2014 yerel seçimleri üstündeki tozun kabası kalktığına göre, artık daha kapsamlı yorumlara girişebiliriz. Bu yazıda, İstanbul büyükşehir seçimine odaklanacağız.
Buradaki amaç, diğer şehirleri dışlamak ya da bir tür seçkincilik değil. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) de Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) de seçim stratejisi İstanbul üzerine kuruluydu; çünkü herkes biliyor ki, İstanbul’u alan, tüm Türkiye’yi alır. AKP, % 40’larda bir oy alıp yine de İstanbul’u alamasaydı; Türkiye’nin siyasal geleceği için çok farklı bir tablo ortaya çıkacaktı.
İstanbul 2009 sonuçlarıyla 2014 sonuçları, sayısal olarak birbirine çok benziyor. “Yoksa yanlışlıkla 2009'a mı baktım?” diye yeniden kontrol ettim. AKP'yi ancak, Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) oyları CHP'yle birleşirse geçebiliyor. HDP ve MHP'nin aldığı oylar, yaklaşık olarak eşit ve 2009'da aldıklarıyla neredeyse aynı.
AKP ve CHP’nin oylarında % 3 oranında artış var; bu, ilk kez oy kullanan genç nüfusa ve yeni göçlere bağlanabilir. 2009’da Mehmet Bekaroğlu’yla, yaklaşık olarak HDP ve MHP’nin oylarına ulaşan Saadet Partisi’nin etkisinin azaldığı anlaşılıyor. Anti-kapitalist Müslümanların etkisi, oylara yansımamış durumda. Büyükşehir adayı çıkarmayan ÖDP'ye yine de 195 oy çıkmış.
"Patlama yapabilir" denilen Demokratik Sol Parti (DSP), çok düşük. DSP ile Türkiye Komünist Partisi (TKP), neredeyse aynı oyu almış. HUDAPAR'a oy çıkması ise dikkat çekici. Bu süreçten, DSP’nin dağılışını, CHP’ye yeni seçmenlerin gelişini ve sonuçları Kürt Hareketi’nin Türkiyelileşemesi’ne yoranlar dolayısıyla, HDP’nin içinde ve dışında sert tartışmaların gerçekleşeceğini çıkarsayabiliriz. AKP ve MHP dışındaki sağın bir varlık gösterememesi de, oyların tekelleştiğini ve sağ seçmenin kemikleşip kutuplaştığını gösteriyor.
Sarıgül’ü seven dikenine katlanmalı mı?
CHP’nin İstanbul’da bu sonucu almasının nedenleri üzerinde durmamız gerekiyor. Birçok muhalif, Sarıgül’e istemeye istemeye oy verdi. Anketlerde alamayacağı ortaya çıkıyordu; ama birçoğumuz, “Alo Fatih” örneğindeki gibi, anketler, manipülasyon aracı olarak kullanıldığı için, bu verilere güvenemedi. “Ben demiştim zaten”cilerden hoşlanmam; olumlu bir sonuç doğup da beni haksız çıkaracaksa, hoşnut olurum. Ancak, bu noktada, Aralık 2013’te kaleme aldığım “Sarıgül’ü Seven Dikenine Katlanmalı mı?” başlıklı yazımdan birkaç alıntı yapma gereği duyuyorum.
“AKP örneğinde de olduğu gibi, CHP, aslında bir ittifaklar partisi. Partide, Kemalist-ulusalcı kesimle sosyal demokrat kesim yanyana. CHP’yi eleştirenler, ya ulusalcı açıdan sosyal demokrat kesimi eleştiriyor ya da sosyal demokrat bir bakışla ulusalcı kesimi... Bu, anlaşılır bir durum. Ancak, Sarıgül, bunların ikisinin de gönlünü kazanabilecek bir aday değil. Uzun süre CHP’nin dışında kalması ve Gezi’yi CHP’ye dönmek için fırsat olarak değerlendirmesi, yapılan eleştiriler arasında.”
“CHP, hâlâ birçok müteahhiti barındırıyor ve partinin bir kesimi, yerel seçimlere, yerel politika gütmeleri gerekirken, ‘Cumhuriyet elden gidiyor’ tarzı genel seçim sloganlarıyla giriyor. Halkın yerel sorunlarına karşılık gelmeyen bu seçim stratejisi, CHP’nin oyunu arttırmayıp tam tersine düşüşüne yol açabilir. Ataşehir’e bağlı Emekevler’de halkın evlerini başlarına yıkan belediyecilik anlayışı , CHP’li de olsa AKP’li de olsa, mahkum edilmeli.
