*Fotoğraf: AA (Arşiv)
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 2007'ye kadar Türkiye’de belgeli Yeminli Kürtçe Tercüman olmamış, olamamış. Çünkü Kürtçeyi bildiğini belgeleyecek bir olanak hiç olmamış, hep yasak olmuş.
“Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür” mantığı ile herkese Türk olmak dayatılmış, Kürtçe yok sayılmış, inkar edilmiş, zorla asimile edilmiştir. Bu durum diğer farklı dil ve kültürler için de geçerli olmuş. Ama benim muhatap olduğum konu anadilim Kürtçe olduğu için, ben Kürtçenin bir hikayesinin küçük bir kısmını anlatacağım. 1992'ye kadar zaten Kürtçe dili ile yazmak, resmi olarak yasaktı. O tarihten itibaren de, resmi yasaklama kalksa da fiili yasaklamanın daha da sert işlediğini belirtmek mümkün. Yaşanan pratik süreç de zaten bunu doğruluyor.
İlk Kürtçe tercüme ofisi
2007 yılında İstanbul 1. Noterliği’nde resmi belgeli Yeminli Kürtçe Tercüman ve Kürtçe Tercüme Ofisi-Wergeriya Kurdî’nin oluştuğu haberleri basında işlenince ve mahkemelerde anadili Kürtçe savunmasını yapma talebi ısrarlı bir şekilde ileri sürülünce, devletin ilgili birimleri bu talebi destekleme yönünde değil, olabildiğince engelleme yoluna gitti.
En insani bir talep olan anadili ile eğitimini görme, resmi işlemlerini gerçekleştirme, mahkemelerde savunmasını anadili ile yapma talebinin arkasında paronayaları düzdüler, kendilerince amaç aradılar, kendilerince bu amaçları tespit ettiler, kendilerince bu amaçları dillendirdiler. Hiçbir yetkili, şimdiye kadar Kürtçe’nin yasaklı oluşunun insan haklarına aykırı, utanç verici bir engelleme olduğunu belirtmedi. Ya da ben duymadım.
Yönetmelik
Bu bakımdan resmi Yeminli Kürtçe Tercüman hizmeti vermeye başlayınca, bunu “alicengiz” oyunları ile engelleme yoluna gittiler. 5 Mart 2013 tarihli ve 28578 nolu Resmi Gazete'de yayınlanıp yürürlüğe giren "Ceza Muhakemesi Kanununa Göre Tercüman Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmelik” böyle bir alincengizlikle hazırlandı. Bu yönetmelik yakından incelendiğinde, adeta istihbarat örgütüne eleman almak için belirlenen kıstasları okuduğunuzu sanırsınız. Tercümanın niteliğini belirlemekten o kadar uzak, o kadar uzak bir “yönetmelik” ki. Yani biz buna yönetmemelik diyelim. Size soruyorum: Yönetmelikte yer alan şu alttaki maddenin tercüman belirleme ile ne ilgi ve alakası vardır?
6 – d) Affa uğramış ya da ertelenmiş olsalar bile Devlete ve adliyeye karşı işlenen suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda yer alan suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflâs veya kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olmaması veya hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmemiş olması,
e) Disiplin yönünden meslekten ya da memuriyetten çıkarılmamış veya sanat icrasından yasaklanmamış olması,
Tercüman üzerinde baskı kurmayı, onu bir kalıba koymayı sağlamaya çalışan şu maddeden ne anlatılmak istendiğine bakar mısınız?
10 – e) Temel yargılama ilkelerine uygun davranma.
Hakim, savcı ve avukat gibi mesai harcayacak tercüman, bunca şüphe altında görevlendirilse de, onun ücretini bir bahane ile devlet karşılamayabilir!. “Biz çağırmadık ki ücretini ödeyelim!” bir ara duruşma salonlarında çok duyduğum cümle idi. Devletin adliye kurumunda gerçekleşen bir çalışma, bir hizmetten devlet kendini nasıl böyle soyutlar? Açık ki bu anlayışın insan hakları ile bir ilgisi yoktur. Senin kadar mesai harcayan, hizmet sunan bir tercümanı böyle gözardı edemezsiniz.
(2) Komisyonlarca oluşturulan listelerden Kanunun 202 nci maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında sanık tarafından seçilen tercümanın giderleri Devlet Hazinesince karşılanmaz. Bu durumda, mahkeme tercüman gideri ile vezneye yatırılması gereken süreyi belirler.
Bu bir alicengiz oyunu değil de nedir?
Dayanışma gerekli
İşte tecüman bilirkişi adliye listesi için yönetme(me)liği böyle antidemokratik, insanı fişleyen, insan haklarına aykırı, iki ucu açık muğlak anlatımlı, Adalet Bakanlığının yazılı emirlerine de aykırılık oluşturan bu belge, çağdaş normlara göre acilen değiştirilmeli, tercümanın, tercüman olarak işini ne kadar yapıp yapamadığı kıstaslarına göre düzenlenmelidir ve Türkiye’de yaşayan tüm halkların dilleriyle de yazılmalıdır.
Zira Türkiye’de artık kamuyu ilgilendiren tüm yasa ve yönetmelikler, Türkiye’de yaşayan bütün halkların dilleriyle de yazılmalıdır. Yani Kürtçe, Ermenice, Rumca, Lazca, Arapça, Çerkezce ve Türkçe yazılmayanlar, insanın temel haklarına uyumluluk teşkil etmedikleri gerçeğinden dolayı geçersiz olurlar.
Sonuç olarak, söz konusu tercüman yönetme(me)liği incelendiğinde, tercümanı doğru tespit etme kıstaslarından, ölçü ve düzenlemesinden uzak bir metin olması itibariyle, tüm siyasi partilere ve yetkili mercilere başvurduğum üzere, bu metnin doğru bir tercüman yönetmeliğine dönüştürülmesi için demokratik destek çağrısında bulunuyorum. Başta meslektaşlarım mağdur tercümanlar olmak üzere çağrım şudur: Tercüman yönetmeliğini, istihbarat örgütü kıstaslarından kurtaralım, demokratik yönetmeliğe dönüştürelim.
(MT/NÖ)