Nadire Hanım’ın da dediği gibi yazım güzelleme olmasın diye çok uğraştım ama en sonunda düşünmeyi bıraktım içimden gelerek yazıyorum işte. 30 günlük staj boyunca ne hissettiysem ne yaşadıysam eksik ya da abartı yok.
Ne yazarsam yazayım biliyorum ki bianet’te stajyer olmak öyle kolayca yazıya dökülecek bir duygu değil. Ne yazarsam yazayım biliyorum ki buradan hiç gitmek istemediğimi anlatamam kelimelerle ve ne yazarsam yazayım biliyorum ki tatile gitmek yerine bianet’te staj yapmanın bana daha çok şey kattığını, daha mutlu hissettirdiğini şu küçücük yazıya sığdıramam…
bianet’te stajyer olmak “stajım keşke bitmesin” demektir. Stajım bitmesin ki bu güzel insanlarla beraber olmaya devam edeyim, bitmesin ki her sabah poğaça kahve eşliğinde hep beraber “gazetelere, yine ne manşet atmış, hangi nefret söylemini kullanmışlar” diyerek günüme biraz üzülerek biraz gülerek başlayım.
Buraya gelirken çok fazla “acabam” olduğunu hatırlıyorum. Nasıl bir yer? Sadece fotokopi çekip, çay mı getireceğim? Şefim sert biri mi olacak? Ortamı sevecek miyim? Onlar beni sevecek mi? Of şimdi herkes tatilde ben nasıl burada bu sıcakta duracağım? Daha sayamayacağım bir sürü şey vardı aklımda…
Henüz ikinci gün: “Seren ‘Sipri Raporuna’ bakıp haber yapar mısın?” Haber yapmak mı? “Ben sadece stajyerim çay getireyim” diyemiyorsun işte bianet’te. O ortam öyle bir yer ki haber yap denildiğinde bir şekilde yapıyorsun. Yapamadın mı hemen müsait birinin yanına çekiyorsun sandalyeni… Ben de sendelediğimde şöyle demişlerdi bana hayatım boyunca bana küpe kalacak olan: “Haber yazarken öz ve net olmasına dikkat ediyoruz, sen çok uzun cümleler kullanmışsın. Öncelikle ne talep ediyorlar, neden eylem yapıyorlar, hakları ne bunları belirtmeye dikkat ediyoruz. Çok fazla ‘maktayız’ diyorsun ‘yor’ desen daha iyi. Slogan yazmışsın haberinde, böyle sloganlara yer vermiyoruz. Biz bir yerin taraftarı değiliz, “Hak Habercileriyiz.”
Hak haberciliğiydi gerçekten. bianet’e gelmeden önce bilindik beylik bir laftı benim için “ Hak Haberciliği”. Burayla tanıştıktan sonra ne demek olduğunu somut olarak anladım. Mükemmel bir insan değildim ben de, belirli bir ideolojinin, belli kemikleşmiş fikirlerin penceresinden bakıyordum bazı şeylere. Ama sorgulamayı öğrendim bianet’te, baktığım pencerenin yıpranmışlıklarını gördüm, burası bana zihin dünyamı temizlemek ve daha hoşgörülü bakabilmek için bir şanstı…
Öte yandan pes etmemeyi de öğrendim gittiğim haberlerde. İTÜ’deki basın toplantısına basın kartım yok diye almamışlardı beni mesela. Haluk; “giremiyorsan dön ne yapalım” demişti. O anda elim boş dönemeyeceğimi anladım, bir şekilde bu haberi yapıp “pes etmedim”’i göstermem lazımdı. Ve önce ilk kapıyı denedim almadılar, ikinci kapı da olmadı ama İTÜ’nün 3 kapısı vardı ve üçüncü kapı zayıf noktalarıydı. Hemen bir şekilde içeri girdim. Gereksiz bir kendine güven, inat ve azim duygularını aynı anda hissettiğimi hatırlıyorum.
Diyorum ya “ilklerim”’di burası benim, hiç abartmıyorum. beş yıldır İstanbul’da olmama rağmen İstanbul’u burasıyla keşfettim diyebilirim. “Seren Karaköy’e gitmen gerek”, “Seren Santralistanbul’un yerini biliyor musun?”, “Yarın Çağlayan Adliye’sine gider misin?”, “Seren İnsan Hakları Derneği'nde basın toplantısı var, koş habere”… Koşa koşa nerede ne var öğrendim, çevreme daha dikkatli bakar oldum. Taksim bile İstiklal Caddesi değildi işte sadece, pek çok gizli saklı yeri vardı…
Gelirken şefim nasıl olacak diye düşünüyordum. Şef mi? Galiba Haluk’a, Ekin’e, Yüce’ye, Ayça’ya, Nilay’a, Çiçek’e, iki Beyza’ya, Elif’e, Begüm’e, Korcan’a, masa arkadaşım Erol’a ya da Evren’e ya da Baran’a ya da Leyla’ya (Haluk’tan başlayarak sırayla yazdım) şefim desem hepsi gülerler “kızım plaza mı burası” diye dalga geçerler. bianet’te sözde hiyerarşi var, öyle önünü ilikleyip “tamam yaparım” yok. Kim kimin üstü, hangi haber kime gönderilecek önemli değil… Sen haberini güzelce yaptın mı, sen bir yerlerin sözcüsü ya da yandaşı olarak değil de sesi duyrulmayanların sesi oldun mu bunlar yeter de artar bile.
En güzeli de sen yeni çaylak, ilk defa haber yazdığın ve ismin internette çıktığı için çok mutlusun, ailene, arkadaşlarına falan söylüyorsun “bakın bakın haberim çıkmış” diye… Ama en güzel duygu bu değil en güzeli o kimbilir günde kaç kere haber yapan insanların sana her haberinden sonra “eline sağlık” demeleri. İçin umut doluyor, evet diyorsun ben bir şeyler başardım galiba ve başarının bir karşılığı var. Ve kimbilir şimdiye kadar kaç haber yazmış, neler görmüş kişiler yerinden kalkıp, üşenmeyip diyorlar ya hah işte o noktada çok mutlu oluyorsun…
Diğer stajerlerle de kafa uydu mu ooo bir stajdan başka ne beklenir? Öğle araları memleketi kurtarmaya çalışıyorsun, günün bir değerlendirmesini yapıyorsun. Bir de her gün aynı yerde yemek yiyorsun o ayrı…
Tabii eğer risk, bolca kovulma görme, patrondan emir alma, çok özel haberler yapıp eline sağlık beklerken sakın bir daha yapma gibi aksiyonlu, popüler şeyler aranıyorsa bianet doğru adres değil. Burası fazla güvenli, sakin, kendi halinde bir yer işte…
Kısacası, bianet’te stajer olmak eğitim hayatına devam etmek gibi galiba. Kim kimin üstü bilmeden, samimi, hırssız ve sıcak bir ortamda her gün çalışmaya hevesli gelmek demek. İlk girerken “günaydın” deyişlerimin hiçbir zaman cevapsız kalmaması ve her haberimi yaptıktan sonra “eline sağlık” demeleri…Herkes yesin diye kiraz yıkamak, uyanık kalınsın diye kahve yapmak ve sana teşekkür eden bakışlar…
Buraya gelirken çok fazla “acabam” olduğunu hatırlıyorum giderken ise “iyi ki” diyorum, iyi ki başlangıcı burada yapmışım. (SY/NV)