"Üstelik, bu yıkım, CHP’li belediyenin yönetimde olduğu ve CHP seçmeninin yoğun olduğu bir mahallede gerçekleşiyor. Ataşehir’de ve Maltepe’de, ‘çantacılar’ olarak adlandırılan CHP’li/AKP’li müteahhitler, halkı, depremle, kentsel dönüşümle, artan suç olaylarıyla vb. korkutup onların mülklerini ucuza kapatma sevdasında. Bütün bunlar, CHP’nin Gezi Ruhu’nu hiç mi hiç anlamadığını gösteriyor. Bu eleştirilere verilen yanıt, ‘O yıkımları biz yapmıyoruz; Büyükşehir yapıyor; bizim yetkimiz yok’ biçiminde. Bu yanıt, bir durumun itirafı: İlçe belediye başkanlarının yetkisi yoksa, seçimin bir anlamı da yok.”
“Daha önce, basında, Sarıgül’ün İstanbul belediye başkan adayı yapılacağı zaten ileri sürülmüştü. Kılıçdaroğlu örneğinde de görüldüğü üzere, İstanbul’a aday olanın daha sonra genel başkan olması gibi, adı konulmamış bir işleyiş sözkonusu. Kılıçdaroğlu’nun ileride koltuğunu bırakıp cumhurbaşkanı adayı olacağı söyleniyordu; ama o bunu yalanlamıştı . Bu senaryo doğru olsa da olmasa da, Sarıgül’ün adaylığından CHP içinde hoşnut olmayan birçok ismin bulunduğu ortada.”
“Sarıgül, muhafazakar kesimden ek oylar alabilir; ancak CHP’nin kemikleşmiş seçmeninin (o ünlü % 20) tümünden oy alması zor görünüyor. Parti, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilir. Halka sormadan aday belirleyen merkezler, yenilmeye mahkum.”
Dolayısıyla, Sarıgül’e oy vermeyen CHP’liler, oy veren MHP’liler ve bir miktar çapulcu, söz konusu. Sarıgül alsaydı, çapulcular ona da muhalefet edecekti; ama Topbaş-Erdoğan rejiminin eliyle ölümler ve yaralanmalar olmayacaktı. Bu bağlamda, Taksim yasağının gölgesinde, 1 Mayıs’a iki tarafın da meydan muharebesi gibi hazırlanması şaşırtıcı değil.
“Oylar bölünüyor” ve diğerleri
Şu saptamaları da buraya ekleyebiliriz:
“HDP ve CHP seçmeni aynı” ve “farklı” iddiaları ortaya atıldı. Bir kesime göre, HDP, İstanbul’da CHP’nin oylarını bölüyordu; diğer kesime göre ise, zaten bu iki partinin seçmeni farklıydı ve dolayısıyla oyları bölme gibi bir durum söz konusu değildi. Aslında ikisi de doğru. Asla CHP’ye oy vermeyecek bir HDP seçmeni de var; daha önce istemeye istemeye CHP’ye oy verip de şimdi HDP’ye oy veren de var. Ayrıca, daha önce oy kullanmamışlar da söz konusu. Aynı mantıkla, MHP’nin de CHP’nin oylarını böldüğü söyleniyor. Fakat hepsinden önemlisi, Gezi’de yanyana gelebilenlerin Gezi’den çıkıp herkesin sevgisini kazanmış bir adaya (örneğin, kırmızılı kadın, Mehmet Ali Alabora, Çarşı vb.) oy veremiyor oluşu. Bu anlamda, iki (hatta üç) parti de, Gezi’yi böldü.
***
HDP’nin, Kürt illerindeki durumun tersine, İstanbul’daki Kürt oylarının çok azını alabiliyor olması (İstanbul’da kimilerine göre 2 milyon, kimilerine göre 3.5 milyon kadar Kürt olduğu tahmin ediliyor) ve alamadığı oyların AKP ve CHP arasında bölüşülmesi dikkat çekici. Bu, İstanbul’un Kürdü ile Doğu Kürdü arasında açılan kültürel ve siyasal makasın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir (bu durum, 20. yüzyılın başındaki Doğu Ermenileri ve İstanbul Ermenileri arasındaki makasa benzetilebilir).
