Yazı yazma gibi bir olanak olmasa kuvvetle muhtemel kafayı yerdik bu ülkede yaşadığımız için. Yaşananlara tahammül edebilmek için insanın sinirlerinin alınmış olması lazım. Yazalım o halde:
Birbiri ile sıkı illiyet bağı olan üç olayı irdelemeye ve aklımızı korumaya çalışacağız.
Birinci olay; asıl meşgalesinin gazetecilik olmadığı defalarca ispatlanan cemaat basınından Samanyoluhaber'in, aldığı direktifler ve kendisine takdim edilen materyaller doğrultusunda[1] iğrenç ötesi, haber görünümü verilmiş teşhiri yayınlamasıdır.
Haberde 2. ve 3. fotoğraflardaki şahsın Aziz Güler, 13. fotoğraftaki şahsın da Cansu Akkılıç olduğu iddia edilmiştir. Nasıl bir insanüstü özelliği var bu gazetecilerin ki; sadece gözleri gözüken bu şahısları tanıyabilmişlerdir? Kaldı ki; bir insanın dünya görüşüne uygun olarak eylemliliklerde bulunması neden bir suçmuş gibi sunulmuştur anlamak zor.
Mevzu bahis eylemler Tekel işçilerine destek, İMF protestosu, Sıra Kimde eylemleridir ve çelişkili bir tablo yaratmamaktadır. Cemaatçiler bunu göremiyor mu, bir sosyalistin yeri tekel işçisinin yanıdır, tutuklu arkadaşının dayanışmasıdır ve IMF'nin karşısıdır; kendileri gibi kucağı değil?
Olayın aslı şudur; 21 Eylül sabahı SDP ve TÖP başta olmak üzere, birçok sosyalist kurum ve kuruluşa yönelik bir operasyon düzenlenmiş ve aralarında genel başkan ve yöneticilerin de bulunduğu 13 devrimci tutuklanarak (algı yanılsaması yaratmak için de) Silivri Cezaevi'ne konmuştur. Tutuklama gerekçesi olarak Devrimci Karargah üyeliği gösterilmiş ancak nedense daha önce tutuklananlar gibi Tekirdağ veya Edirne F Tipi Cezaevleri değil de Ergenekon tutuklularının çoğunlukla bulunduğu cezaevi tercih edilmiştir. Akılları sıra Türkiyeli enternasyonalist ve yeniden yapılanmacı sosyalistleri derin ilişkileri olan örgütler olarak lanse edip kirleteceklerdi.
İşte mezkur haber bu operasyonun devamı niteliğindedir. Aziz ve Cansu SDP'lidir ve fotoğraflara dikkatle bakacak olursak, polisten temin edilen SDP'nin eylem fotoğraflarıdır. Ayrıca, içerideki arkadaşlara destek için yapılan ve hemen hemen tüm sol kurumların ortak zemini olmaya aday SIRA KİMDE İNİSİYATİFİ'nin düzenlediği eylemlilikler tereddütsüz Devrimci Karargah'a destek eylemleri olarak verilmiştir. Hedef aynı, saik aynı, fail aynı, vaka aynı... İlk defa olmuyor ki! Operasyondan sonra arkadaşlar henüz sorgu aşamasında iken, örgüt üyeliklerini ilan eden aynı haber kanalları yani cemaat medyası değil miydi?
Bu habere tekzip yayınlamak yetmez, kınamak yetmez, küfretmek ise bir şey getirmez. "Kimi kime şikâyet ediyoruz?" denebilir ancak dava açmak yine de en anlamlısı.
İkinci olay; Tayyip Erdoğan'ın "Bu da İstanbul gibi tuzak, emniyet üstüne düşeni yapar" cümlelerini tekrardan zikretmiş olmasıdır. Türkiye tarihinin kanlı sayfalarını doğru bir perspektifle irdelediğimizde buna benzer birçok cümle bulabiliriz. Bu tür cümleler talimat niteliğinde olup düğmeye basıldığının işaretidir bizler açısından.
