Asıl mesleği avukatlık olup kendini en yasadışı kelimelerde bulan şair Didem Madak’ın ölümünün 7. yılı bugün.
Süper enginarların, yaldızlı çokomel kağıtlarının, kahverengi çaydanlıkların, yüreğinin yarısı çocukluğunda kalanların, sardunyaların ama en çok da kedilerin ah’ı var havanın ağırlığında.
Bıraktığından çok daha iyi bir yerde değiliz şimdi. O zaman yaşadığın önce içine sonra dışına kapanma halini yedi yıldır her gün biraz daha sindirerek yaşadık. Ortasını bulamadık hayatın, en yalnız yerlerimizden habire kanatıldık.
İyi ki gölgesine razı bir fesleğen olmadın. İyi ki darmadağın gövdeni cübben yerine çiçekli perdeler arkasına sakladın.
Vişne kokulu bahçelerde ruhunda ve ruhumuzda çiçekler açsın diye dalgınlığımızda kaybolmana müsaade edemedik.
10 şiirinle anıyoruz...
Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım!
"Zenciler prensesi olacağım.
Hayat işte asıl o zaman başlayacak"
Pippi Uzunçorap
Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım
Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi
Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum
...
Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.
Bir yağsam pahalıya malolacağım.
Ben bir bodrum kat kızıyım bayım
Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum
Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum
Fakat korkuyorum. Birazdan da
Kırk üç numara ayakkabılarınızla
Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız
Bu iyi olmaz bayım!
...
On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
...
İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu?
Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım
Bir "eşya toplayıcısıyım" bayım.
...
Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?
Bir gül, bir güle derdi ki görse
Yalan söylüyorum
Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım.
Bıktığım Şeyler ve Yeşil Fanila
...
Seni sevince pazara çıktım sevinçten
Enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan
Oturup ağladım sonra, şaşırdın.
Bu “süper” oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.
Canımın acısıydın.
...
Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü
boşaltmış gibi
Seni sevince kıpırdayan her şiiri
Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.
...
Sonra gittin.
Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.
...
Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım
Sonra gittin.
Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hala belli.
Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım...
Ah’lar Ağacı
...
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah...dedim sonra. Ah!
...
Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya:
Olanlar oldu tanrım
Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla!
...
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Kapının arkasında yokum demiştim
Ve divanın altında da.
Bulamazsınız ki artık beni,
Hayatın ortasında.
Kaybolmak istemiştim bir zamanlar
Beni kimse bulamazdı
Tanrı’nın arkasına saklansam.
O Kocamandı, en kocamandı o.
Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.
...
Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah...dedim sonra, Ah!
...
İç ses, diye söylendim
Ve ah dedim sonra,
Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.
...
Bıçağın ucundaydı insanların hafızası
‘İnsan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.’
Tanrı şöyle derdi o zaman: Ah!
...
Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,
Ulaşılamazdı,
Sen sarılmak istesen ona,
O sana sarılmazdı.
Ne çok dikenin vardı Tanrım!
Ne çok isterdim,
Sana sarılamazdım.
Ve şöyle derdim o zaman: Ah!
Ahlat ahların ağacıydı,
Yaşlanmaya başlayanların,
İtiraf edilememiş aşkların,
Evde kalmış kızların.
Ahlat ahların ağacıydı,
Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse,
Öyleydi işte.
Ve etimoloji Eti’lerden kalma
Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam.
Ve yanılmıyorsam yalnız insanların,
Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman.
Mesela o zamanlar
Mutsuz olduğunda insanlar,
Yok olurmuş bazı dakikalar.
...
Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.
...
Ya siz,
Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
Nasıldı
Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?
...
Annem çok sevinmelerin kadınıydı.
Bazen sevinince annem gibi,
Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.
Annem çok sevinmelerin kadınıydı,
Sıcak yemeklerin.
Başına diktikleri o taş,
Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.
Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.
...
Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi,
Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan.
Yıllarca biriktirdim
rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında.
Aşık olduğumda,
Çikolata kokardı kırmızı yazgım.
hayatıma hayat diyemem artık.
sarı yazgım her sonbahar onu
biraz daha fazla, ömür yaptı.
Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.
Kara yazgımı şimdi kim bilir
Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım?
Ah.. dedim sonra. Ah!
...
Bir zamanlar meydan okumak isterdim.
Kaç meydanını okudum da bu hayatın.
Yalnızca iki harfini öğrendim:
AH!
Ah benim nergis kokulu cehaletim...
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH’dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH!
...
Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın...
Ağlayan Kaya
...
Cennete gitmek isterdim otostopla,
Cinnete kadardı tüm yollar oysa,
Tüm hayatı okşamak isterdim kedilerin şahsında
Tüm sarı, tüm kara, tüm yumuşak.
...
Cesaret sanırım bir çeşit esaretti,
Iskat edilmekti mirastan
Tüm malvarlığını veremli kıza bırakmak
Ananın vasiyetini çekirdek külahı olarak kullanmak
Korkuyorum ama artık
Hadi alkışlayın!
Cesaretim bir süredir gözaltında
İhzar müzekkeremi kendim yazdım
Tehlikeli sayılmam artık.
Kalbimin kalın kitabının arasında kuruttum
Onu orada
Beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum.
Kalbim!
Şiirimin Hacer’ül esved taşı
Hadi ama baylar,
Bakın kaldıramıyorum,
Yardım edin de şunu yerine koyalım.
Hay!
Keşke susmanın muhabbet kuşu olaydım.
...
Prens de bulamaz beni artık.
Hayata söyleyin bundan sonra gitsin
Anlamını masallarda arasın
Hay!
Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım
Da çiçekler açsın ruhunuz.
Hadi alkışlayın!
Biliyorum hala biraz safım...
Kaç zamandan
Bu akşam ruhuma uygun, mavi
taftadan bir tuvalet giydim, Aylâ Abla
...
Anlatacaklarını en rüküş kalbinle
Anlat Aylâ Abla
Ben de göğsüme kırmızı bir gül takarım.
Kaç zamandan beri saate bakıp bakıp
saçlarını tarıyorsun
Kaç zamandır şu hayata
bir oldu bitti gözüyle bakıyorsun.
...
Sen sanki bir denizin dibinde
bir balıkla öpüşüyorsun Aylâ Abla.
Hep bir mucizenin alt katında yaşıyorsun.
Keşke yağmura biraz daha yakın dursan
Kedilerin gıdılarına dokunsan
Keşke biraz illegal olsan Aylâ Abla.
Hayatıma kâkül kessem, cinayetler işlesem
bana yakışır mı Aylâ Abla?
Yağmur ve çilingir
Güneşin kelimeleri yuvarlayarak konuştuğu bir
sabah. manzara kesat. radyoda eski bir şarkı.
şarkı eski ve tuhaf. kedilerin hasılatı
topladıkları bir çöplük. kavga, kıyamet
şimdi fotoğraf çekilsek gözlerimiz
bulutlu çıkar. baharın en hırpani
kadrosu arkamızda; uçurtmalar, kediler ve aşk.
şimdi her fotoğrafta defolu bir kelebek
uçar. şimdi her fotoğraf bizi dışlar,
nisansız ve insansız bir sabah. ne yapsa,
anlamaz insanın dilinden yağmur. ne yapar
açamaz kilitlenen aşkları bu zavallı çilingir,
ücra günler büyük harflerle başlar.
insan ıslansa biraz aklından kuş sürüleri mi
taşar? bıraksak biz belki bir fesleğen anlar...
Enkaz kaldırma çalışmaları
...
Bir tezgahtar parçasıyım ben
Kendime alıştım bodrum katlarında
Geceleri yokluğum karşıladı beni
Kuru yapraklar sererdi merdivenlerine
...
Acıklı sözler kraliçesiyim ben
Yağmur bir daktilo kız kadar hızlı
Hızlı daha hızlı
Fazla vaktim kalmadı
Artık ifadem alınmalı.
Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de!
Beni bir sutyen lastiğiyle asın.
İnanın kendimin
“Yokluğunda çok kitap okudum”
Bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim
Görüş günlerinde seninle konuşabilmem için.
