Planlı ve gizli operasyonlarla bir grubun, bir bölgenin ya da bütün bir ülkenin psikolojik, sosyal ve siyasi anlamda destabilize edilmesine bir dönem İtalya'da Gerginlik Stratejisi adı verilmişti.
Geçen hafta çizmenin 208 sinema salonunda gösterime giren "Bir Katliamın Romanı" (Romanzo di una Strage) adlı filmde 1969 yılında Milano'nun Fontana meydanındaki patlamanın sorumluluğu mevzubahis gizli güçlere yükleniyor.
Kapitalizme teslim olmuş Katolik İtalya halkının günümüzde geldiği apolitik seviye gözönüne alınırsa özellikle 70'li yıllarda aktif olan Gladio'nun amacına ulaştığı rahatlıkla söylenebilir.
Gerginlik stratejisi
60'lı yılların sonundan 80'li yılların başına kadar süren, çeşitli şiddet olaylarının resmigeçidi olarak algılanabilecek ve İtalya'da "Kurşunlu Yıllar" olarak bilinen dönemde sekiz katliam yaşanmıştı.
Sinema yönetmeni Margaret Von Trotta'nın 1981 tarihli "Anni di Piombo" (Kurşunlu Yıllar) adlı filminden adını alan ve memleketin binbir türlü vesileyle karartılmak istenen atmosferinde Pier Paolo Pasolini dahil çeşitli muhalif seslerin susturulması da kullanılan yöntemlerdendi.
Gerginliği artırmak için suikast, adam öldürme, adam kaçırma, askeri niteliği olan ama orduya bağlı olmayan, yani paramiliter operasyonlar, psikolojik mücadele, zorlayıcı ekonomik tedbirler gibi vasıtaların kullanımında devlet fazlasıyla hoyrat davrandı.
Mevzubahis araçlara çatışmayı destekleme, tahrik etme ve şiddetsiz çelişmeleri ajan provokatörler aracılığıyla şiddete çevirmenin de dahil edildiği herkesçe malum.
Sorumluluğu başkasına yüklenerek yürütülen bu operasyonların faturası başkalarına kesilir, bu sayede düşmanın ismi kötüye çıkarılmış olur, filmimizde de zaten günah keçiliği anarşistlere düşer.
"Dünyayı kitaplarla değiştirmek, haksızlıklara karşı kitaplarla mücadele etmek" şiarıyla hareket eden Feltrinelli Yayınevi de payına düşeni alacaktır.
İstikrarsızlaştırmaya yönelik bu strateji birçok kaynağa göre ABD tarafından kurgulanmış, rejimin çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı İtalya, hatta Türkiye gibi ülkelerde panik havasını tüm topluma yaymaya ve diktatörlüğe razı edilen halkların iktidara kayıtsız bağlılıklarını sağlamaya yönelik olarak yürütülmüştü.
Tabii İtalya'da çeşitli askeri darbe teşebbüslerinden bahsedilse de "Bir Katliamın Romanı" adlı filmde ifşa edilen Gladio ve arka plandaki NATO'nun gizli eli, amaçlarına neo-liberalist politikaların sermaye realizmi aracılığıyla ulaştılar, gelişmenin yegâne kriteri olarak iktisadi rekabet yüceleştirilerek günümüzün kibirli ama yorgun İtalya'sına da böylece ulaşılmış olundu.
Bir katliamın romanı
Paolo Cucchiarelli'nin bir kitabından uyarlanan film İtalya'da bir zamanlar ifade edilemeyen bazı gerçekleri ortaya saçarak geniş çaplı tartışmalara sebep oldu.
12 Aralık 1969' Milano'nun Fontana Meydanı'ndaki Banca Nazionale dell'Agricoltura, yani Milli Tarım Bankası'nın şubesinde yaşanan patlamada 17 kişi ölmüş, 88 kişi yaralanmıştı.
Sorumluları halen tam olarak bilinmeyen olayı 70'li yıllarda ülkenin muhtelif noktalarında birçok patlama takip edecek, 1980'de Bologna tren istasyonunda yaşanan trajedide 85 kişi ölecek, 200 kişi yaralanacaktı.