***
CHP için de HDP için de çıkarılabilecek bir sonuç, şu: Aday gösterilen kişilerin çok fazla artı bir etkisi yok; “Partim kimi uygun gördüyse” biçiminde oy veriliyor.
***
“CHP için daha iyi bir aday kim olabilirdi?” diye sormak gerekiyor. Sırrı Süreyya Önder ve Levent Kırca örnekleri var; yine de, adayın her kesimden insanın sevgisini kazanmış bir sanatçı olması, fark yaratabilirdi. Ayrıca, CHP’nin ilçe başkan adaylarını son dakikada belirlemesi ve Sarıgül’ün etkisiyle, halihazırda belediye başkanı olan adayların neredeyse hepsinin elendiği iddiası, kimilerince, CHP’nin seçime hazır olmamasına yoruldu.
***
Merak edilen sorulardan biri, şu: Gülen Cemaati’nin oylarına ne oldu? Son günlerde, CHP’ye verileceği beklentisi vardı; belki de verilmişti. % 3-4 gibi bir oy oranından söz ediliyordu. Ancak, Gülen ve AKP tabanında bir içiçe geçmişlik sözkonusu; bu nedenle, Gülen tabanındaki kimi üyelerin AKP’ye vermiş olması da olası. Gülen yanlısı yayınları bu açıdan incelemek gerekiyor. Öyle ya da böyle, CHP’nin cemaat açılımının umduğu denli bir etkisi olmadığı ortaya çıktı. CHP, cemaat açılımı yapmak yerine, milyonları kucaklayan çapulculara doğru bir açılım yapmalıydı; yapmadı. “Onlar zaten bana oy verir” diye düşünmüş olabilir; ama bu, böyle olmadı. Bir diğer nokta da, AKP’ye mesafeli olmaya başlayan liberal kesimin oyları. Onların da, bir oy ağırlığına sahip olmadığı ya da kimi liberal yazarların yazdığı gibi, yine de AKP’ye oy verdiği (“yetmez ama AKP”) sonucunu çıkarabiliriz
***
Seçimde sandığa gitmeyen AKP’lilerin de olduğu tahmin ediliyor. Erdoğan’ı sevmeyip seçeneksizlikten AKP’ye oy verenler, söz konusu. AKP’nin yüksek oy oranı, genellikle, yandaş medya etkisi, istikrar arayışı, empati/vicdan yoksunluğu, merkez-taşra ya da kıyı-kara karşıtlığı, din ve sosyal yardım gibi etmenlere bağlanıyor. Ancak, bunları çözümlerken, gözden kaçırılmaması gereken nokta, şu: CHP, İstanbul’u da alamadı. Aslında, bu seçimin içyüzü, CHP’nin alamadığı İstanbul ilçelerinin çözümlenmesine dayanmalı. Belediye tabanlı incelemeler (örneğin, Üsküdar’ı değerlendirebiliriz) yorumların ayaklarının yere basmasını sağlayacak.
***
Israrla kendisinden ortak adaylar çıkarması istenen Taksim Dayanışması’nın atıl kalması ve sonraki süreçte hantallaşması (örneğin, internet yasakları eylemlerinde, bir çağrı metni hazırlayamaması ve internet kullanıcılarının tümüyle sosyal medya üzerinde edindikleri anonim duyumlar üstünden Taksim’e çıkması), çapulcuların seçimdeki etkinliğini zayıflattı. Kimi mahallelerdeki muhtarlık seçimlerini saymazsak (örneğin, Ataşehir, Sırma Doğru; Kartal, Hüseyin Karataş; Küçükçekmece, Halime Totkanlı ve diğerleri), Gezi, beklendiğinin tersine, bir oy toplama konusu olarak seçim kampanyalarında çok fazla yer almadı. Yerelle evrenseli harmanlamış olan Gezi Hareketi’nin, doğrudan halka dokunulabilecek bir alan olan muhtarlık seçimlerine, alınma olasılığı düşük olan ilçe ve büyükşehir seçimlerine göre daha fazla enerji sarf etmesi gerekirdi. Öte yandan, “Oy ve Ötesi” gibi sandığa sahip çıkma çabalarında ve kimi muhtarlık seçimlerinde yine de Gezi etkisi hissedildi. Benzer görüşte olanların ağına dönüşmüş olan sosyal medyayı kullanmaya devam edip bir yandan da sosyal medya kullanıcısı olmayan kesimlere ulaşmak gerekiyor.
