Ece Ayhan "sivil denemeler"inde, yalnızca kızlardan oluşan bir sınıf düşündüğünü anlatır. Okulun yeşillikler içinde, bin bir çiçekle donanmış bir ön bahçesi, bir de bakımsız arka bahçesi olacaktır.
Ayhan düşleminde, Nilgün Marmara ile Tezer Özlü'yü silgileri boyunlarında ve mor mürekkepli cam hokkalarıyla aynı sıraya oturtur.
Sevim Burak'ı sınıf mümessilliğine tayin eder, Füruzan'ı da temizlik koluna.
Bu sınıfın en muzip, en haylaz, en deli dolu kızının Sevgi Soysal olacağını düşünmüşümdür hep.
30 Eylül 1936'da İstanbul'da dünyaya gelen Sevgi Soysal yaşasaydı şimdi 75. yaşına girmiş olacaktı.
Kırk yıl süren kısa yaşamına, tamamlayamadığı son romanı Hoş Geldin Ölüm'ü de sayarsak, dokuz önemli yapıt sığdırdı. İyi ki doğdu.
Sevgi Soysal edebiyatımızın "sessizlik suikastı"na uğrayan yazarlarından biri olmadı. Kitapları basıldı, okundu, eleştirildi ve ödüllendirildi.
Gerçi çok az sayıda basılan ilk öykü kitabı Tutkulu Perçem (1962), sadece Soysal'ın yakın çevresine ulaşabilmişti.
İkincisi Tante Rosa (1968), oldukça sınırlı bir ilgiyle karşılanmış ve "çeviri kokuyor" diye de eleştirilmişti.
Bununla birlikte ilk romanı Yürümek 1970 yılında TRT Başarı Ödülü'ne, ikinci romanı Yenişehir'de Bir Öğle Vakti 1974'te Orhan Kemal Roman Ödülü'ne layık görüldü.
Elbette Sevgi Soysal'a olan ilgi Türkiye'deki kültürel ortamın hiç de tatmin edici olmayan derinliği nispetinde seyretti.
Yoksa yapıtları -tek tek ya da toplu halde- yeterince ele alınıp değerlendirilmiş ya da okur sayısı öyle aman aman milyonlara filan ulaşmış değildir.
Sevgi Soysal imzalı kitapların hâlâ basılıyor ve okunuyor olması, onların zamana dayanabildiğini gösterir.
Dahası, çok az sayıda yapıta (veya yazara) nasip olan bir işi başardığı düşüncesindeyim: Yapıtları, farklı kuşakların beğenisini elde etmekle kalmadı, zaman içerisinde farklı okumalara da konu oldu. Yani, ilginç ve önemli bulunma nedenleri toplumsal iklime bağlı olarak değişti. Bu nasıl oldu?
"Çünkü aslında şafak vakti değil"
Yetmişli ve seksenli yıllarda Sevgi Soysal, "12 Mart dönemi yazarı" olarak görülmekteydi ki, bunun gayet anlaşılabilir nedenleri vardı. 12 Mart Soysal'ın hayatı ve yazarlığı üzerinde derin izler bırakmıştır.
Yürümek, darbeden sonra müstehcenlik gerekçesiyle toplatıldı ve TRT'deki görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Siyasi tutuklu olarak Yıldırım Bölge'de sekiz ay, sonrasında sürgüne gönderildiği Adana'da iki buçuk ay geçirdi.
Cezaevi anılarını Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu başlığıyla Politika gazetesinde tefrika etti ve kitaplaştırdı. Kısacası, askeri darbenin "içeriden" tanığıydı ve yetmişli yıllarda verdiği yapıtların etkisini biraz da buna borçlu olduğu varsayılıyordu.
1975'te yayımlanan ve büyük ilgi gören Şafak, Adana'da komünizmi övme suçundan sürgünde bulunan bir kadın yazarın başından geçen olaylar etrafında örülür.
Fethi Naci, sıcağı sıcağına yazdığı eleştiride, romanın sağlam ve gerilimli yapısını, Soysal'ın dünyaya ve insanlara bakışındaki olgunluğu, gözlem yeteneğini, yalnızca işkence göreni değil işkenceciyi de anlatabilme becerisini över. Şafak üzerine doksanlı yılların başında yazan Berna Moran ise romanın "mesele"sinin eskidiği görüşündedir:
"Şafak 12 Mart döneminde yaşanan karabasanı okura duyurabilen bir yapıt olmakla birlikte bu başarısı onu kalıcı kılmaya yetmiyor. Romanın iki merkez kişisi aracılığı ile dile getirilen ana teması, yani küçük burjuva kimliğinden sıyrılıp işçi sınıfı ideolojisine içtenlikle sarılarak devrimci olabilme çabası, ancak romanın yazıldığı yıllar için güncel bir sorundu.
''Toplumsal koşulların hızla geliştiği Türkiye'de bu konu güncelliğini yitirmiş olduğundan Şafak bugün sanatsal değerinden çok tarihsel değeri için okunan 12 Mart dönemi romanlarından biri olacaktır herhalde." (s. 32)
Ne var ki Sevgi Soysal'ın söyleyecekleri henüz bitmemişti; yapıtları aracılığıyla okurlarla konuşmayı sürdürdü. 1992'de Işıl Özgentürk, Soysal'ın erken dönem yapıtlarından Tante Rosa'yı senaryolaştırdı ve Seni Seviyorum Rosa adıyla filme çekti.
Yükselen feminist hareketin de etkisiyle, Soysal'ın bu ilk dönem yapıtları, özellikle de Yürümek ile Tante Rosa, edebiyat tarihinin karanlık sayfalarından kurtarılarak günışığına çıkarıldı.
Özgürlük arayışındaki kadınlar, erkek eleştirmenlerin bir zamanlar "yabancı ve uyumsuz" bularak yadırgadıkları Bavyeralı Rosa teyze ile ortak meselelerini keşfettiler.
Bu yeniden okuma girişimi, Soysal'ın son dönem "politik" yapıtlarını arka plana itmedi. Tam tersine yapıtların arasında bir süreklilik olduğu görüldü.
Örneğin, bireysel olandan toplumsal olana geçememekle eleştirilen Elâ (Yürümek) ile iç hesaplaşmasını gözaltında iken sürdüren sosyalist Oya (Şafak) arasındaki bağlar açığa çıkarıldı.
Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü'nün, Soysal'ın yapıtlarını feminist bir perspektifle ele alan kolektif çalışması, bu yöndeki kayda değer çabalardan biriydi.
Sevgi Soysal'ın beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan, kimi zaman da karaya çalan hınzırca bir mizahla yüklü anlatısı pırıltısını ve önemini hâlâ koruyor. (YD/YY)
Kaynaklar:
Berna Moran, 1994, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış III, İletişim Yay.
Ece Ayhan, 1998, Sivil Denemeler Kara, YKY
Erdal Doğan, 2003, Sevgi Soysal: Yaşasaydı Âşık Olurdum, Everest Yay.
Fethi Naci, 1994, 40 Yılda 40 Roman, Oğlak Yay.