“Toplumsal sözleşmelerle kurulduğu söylenen modern sivil toplum aynı zamanda kadınların bedeni üzerinde erkeklere hak ve iktidar veren bir patriyarkal düzendir, bu anlamda toplumsal sözleşme sadece erkeklerin bir araya gelip ‘imzaladığı‘ cinsel bir sözleşmedir. İlk cinsel sözleşmenin eşitsizliği sonradan kendisini kurumların işleyişinde, iş ve ev evlilik sözleşmelerinde de üretmiştir.“
Carole Pateman
Evet, Pateman’ın ifade ettiği bu sözleşme, “Erkeklik Sözleşmesi“ tek taraflı bir sözleşme. Zira tek taraflı düşünülmüş, tek taraflı imzalandı. Taraflardan biri hükmeden konumunda, diğer taraf ise, bu sözleşmeye biat etmek durumunda bırakılan, ötekileştirilen, kimliksizleştirilen ve nesnelleştirilen kadınlar… Bizler!
Ruh gibi kadın bedenleri
Bu sözleşmeye boyun eğdiği müddetçe iyi kadın, namuslu kadın, ahlaklı kadın, makbul kadın, cennetlik kadın… Zira ahlak kuralları adı altında dayatılan, normlara (norm-al; mi?) gelenek ve göreneklere itaat ettirilerek, muhafazakar çevrelerin, dinci-faşist zihniyetin kadının bedenini, emeğini sömürmesine; zihnine prangalar vurmasına, tüm bu despotizme, erk tahakkümüne biat eden kadınlar mezarlığına çevirdiler… Bedensel olarak, söylemsel olarak, düşünsel olarak… Ruh gibi kadın bedenleri…
En küçük bir başkaldırıda da, karşısındakinin erkek olması, haklı olması için yeterlidir. Zira bu sözleşme erkek ilkeleri ile düşünülmüş ve karşı tarafa da erkek aklı ile dikte edilmiştir. Bu sözleşmenin imtiyazlı tarafı olarak erkekler tüm konforu yaşadıklarından dolayı “Erkeklik Sözleşmesi“ni içselleştirmişler ve kendilerine sunulan bu ayrıcalıkları hak görmüşlerdir…
Zira erkek olan onlardır. Ve bu imtiyazlardan faydalandıkları sürece de sorun yoktur. Monique Witting’in dediği gibi, “Efendiler olmazsa, köleler olmayacağı gibi, erkekler olmaksızın da kadınlar olmayacaktır.“
Kadınlar, ötekiler bu sözleşmenin mağdur taraflarıdır. Bu mağduriyet dünyanın hangi coğrafyasında olursa olsun, hangi kültüre ait olunursa olunsun hiç şaşmaz… Kadın olmak yeterlidir bedel ödemek için…
Kimi kültürlerde kadın sünnetleri, kimi topraklarda erken yaşta zorla evlendirilen çocuk, kimi coğrafyalarda bir erkeğe dört kadın şeklinde, kimi yerlerde ucuz iş emeği olarak görülen tekstil işçileri, kimi yerlerde tarlada köylü emekçi kadınları; kimi yerlerde seks işçisi, onurlu kadınlar olarak karşımıza çıkar.
Saçı uzun, aklı kısa; kaşık düşmanı, kızını dövmeyen dizini döver gibi toplumsal bilince yerleşmiş kültürün dildeki yansımaları olarak da günlük hayatta kendini gösterir ve bu toplumsal bilinci yeniden ve yeniden üretir.
Kadın, babanın kızı, kocanın karısı, abinin bacısı imgelenmesinden ziyade aynı zamanda mahallenin namusu, erkek aklın sahiplendiği bacısı ve sistemin de güvencesidir.
Kafası attığı zamanda şiddetin her türlüsüne başvurma hakkına sahip polis devleti, militarist devlet anlayışının yansımaları olarak bireylerde kendini günlük hayatta düşünsel, dilsel, eylemsel olarak gösterir. Cinsellik hiyerarşisinde erkek tahakkümü esastır bu sözleşmeye göre.
Fakat biz kadınlar, kadınların mücadelesi boyunca toplumsal bellekteki “Kadın Kurtuluş ve Özgürlük Mücadelesi“nden ilham alarak epeyce yol aldık ve almaya devam edeceğiz…Kararlıyız zira, kolay olmayacak, bunu da biliyoruz, ama inadımız da inat, bunu da siz bilinistiyoruz!