Çapulcu musun vay vay, sandıkçı mısın vay vay?
Şimdi en önemli soruya ve yazının en önemli bölümüne geldik: İstanbul’da çapulcular oy kullandı mı? Kullanmayan önemli bir kitle olduğu biliniyor. Sayıları saptamak zor; ancak, değişik kesimlerden çapulcuların (sosyalist, ulusalcı, Kürt, anti-kapitalist Müslüman, çevreci vb.) İstanbul büyükşehir seçimlerinde kendilerini temsil eden bir aday göremedikleri bir gerçek. Çapulcuların farklı kesimleri, kendi eğilimlerini yansıtan adaylara oy verse de, Gezi Ruhu’nda ifadesini bulan kitlesel birleştiricilik, burada söz konusu değil. Aralık 2013’te yazdığım “İstanbul Büyükşehir’de Gezi’nin Adayı Kim?” başlıklı bir diğer yazıdan alıntılara yer vermek istiyorum.
“Aslen, çekişmenin, Topbaş ile Sarıgül arasında olacağı söyleniyor. Birçok çapulcu ve CHP’nin çeşitli kanatları açısından, bu, ‘kötüler içinden kötüler beğen’ tarzında bir çekişme olarak değerlendiriliyor.”
“Dayanışma’nın konuyla ilgili duruşu, aday çıkarmak yerine, Gezi programına bağlı kalan adayı desteklemek yönünde. Ancak, bunun seçilemeyecek bir Önder’e destek vermek anlamına geleceği düşünülüyor. Dahası, Kürt İslamı’ndan (örneğin Altan Tan) Gezi’ye “darbeci” diyen zihniyete kadar (örneğin Sırrı Sakık) geniş bir yelpazeye sahip olan BDP’de, yerel seçimde ve sonrasında hangi kliklerin baskın olacağı bilinmediğinden, Önder, geniş bir Alevi kitlesi ve CHP’ye oy vermeyen ve vermeyecek sol eğilimli bir kesim için, güvenilmez bir isim. Sarıgül ise rant belediyeciliğiyle birlikte anılan ve cemaatlere yakınlığıyla kuşku uyandıran bir isim (...). Ayrıca, Sarıgül-Topbaş ilişkisi de güven vermiyor. MHP’nin adayı ise, twitlerine bakılırsa , genç bir Gezi dostu İTÜ’lü. Ancak, partisi nedeniyle, çapulcuların çoğundan oy alması zor görünüyor.”
“Daha önce yazdığımız gibi (...) ve yukarıda anlaşılacağı üzere, bugün aynı koşullarda seçime girilseydi; CHP ile MHP’nin ya da CHP ile DTP’nin (BDP/HDP) toplam oyu, AKP’nin oyunu geçmeyecekti.”
“Milli Görüş çizgisi, 1994’ten bu yana, İstanbul’da yerel seçimlerde % 25’in altına düşmüyor. 2004’te ise AKP, ilk kez, merkez bir sağ parti olarak, İslamcı-liberal ittifakı ile seçime girip oyunu % 45’e çıkarıyor. 2009’da da, bu tablo değişmiyor.”
“Dolayısıyla, CHP’nin İstanbul büyükşehirdeki başarısız seçim kampanyası ve başarısız aday seçimi nedeniyle, büyük bir değişiklik olmazsa, AKP yine alacak. Büyük bir değişiklikten kasıt, Türkiye’de siyasetin bir diğer önemli oyuncusu olan Gülen Cemaati (GC). GC’nin, Erdoğan, Bakanlar Kurulu ve AKP’li adaylarla ilgili yolsuzluk dosyalarını biriktirdiği ve seçimlerden önceki haftalarda bir bir patlatacağı iddiaları, Gezi Direnişi’nin en sıcak anlarında bile kulislerde konuşuluyordu. Bu tür beklenmedik gelişmeler, bu tabloyu değiştirebilir; ama etkisi çok büyük de olmayabilir.”