Kalbim neden ben?
Sırf sevinsin diye seni bir kere bile
Elinden tutup parka götürmedim.
...
Bekleyin, bekleyin geliyorum!
Melankoli ve kolonya şişesi
Hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor...
Poşet süt
bana artık büyü diyorlar füsun
artık büyüyüm, bilmiyorlar.
ükemin yürüyen caddelerinde acılarımızın kaynağını araştırıyorum
...
neyse o olan rüya kedileri satıyorlar bakkalda,
çay içme vasfı olan ve rengini çaydan alan rüya kedileri
bilmem nasıl ikna oluyorum böyle bir kedi almaya
çok soğuk günlerde çayçen çayçen diye bağrılan yerlerde
çay içen bir süt dökmüş oluyorum
hüzün diyorlar bazı şairler nedense buna.
ismini pohpoh koyayım bari diyorum yalaka rüya kedimin
gerçek hayat kaptanı bir sevgilim oluyor uzaklarda
onu düşünüyorum burnumdan dumanlar çıkararak
küstüğümde gözlerinden öpebilmek için dünyanın füsun
ismimle doğduğuma inanıyorum isminden
artık başkalarına yalnızca komik rüyalarımı anlatıyorum.
doğururken geçenlerde
çok sancım vardı, bişey olmadı.
bana bişey olmaz, artık…
büyüyüm ben füsun
Pulbiber Mahallesi tarihi
Mahallemizde fazla aşk, fazla kediyi, fazla kedi fazla felaketi kovalardı.
Havaya ateş eden tabancalardı isli binalar.
Herkes şiir kişisiydi, Zeyna şiir kedisi
Gözleri fotoğraflarda kırmızı çıkan bir albino
Herkesin badiresi vardı, herkesin felaketi
Alışverişlerde bir badireye iki felaket trampa.
Bir deliydi mahallemiz ilaçlarını içmeyi unutmuş
Mahallenin sapığı mantosunun önünü açıp
Düşlerinin pul pul dökülen derisini gösterdi Leman’a
Minör hayatların majör depresyonu,
Eklem yerlerinde iyileşmezdi egzama.
...
Komşulaar… Komşular! Yetişin ritmimi bozdular.
“Sus kıııızz somyanın yayı mı fırladı bir tarafına…”
Mahallemizde her şey grafiti sanatına hizmet ediyordu
Sprey boya kusardı duvarlarımız sabahları
“Çöp tenikesini orozpu karı gibi gezdirme lan”
Şiir şiir olalı böyle şiirsizlik görmemişti.
Acılarınızın karnı bahar olmuş madam dedi Zeyna!
Kelimeler içimde film çeviriyorlardı
Karnımdan şarkılar çıkacak Zeyna dedim
Karnımdan ışıklar…
...
Bu son derece acıklı durum için ne yapabiliriz Zeyna?
Elleri titreyen Türkan Şoray için ne yapabiliriz,
Leğende çırpınıp duran balıklar için?
Ay böyle tencere kapağı gibi yuvarlanırken sokakta
Ortalığa çeki düzen verecek bir kadın lazım
Önce acısını almak,
Şerit şerit soymak, sonra bekletmek biraz tuzlu suda…
Kara sularını akıtmak lazım.
Bunlar bizim tariflerimiz, mahallemizin
Kim koklasa hayat pişirmiş bu kızları der.
Dünyaya bir kadın eli değse Zeyna!
Şöyle ağır bir hali gibi çırpılsa
Tozlar havalansa…
Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
...
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan...
Didem Madak hakkındaAvukat, yazar, şair. 8 Nisan 1970’te İzmir’de doğdu. 24 Temmuz 2011’de İstanbul’da kanser nedeniyle hayatını kaybetti. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Şiirleri Öküz, Ludingirra ve Sombahar dergilerinde yayımlandı. İlk kitabı olan Grapon Kâğıtları İnkılap Kitabevi Şiir Ödülü’nü kazandı. Ardından Ah’lar Ağacı ve Pulbiber Mahallesi adlı iki şiir kitabı daha yazdı. |
(TP)