Nüfusu bir milyonu aşan kentlerin türlü sıkıntılarından uzaklaşmak, nefes almak ve “Dünya varmış ya!” demek isteyenlere tavsiye ederim; gidin, bir ilçede gezin, insanlar nasıl yaşıyor, izleyin mutlaka! Ama bununla yetinmeyin kesinlikle; bırakın o kentleri, ilçelere, hatta köylere yerleşin…
Hafta sonu, Amed’in (Diyarbakır) Bîstmal (Bismil) ilçesindeydim. Bîstmal’ın bahçeli, müstakil evleri büyüledi beni adeta. Küçük bahçelerde ekilen sebzeler, meyve ağaçları, asmaların kapladığı çardaklar, 2-3 sokağın ortak kullandığı tandır, toprakta oynayan çocuklar, 300-400 metre uzaktaki Dicle Nehri ve tabi ki tertemiz hava…
Bahçelerdeki tavuklar ayrı bir güzel… Her birinin peşinde civcivler, rengârenk…
Daha önce İstanbul’da ‘yaşamaya çalışan’ bir aileye misafir oldum. Anne, baba ve çocuklarda yaşanmış onca acı ve sıkıntıya rağmen, bir huzur ve ferahlık hissediyorum.
Onları İstanbul’dayken de ziyaret etmiştim; aksi bir görüntü vardı.
Artık bir ayağı sürekli bahçede, toprakta olan baba İstanbul’daki apartman dairesinde, çığlığı boğazına düğümlenmiş gibi duruyordu. Anne, iki evladını ondan koparan İstanbul’da, etrafına şaşkın ve ürkek bakışlarla bakıyordu, yine de evlatlarına kanat germe direnci gözlerinden okunarak…
Çocuklar ise, tekstil atölyelerinin işçilerin gözlerine bastığı mat yorgunluk mührüyle geziyorlardı İstanbul’da…
Şimdi yitirilenlerin acısı bir yanda ama hayat daha güzel onlar için… Memleketlerinde, bahçeli evlerinde…
Sabah taze yoğurt kaymağı ve sarısı canlı yumurtayla kahvaltı yaptık. Sonra da çardağın altında koyu bir çay sohbetine koyulduk. Çayımız kaçak… Sigaralarımız da…
Vedalaşırken, anne elime bir poşet tutuşturdu; içinde taze nane, dereotu, roka ve yeşil soğan olan… Poşeti açıp bakınca içimden, “İşte hayat bu!” dedim; toprakla, topraktan… (BA/HK)