve edebiyatının en sevdiği vaatlerden bir diğeri “yabancı dil” edindirmek... Erken ve ikinci çağ çocukluklarını ayırt etmeksizin “anadilinde” yabancı dil öğretmede iyilik, “okul”ların en sevdiği spot söylemlerden. Çocuğun gündelik hayatında karşılaştığı sözel/sözel olmayan dillere yaklaşmanın mahiyeti, apaçık yetişkinlerin mana evrenine ve şirket ağına takas ediliyor. Öyle ki yalnızca dil opsiyonu dolayısıyla okul tercihini düzenleyen ailelerin sayısı hiç de az değil. Etno kültürel alanın tasfiyesi, yerel dillere uzaklık ve aşinalıktan geçme pahasına kıyıya ulaşmayı hedefleyen geleneksel okulculuk gerçekte çocuğa ne vadediyor? Okula gidecek özne çocukken, yetişkinin anlam dünyası ve piyasa argümanlarının çocuğu çerçevelemesinden neden daha az söz ediliyor?
Okulların marka değerleri kuşkusuz yetişkinlerin yorumlarıyla büyüyor. Dolayısıyla iyi/alternatif/kurgu okullara dair söylenecek şey çok. Yetişkinin “okuldan ne anladığı”nın, “çocuğun okulda ne yaşadığı”nın, üzerine çıktığı bir okul yapısının “iyi” olduğundan bahsetmek tüm bu sebeplerden oldukça sorunlu. Okula dair “iyi” temsillerin yetişkin hazları ve proje edebiyatından beslenmesi, şüphesiz kontaminatif itkiyi harekete geçiriyor. Yetişkin komşusu/arkadaşı/akrabası ile okul yarıştırken, çocukluğun gelişimsel argümanları bildirilere asılıyor. Bu kontaminasyon karşısında pozisyon almamaksa kuşkusuz yetişkini yatıştırırken, çocuğu atıştırıyor!
Çocuğun eylemlerinin ve duygusunun “iyi”liğini gözeten okullara!
* Arkadaş Zekai Özger, Beyaz Ölüm Kuşları
(EP/AS)