“İstanbul ilçelerinde, Gezi’nin adayını bulma sorunu, çok daha kolay çözümü olan bir sorun. CHP’li olsun, başka partili olsun, bağımsız olsun, tüm adaylara forumların ve genel olarak çapulcuların soracağı sorular belli: Gezi Direnişi sırasında ne yaptın? Katıldın mı? Ne düzeyde katıldın? Rant belediyeciliğine karşı önlemlerin neler? Halkı yerel yönetimde söz, yetki, karar ve iktidar sahibi yapmak için kullanacağın idari düzenekler ve önlemler nelerdir? (Forum, kent konseyi, belediye meclis, mahalle meclisi???) Bu soruları Gezi Ruhu’yla yanıtlayan adaylar, ilçelerde bulunuyor. İlçe düzeyinde tüm çapulcular, en uygun adayı saptayabilir (...). Ancak, konu, büyükşehir adayına geldiğinde, işler sarpa sarıyor.”
“Bu açıdan, çapulcular, ilçelerinde Gezi Ruhu’nu yansıtan adayları saptayıp onlara oy verirken; İstanbul büyükşehirde boykot seçeneği düşünülebilir. Bunun için, bir boykot programı gerekiyor. Zaten yeni büyükşehir yasası, yerellerin yetkilerini iyice kısmışsa, boykot daha anlamlı olabilir. Böylece, seçimden sonra, adaylara, Gezi’de yaptığımız gibi, ‘siyaseten bizi temsil etmiyorsunuz; bu nedenle, size oy yok; kazananın da meşruluğunu kabul etmiyoruz’ deme şansımız doğar. Seçimlerde, Topbaş’ın alması, büyük olasılık. Ancak, kimi muhafazakar yorumculara göre, AKP, zaten, ekonomik nedenlerle ve cemaatle didişme dolayısıyla çöküş dönemine girmiş durumda. Bir seçimde dışarıda kalıp bir sonraki seçim için şimdiden hazırlanmak, belki de daha iyi. Yoksa, ‘300 bin yerine 600 bin alacağız; bizim başarı ölçümüz bu’ demek, kimi partilerin tabanlarını ‘konsolide’ edebilir; ancak, yenilmeye mahkumdur.”
“AKP’nin, büyükşehir seçimlerinde başarılı olursa (ki Gezi’nin örgütsüzlüğü nedeniyle başarılı olacak gibi görünüyor) daha otoriter davranacağı ve ‘bakın halk yine bizi seçti’ diyeceği, doğru. Bundan sonra Gezi’ye kazma vurmayı yeniden düşüneceği kesin gibi. Demek ki, sıcak saatler, sıcak günler, sıcak haftalar ve aylar bizi bekliyor ve yeni Geziler... AKP’nin çöküş döneminde, sokağa kadar inmiş yerel yönetim ruhunun şansı çok; çünkü o, saksılarda değil direniş içerisinde büyüyebiliyor ancak.
“Özetle, ilçelerde, adaylar, Gezi Ruhu’na göre tartılmalı; büyükşehir içinse boykot seçeneği dikkate alınmalı. Forumların acilen bu yönde tartışmalara girmesi gerekiyor. ‘Biz sandığa mahkum değiliz’ biçiminde birçok forumda öne çıkan görüşlerin bir boykot programıyla desteklenmesi gerekiyor ve 5 yıl sonraki seçimler için şimdiden hazırlık yapılmalı. Bundan önce, genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimleri için şimdiden çalışma yürütülmeli. ‘Bu daha başlangıç’ sözü, gerçekten uzun erimli bir bakışa karşılık geliyorsa, bu, böyle olmalı.”
***
Bir de, Temmuz sıcağında, Gezi’nin sıcağında kaleme aldığım "Gezi Direnişinin Sosyolojisi: Gezi’nin Lidersizliği ve İstanbul Büyükşehir Adaylığı" başlıklı yazıdan birkaç bölüme dikkat çekeyim.
“Sırrı Süreyya’nın seçime girmesi ve ona karşı bir de ulusalcı aday çıkarılması, Gezi Hareketi için büyük talihsizlik olacak. Eski siyaset aktörleri yerine, başka nedenlerle sevilen ve sayılan Gezi yüzlerinin (örneğin sanatçılar, avukatlar, mühendisler vb.) aday olması, daha önemli. Ancak, bunlar içinden, gerçekten siyasi konulara yatkınlığı olanların ve katılımcı yönetim becerilerine sahip olanların öne çıkması gerekiyor. Örneğin, Mehmet Ali Alabora’nın adaylığına, birçokları, bu nedenle pek sıcak bakmıyor. Türkiye de dahil olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde, sırf ekrandaki popülerlikleriyle iktidara getirilenlerin, halkta uyandırdığı hüsran duyguları, birçoklarının bu tür durumlara kuşkulu yaklaşmasına yol açıyor.