Şöyle ki; Mustafa Kemal Meclis gizli oturumunda "Binaenaleyh gereken yapılacaktır!" dediğinden birkaç gün sonra TKP'nin genel başkanı Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Karadeniz'de boğazlanarak katledilmiştir. Tarihimiz buna benzer vakalarla doludur. AKP iktidarı döneminde de epey örnek yaşanmıştır: Şerzan Kurt, Aydın Erdem, Ceylan Önkol, Enes Ata, Ahmet-Uğur Kaymaz... Gereken yapılmıştır.
Yalnızca katliam değildir bu cümlelerden sonra gelen. Bazen de operasyon çekerek olası kitleselleşme ve güçlenme eğiliminde olan yapılar hizaya çekilir. Son döneme baktığımızda üniversite gençlik mücadelesi hareketlendi, gündem yaratan eylemler yapıldı ve kitlesel bir yükseliş yaşanması ihtimali güçlendi.
Özellikle bu dönem "parasız ulaşım ve parasız eğitim" hususları gayet iyi irdelendi ve pratikte de eylemlilikleri ile beslendiği için hedef tahtasında baş sıraları almış olabilir.
Çok değil birkaç yıl önce bir grup, mahallelerde yozlaşma karşıtı bir politik hat ile kendine kanal açtığı zaman en büyük operasyonlarından birini geçirmişti. Velhasıl; bu meselelerin üzerine gidenler bedel ödemeyi haliyle göze alanlardır. Yine de öngörülü olmakta fayda var.
Üçüncü olay ise Ankara Üniversitesi'ndeki protestolardan sonra Burhan Kuzu, Tayyip Erdoğan ve bazı bürokratların Rektör ve Dekan'ı istifaya çağırma yüzsüzlüğüdür.
Görevini gereği gibi yerine getirmeyen veya ihmal eden makam-mevki sahibinin istifa etmesi bir erdemdir. Ancak bu erdemin zerresini bünyesinde barındırmayanların bu çığırtkanlığı yapması her zamanki gibi pervasızlıktır. Yahu sizler hangi olaylarda istifa ettiniz bir açıklar mısınız?
1 Mayıs kutlamalarını zehir ettiniz, İstanbul'u savaş alanına çevirdiniz; ne emniyet müdürü, ne vali ne de İçişleri Bakanı istifa etti. Yönetemediniz göz boyadınız, cevap veremediniz azarladınız, dövdürttünüz, sahiplenemediniz peşkeş çektiniz, yağmadınız esip gürlediniz...
Siz istifa etmediyseniz, bu topraklarda bu teamül artık yok olmaya mahkûmdur, bir daha da kimse istifa etmez. Her makam sahibi çıkıp yüzsüz açıklama hakkını kendinde görür. Kaldı ki o olaylarda Rektörün istifasını gerektirecek bir hal yoktur, "Ben güvenlik amiri miyim?" deyip aynı onlar gibi pişkince gülerek cevap verebilir.
Sonuç olarak; bahsi geçen üç olaydaki en önemli ortak nokta ahlak, erdem, onur gibi soyut ama yoksunluğu halinde bir o kadar yakıcı ve somut kavramlardır. Varsın Egemen Bağış yumurtanın yanına sucuk getirsin, aklı sıra dalga geçsin, Burhan Kuzu "beyinsizler" desin, Tayyip Erdoğan "Tezgâh" desin, Samanyolu "polisin sesi" misyonunu devam ettirsin.
Bu zihniyet ne yalan haber için özür dileme ahlakına ve onuruna sahiptir ne de saldırdığı kişileri ve fikirlerini kavrayabilme yeteneğine! Ellerinde yalnızca iktidar vardır. Ne diyelim fani dünya; bugün varsın yarın yoksun...(TD/EÖ)
[1] http://fotogaleri.samanyoluhaber.com/g_6769_her-eylemde-onlar-var.html