Biz, eski biz değiliz artık… İslam Hukukuna göre recme kurban giden, tecavüze uğrayıp, idam edilen; tecavüze uğrayıp tecavüzcüsü ile evlendirilen, sokakta oynarken gerdeğe konulan, sünnet ettirilen, ezilen, sömürülen bir meta olarak görülmek istenilen, islam hukuku, baba hukuku, koca hukuku, devlet hukuku, sistem hukuku yani erkek hukukundan bıktık!
Biz insan haklarına yakışır, tek taraflı değil, siyaha karşı beyazın hakkı; doğuluya karşı batılının hakkı, proletere karşı burjuva hakkı, Alevilere karşı Sünnilerin hakkı; azınlıklara karşı çoğunluğun hakları; kadınlara karşı erkeklerin hakkını savunan “İnsan hakları“ değil, koşulsuz, insan onuruna yakışan, dayanağını evrensel değerlerden alan bir hukuk sistemini düşünüyoruz ve düşlerimizi gerçek kılmak adına direneceğiz ve direteceğiz…
Evet biz kadınlar düşünen, söz söyleyen, eyleyen yaşamın her yerinde hak öznesi olma yetisine sahip bireyler olarak bıktık! yeter! diyerek, isyan bayrağını çekip, “Erkeklik Sözleşmesi“ni paramparça yırtıp savuruyoruz…
Ve yerine iki tarafında adilce olduğu, kadınların yaşam hakkını yasalarla güvence altına alan, her türlü şiddete karşı duran, toplumsal cinsiyet rollerinin dayatılması ile de mücadele eden, İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte kalması için direneceğiz, direteceğiz!
Biz kadınların yaşam hakları kimsenin keyfi, iki dudağı arasında ve bir imzası ile mümkün olmayacaktır… Zira olmamalıdır.
Sınıflı toplumlar boyunca hak ve adaletin, hukukun ekonomik ve siyasi gücü elinde bulunduranların dayatmasına bağlı olarak işlediği aşikâr olsa da halkın direnişi de aşikârdır…
Özellikle kadınların son dönemdeki küresel boyuttaki isyanları da devrimin habercisidir…
Erkek-kadın ilişkilerinde de Antik Yunan Şehir devletlerinden günümüz burjuva demokrasilerine evrilen süreçte düşlediğimiz kadar yol alamadık…
İlk çağlardaki yurttaşlık hakkına sahip olamayan kadın günümüz patriarkal sistemde erkek tahakkümüne, erkek diline, erkek zihniyetine, bıyıklı erkek aklının bedeni ve cinsiyeti üzerinden saldırısına maruz kalıyor.
Toplumsal Bilinç bu şekilde tüm damarlarımıza kadar yanlış kodlanmışken, devlet olmanın gereği olarak, tabii ki bu “Devlet“ dayanağını hukukun evrensel değerlerine dayandırıyorsa (ki dayandırmasa devlet değil, çete durumunda olur) vatandaşları birbirine karşı korumak ve kollamak olmalıdır. Bu koruma kanun ve yasalar ile güvence altına alınmalıdır.
“Ne zaman bir kadın ayağa kalksa, aslında tüm kadınlar için ayağa kalkar!“, Maya
Angelou’nun ifade ettiği gibi, dünyanın herhangi bir yerinde bir kadın, artık yeter diye ayağa kalkıyorsa, bu tüm kadınlar için Manifesto olmalıdır.
Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi ile sürekli geri adımlarla şeriat düzenine kadının anlayışa, patriarkal düzene, neoliberal politikalara, kapitalist sistemin kadının bedenini, emeğini ve doğayı sömürgeleştirmesine, despotizme, tahakküme, kimliksizleştirmeye karşı tüm kadınların kolektif biçimde, hep birlikte kızkardeşliği dayanışması ile ayağa kalkacağı, başkaldıracağı, direneceği ve düşlerine sahip çıkacağı yarınlar için mücadeleye devam edeceğiz.
Bu kadınlar için ontolojik bir gereklilik ve gerçeklik olmalıdır…
(ZA/EMK)