"CHP’den öne çıkan isimlerse, Mustafa Sarıgül ve Muharrem İnce. Kimi direnişçiler, Mustafa Sarıgül’ün belediyeciliğini eleştiriyorlar ve cemaatlerle yakın ilişkisi olduğunu ileri sürerek, rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Ayrıca, Kılıçdaroğlu’nun, bu kadar ‘etkili’ bir ismi, ikinci ‘adam’ olarak tutmayacağını düşünüp durumu, Erdoğan-Gökçek ilişkilerine benzetiyorlar. Muharrem İnce ise, Meclis’teki zeki çıkışlarıyla ilgi uyandırıyor; ancak, çokkültürlülük konusunda başarılı bulunmuyor. Gezi Direnişi, CHP’de, özellikle, İlhan Cihaner, Süleyman Çelebi, Gürsel Tekin, Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün, Şafak Pavey ve Emine Ülker Tarhan gibi isimlerin yelkenini şişirdi. Bu, olumlu bir gelişme olarak okunabilir. Bu isimlerin bir bölümü, CHP’deki ulusalcı blok ile sosyal demokrat blok arasındaki sarkaçta, sosyal demokrasiye, dolayısıyla sola yakın olan, ancak partideki konumları itibariyle, Kemalizm’le bağlantısını koparmayan isimler. Bunlar, büyükşehir için ön plana çıkabilirler. Yüksek oy alacakları kesin; ancak, oyları, büyükşehiri almaya yeter mi, belli değil. Eylül’de daha da netlik kazanacak bu süreçten, Zülfü Livaneli gibi sürpriz isimler de çıkabilir.”
“‘Gezi’nin büyükşehir adayı kim olsun?’ biçimindeki sorunun, en baştan yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü belediyecilik, bir tek-adam/kadın işi değil; bir ekip işidir. Bugün iktidarda olan AKP kurmaylarını, 20 yıl önce, yine birarada görüyoruz. İstanbul Büyükşehir’in yönetici kadrosuna bakıyoruz, 20 yıl önce kimlermiş... Ve şu an, onlar, aynı ekiple iktidarda. Dolayısıyla, ‘Gezi’nin büyükşehir adayı kim olsun?’ sorusu yerine, ‘hangi ekip girsin?’ diye sorulmalı. Peki bu, varolan yerel ve genel seçim sisteminde mümkün mü? Bir ölçüde mümkün: Kimi partiler (BDP, ÖDP, YSGP vd.), ‘tek-adam’ yerine, eşbaşkanlık sistemi getirdi bir kere. İkincisi, Gezi, yatay bir hareket olduğuna göre, büyükşehir adayının, bir ‘büyük başkan’dan çok, bir dönem sözcüsü gibi işlev görmesi gerekiyor. Yani validen çok, noter gibi olmalı... Bu, forumların ruhuna da, bilişim dünyasındaki eşit ilişkilere de (örneğin, ‘peer-to-peer systems’) en uygunu. Bunun için, elde, hazır bir örgütlenme var zaten: Taksim Dayanışması. Bu kadar çok siyaseti tek bünyede toplamış bir başka çatı, zaten zor bulunur. Mücella Yapıcı’dan ne güzel bir aday olur örneğin. Ancak, Dayanışma’nın sıkıntısı, kendilerinin neyse ki kabul ettiği gibi, kitleyi temsil etmekten uzak olmaları; çünkü çoğunluk, zaten bağımsız/örgütsüz. Yine de, Dayanışma’dan, herkesin ya da büyük çoğunluğun benimsediği bir adayın, her kesimin saygısını sevgisini kazanmış bir adayın, başarı şansı çok yüksek. Bu süreçte, eski belediye başkanlarını (Dalan, Sözen, Erdoğan, İsvan vd.) iyi çalışmalı. Bunların seçim öncesi ve sonrası süreçlerinden dersler çıkarılmalı. Hemşehri derneklerinin etkisini unutmamalı. (özellikle Sivaslılar, Kastamonulular ve Giresunlular)
68’in Gezi'si ve Nikbinlik