Romanzo di una Strage'nin yönetmeni Marco Tullio Giordana sosyal ve politik konulara ağırlık veren bir sinemacı olarak tanınıyor. Giordana 1995 yılında namusunu korumaya çalışan eşcinsel bir jigoloya yüklenmek istenen Pasolini cinayetiyle ilgili filmi bir yana, 2005 yılında göçmenliğe eğilerek İtalyanların ırkçılıklarını yüzlerine vurmayı başarmıştı.
Son olarak Monica Bellucci'nin faşist dönemde Mussolini'ye hizmet eden dejenere bir aktrisi oynadığı "Sanguepazzo" (Delikan) 2008 Cannes Film Festivali'nde gösterilmiş, İtalya'da çeşitli ödüller kazanmıştı.
2012 yapımı "Romanzo di una Strage" (Bir katliamın Romanı) ise her ne kadar uluslararası bir seyirciye seslenmiyor olsa da sağlam senaryosu ve sürükleyici temposuyla günümüzde hafızalarını yitirmişe benzeyen gezegenimiz halklarından İtalyanlar'a mazilerini hatırlatacak gibi.
Memleketin geçmişinde şiddet barındıran her türlü saldırıyı Kızıl Tugaylar'a yüklemeye alışkın, sağcı devlet ve medyanın kurbanı genç nesillere yönelik basit bir film çekmeye çalıştığını söyleyen Giordana oyuncu yönetiminde de gayet başarılı. Son dönemin ağırbaşlı jönlerinden Valerio Mastandrea hem olay öncesi hem sonrasında anarşist gruplara ilişkin soruşturmaların başındaki polis komiseri rolünde.
Geçtiğimiz haftalarda A.C.A.B. All Cops are bastards filminde dayakçı çevik kuvvet polisini oynayan Pierfrancesco Favino ise bu defa Devlet Demiryolu İşletmesi'nde çalışan ve kesinlikle şiddetten hoşlanmayan bir anarşist kılığında.
Sebep olduğu kıyımın korkunçluğu film tarafından etkin biçimde yansıtılan Fontana meydanındaki patlama zıt saflardan olmalarına rağmen o ana kadar seviyeli bir iletişim içinde bulunan kahramanlarımızı da karşı karşıya getirecektir.
Anarşist Giuseppe Pinelli sorgulamalar sırasında Komiserliğin penceresinden düşüp ölecek, her ne kadar olay sırasında orada olmadığını ifade etse de komiser Luigi Calabresi, Lotta Continua (Kesintisiz Mücadele) tarafından 1972 yılında sokakta başına sıkılan bir kurşunla öldürülecektir.
Taviani kardeşlerin Padre Padrone, La notte di San Lorenzo, Kaos gibi filmlerinin yıldızı Omero Antonutti ise filmde İtalya'nın o dönemdeki Cumhurbaşkanı Giuseppe Saragat rolüyle parlıyor. Geçtiğimiz yıllarda İKSV'nin davetlisi olarak İstanbul'u da ziyaret etmiş olan Antonutti, Saragat'ı canlandırırken ülkenin ilk sosyalist kökenli Cumhurbaşkanı olmasına rağmen İtalya'nın Nato'ya girmesine ve Marshall yardımını kabul etmesine evet diyen teslimiyetçi duruşunu başarıyla seyirciye aktarıyor.
Emniyet, İstihbarat, İçişleri, Adalet ve Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ile devletin birçok organı işin içine batmış olduğundan gerçeklerin sonuna kadar gizlenmesi gerekecektir. Yalnız sosyal demokrasinin değil, Aldo Moro'nun solcu eğilimlerine rağmen Kiliseyle varmaya çalıştığı uzlaşmanın da maalesef memlekete faydası olmayacak, İtalya'yı ketenpereye getiren Hıristiyan Demokratlar'ın yıllar süren hipnotik düzeni Berlusconi'nin sömürüsüyle taçlandırılacaktır.