Yukarıdaki alıntılardan şu sonucu çıkartabiliriz: İstanbul’u AKP’nin alacağı zaten belliydi; önemli olan uzun erimli düşünmekte. İşte tam da bu nedenle, 1968 Fransası’nda, Mayıs İsyanı’ndan hemen sonra gerçekleşen seçimlere dikkat çekmekte fayda var. Fransa’daki Mayıs 1968 İsyanı, Gezi’yle büyük benzerlikler taşıyor. Öğrencilerin başlattığı ve işçilerin ve daha sonra toplumun diğer kesimlerinin kitlesel olarak katıldığı isyanda da, bir ölçüde lidersizlik ve yatay örgütlenme söz konusu idi. Bugün Gezi ekseninde tartıştığımız birçok konu, 1968’de tartışılmıştı. 68’in sloganlarını ve duvar yazılarını anımsayalım: “Gerçekçi ol, imkansızı iste”; “Parlamento bir burjuva tiyatrosuna dönüştüğünde; tüm tiyatrolar parlamentoya dönüşmek zorundadır”; “kaldırımların altında kumsal var”; “her iktidar bozar; mutlak iktidar mutlaka bozar”; “hayalgücü eksik olanlar neyin eksik olduğunu hayal edemez” vb.
Yüzbinlerin sokaklara döküldüğü Fransız 68’inde, otoriter Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, meclisi lağvetmek durumunda kalmış ve bir sonraki ay için seçim tarihi vermişti. Bu seçimde, De Gaulle ve onun otoriter rejimi, oyunu ve milletvekili sayısını arttırmakla kalmadı; o zamana dek Fransız tarihindeki en büyük çoğunluğu elde etti. Yani 68, sandıkta geri tepti. Ancak, 1 yıl sonra, ‘büyük’ lider De Gaulle, halkoylamasını kaybedip istifa etmek zorunda kaldı.
68, bir sandık hareketi değildi; Gezi de öyle. 68’in etkilerini bugün bile hissediyoruz; Gezi’ninki de öyle olacak. Dünya ölçeğinde düşünürsek, 68, kimi ülkelerde, Vietnam savaşı karşıtlığı gibi bir eksen üzerinden gelişen bir haklar ve özgürlükler mücadelesiydi. Türkiye’nin Suriye’yle olası bir savaşında, Gezi de öyle olacak. 68, nice direnişin esin kaynağı oldu; Gezi de öyle olacak (ve zaten şimdiden oldu bile). Tekel Direnişi, Gezi’yi hazırladı; Gezi de kimbilir hangi direnişi hazırlayacak...
Gezi’nin talepleri karşılanmayıp Gezi zorla boşaltılınca, kimi çapulcularda moral bozukluğu olmuştu. Bu da, onun bir benzeri. Oysa iyimser olmak için başka nedenler de var: Devrildiklerinde, Tunus diktatörünün ve Hüsnü Mübarek’in oyları, % 90’lardaydı. Ama yenildiler. % 45 değil; % 90’dan bahsediyoruz. 2000’li kuşak gümbür gümbür geliyor. Nazım Hikmet’i de anımsayalım burada. Türkiye’de kendi görüşündeki bir partinin iktidara gelme olasılığı sıfıra yakınken direndi o; yıllarca hapis yattı ve en güzel şiirlerini yazdı.
“Nikbinlik” (‘İyimserlik’) şiiri (“Güzel günler göreceğiz çocuklar”), o umudu aşılıyor bize. Her şeye karşın yeşeren umudu. Onun, 2023 ve 2071 gibi bir projesi de vardı. Bugün olmasa da, bilimin ve diyalektik materyalizmin bir sonucu olarak, sosyalizmin er ya da geç geleceğini düşünüyordu. 2041’i düşlemişti koca şair. Onun bize 1941’den seslenişiyle, umut ve coşkuyla bitirelim bu yazıyı:
— Uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...
— Hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor
ben kaçak değilim.
Asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
— Yüz yıl sonra, sevgilim...
— Hayır, her şeye rağmen daha evvel.
Ve ölen ve doğan
ve son gülenleri güzel gülecek olan yirminci asır
(benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem),
senin gözlerin gibi, Hatçem,
güneşli olacaktır...(UBG/NV)