Yönetilmeyi seven İtalyanlar
Memleketteki ifade özgürlüğünü kısıtlayan önlemler cinsel fantezilerle gündeme oturan başbakanın tekelcilik döneminde özellikle artırıldıysa da "Bir Katliamın Romanı" adlı filmin prodüksiyonunda RAI'nin de adı geçiyor. Ama devlet radyo-televizyon kurumunun ve çalışanlarının icraatları bununla bitmiyor: Devletin kültür seviyesi en yüksek medya organı olarak algılanan üçüncü kanalında yıllardır programlarını sürdüren gazeteci, yazar ve siyasetçi Corrado Augias geçenlerde yayımlanan son kitabında İtalyanlar'ı hürriyetlerinden adeta rahatsızlık duyan, geçmişlerinde de yönetilmekten gocunmayan bir millet olarak tarif ediyor.
Usta gazeteci, Benito Mussolini'nin halkından göbeği içeride, göğsü dışarıda atletik yapılı, riski seven cesur bir millet yaratmaya giriştiğini, Silvio Berlusconi'ninse onları kendisine benzeterek tüm kusurlarıyla barışık yaşamaya yüreklendirdiğini, dolayısıyla liderleri kıyaslarken dikkatli olmamız gerektiğini, ancak ikisinin de demokrasinin bazı icaplarından aşikâr biçimde rahatsız olduklarını ifade ediyor.
Muhalif ve rakiplerine karşı tahammülsüzlüklerini dışa vururken onları suçlayıcı tavırlara girerek, her şeyin yolunda gittiğini, yollarına dümdüz devam ettiklerini, olumsuzlukların karşı tarafların uydurması olduğunu bağırarak duyururlarmış.
Bu sayede üzerlerindeki her türlü sorumluluğu taşımaktan yorulmuş olan halkın büyük bir kesimi ilahi gücün temsilci olarak görülen liderlerine yaslanarak her türlü sosyal yükümlülüğü taşımaktan kurtuluyormuş.
Halkın hizmetkârlık içgüdüleri depreşip hürriyetlerinden taviz verdikten sonra şahsi karar gücünü kurban etmesi, çoğunluğun yaptığı gibi bir lidere itaat etmeye başlaması gayet normalmiş çünkü günbegün bilinçli bir seçim yapmanın zorluğu güven veren siyasi veya dini bir otoriteye havale edilirmiş.
İleri seviyedeki Batı ülkelerinde görülmemiş bir sivil hamlık örneği olarak açıklanan bu durum, İtalya'nın saygın yayınevlerinden Rizzoli'nin yayımladığı "Il Disagio Della Liberta: Perche' agli Italiani Piace Avere un Padrone" (Özgürlük Rahatsızlığı: İtalyanlar Neden Patron Sever" adlı kitapta afişe ediliyor.
İtalyanlar'ın neden bir patrona sahip olmaktan hoşlandıklarının kökleri Macchiavelli'nin 1500'lerde ifade ettiği gibi Katolik Kilisesi'ne biçilen rol yüzünden derebeyliğe saplanıp kalmalarına bağlanıyor.
Diğer Avrupa ülkelerinde ulusal devlet değerleri yükselirken dinin baskısından kurtulamayan çizmenin halkları Vatikan'ın ağırlığı yüzünden halen demokrasi konusunda olgunlaşma sancıları çekiyor.
Corrado Augias'ın altını çizdiği diğer bir husus memleketin şu anda girdiği kapitalizm krizinin İtalyanlar'ı genel bunalımlarından çıkarmasına vesile olabileceği. Her ne kadar 20 sene öncesinin Savcısı Di Pietro'nun başrolde olduğu Temiz Eller Operasyonu neredeyse unutulup, çürümüşlük devletin her yanını fazlasıyla kaplamış olsa da, Augias, bu durumu suistimal eden ve vatandaş haklarından feragat ettiği sürece sayıları ve güçleri artacak oluşumlara isyan ederek artık yeter denebileceğine inanmak istiyor.
Uygulamaya koymak için özellikle sendikalarla çetin bir mücadeleye giriştiği iş yasası yüzünden İngiltere'nin Demir Lady'si Margaret Thatcher'a benzetilen ve İtalya'yı kurtarmakla görevlendirilen AB destekli yeni Başbakan Mario Monti'ye kolay gelsin... (RL/HK)