Fotoğraf: csgorselarsiv/Emre Orman
20 Mart günü Resmi Gazete’de yayınlanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine” dair Cumhurbaşkanı Kararı, gerek Türkiye’de gerekse sınırlarımızın ötesinde doğuracağı hukuki ve siyasi sonuçları itibariyle pek çok tehlikenin habercisi, ibretlik bir karar.
TIKLAYIN - 2008'den 2021'e bianet erkek şddeti çeteleleri
TBMM’nin iradesi ve oybirliği ile 2012 yılında onaylanmış temel insan haklarına dair bir uluslararası anlaşmanın, Cumhurbaşkanı’nın iki dudağı arasında olduğunun ilanı, bunu topluma dayatma girişimidir. Yargının, üniversitelerin, medyanın bağımsızlığına darbeler vura vura iktidarını pekiştirenlerin bugün çoğunluğunu ellerinde bulundurdukları meclisi de devredışı bırakma hamlesidir.
Bu Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme hamlesi, yasalara ve Anayasa’yaaykırıdır. Barolar Birliği ve Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), hemen, 20 Mart günü yaptıkları açıklamalarda İstanbul Sözleşmesi’nin temel hak ve hürriyetlerin korunmasına ilişkin bir sözleşme olduğunu ve Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasına göre normlar hiyerarşisindeki yerinin kanunların üzerinde olduğunu duyurdular.
Uluslararası sonuçlar
Cumhurbaşkanı Kararı’nı takiben İletişim Başkanlığı’nın yaptığı yazılı açıklamada, çekilme gerekçesi olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin, "Türkiye'nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmesi" belirtiliyor. Bu tüyler ürperticidir.
Böyle gerekçelendirilmiş bu çekilme girişimi, yarın öbür gün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi (CEDAW), çocuk hakları ile ilgili Lanzarote Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan temel insan haklarının tek kişinin keyfine terk edilmesi demektir. Üzüntülerini bildirmenin ötesinde, Avrupa Konseyi’nin, Türkiye’nin bu girişiminin uluslararası hukuka etkilerine dair bir analiz de yapması gerekiyor.
Meselenin uluslararası hukuk boyutunun yanı sıra bir de siyasi boyutu var. Bu girişim, aşırı sağ, aşırı dinci ve aşırı milliyetçi hareketlerin güçlendiği diğer Avrupa ülkelerindeki “toplumsal cinsiyet karşıtı” (anti-gender) hükümet ve hareketleri cesaretlendirecektir. 2019’da yapılan Avrupa Birliği Parlementosu seçimlerinde, aşırı sağ ve milliyetçi kesimlerin temsilinin artmış olduğu da göz önünde bulundurulduğunda, kadınlara ve LGBTİ+lere yönelik şiddet ve ayrımcılıkla, kadınların üreme hakları ve kazanılmış haklarına topyekün saldırıların uluslarötesi boyutunu da değerlendirmemiz gerekiyor.
Kadın ve LGBTİ+ hareketleri, tehlikenin bu sınırları aşan boyutunun uzun süredir farkında. İktidar partisinin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma planlarını ilk kez dillendirdiği Temmuz 2020’den bu yana da, bir dizi toplantı ile hem bilgileniyor, hem de sınırlar ötesinde dayanışıyorlar.
Örneğin, 300’den fazla kadın ve LGBTİ+ örgütününden oluşan Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), 15 Ekim 2020 tarihinde, İstanbul Sözleşmesi’ne yapılan saldırılara karşı birlikte mücadele etmek için farklı ülkelerden feministleri bir araya getiren bir toplantı düzenlemişti. On beş ülkeden yaklaşık 200 kadını biraraya getiren o toplantıya, Türkiye, Polonya, Macaristan, Bulgaristan ve Hırvatistan’dan konuşmacılar katılmıştı.
Bu ülkelerde, başta kadına karşı şiddet ve üreme hakları konularında olmak üzere, sağ hükümetler ile kadın örgütleri arasında ciddi bir mücadele var. Bu ülkelerdeki sağ iktidar ve hareketlerin, kadınların ve LGBTİ+ haklarına karşı duruşları da, İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik savları da çok benzer.
Sağcı siyasetçiler, Katolik Kilisesi ve bu ülkelerin dışındaki birtakım kuruluşlar, Sözleşme’nin, aileye karşı ideolojik bir saldırı içerdiği, “toplumsal cinsiyet”in eğitim ve hukuk sistemini değiştireceği, eşcinsel evlilikler ve LGBTİ+’ların evlat edinmesine yol açacağı ve bu nedenle o ülkenin “geleneksel değerleri” açısından tehlike yarattığını iddia ediyor. Macaristan ve Polonya’da İstanbul Sözleşmesi karşıtlığının bir de aşırı milliyetçi, göçmen ve mülteci karşıtı boyutu var.
Sınırlar ötesi kadın dayanışması bugün her zamankinden önemli
Her yıl mart ayında, New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler Kadının Statüsü Komisyonu oturumlarının 65’incisinde, Kırmızı Biber Derneği’nin ev sahipliğinde düzenlenen bir etkinlikte bugün geldiğimiz noktayı yine farklı ülkelerden gelen katılımcılarla değerlendirdik.
23 Mart 2021 tarihinde Fatma Aytaç ve Tümay Ulukaya’nın emekleriyle düzenlenen “İstanbul Sözleşmesi’ne Yapılan Saldırılar: Süregiden Kadın Mücadelesi” başlıklı oturum, 300’den fazla katılımcıyı bir araya getirdi. Oturumun açılışını yapan Fatma Aytaç, Sözleşme’den çıkış girişimine rağmen “gölge pandemi” olarak da anılan kadına yönelik şiddetle mücadeleye devam edeceklerini söyledi. İstanbul Sözleşmesi Uzman Grubu - GREVIO önceki dönem başkanı, Prof. Dr. Feride Acar, toplantıya bağlanarak Sözleşme’den çekilme kararının, şiddet uygulamaya eğilimli erkekleri cesaretlendirdiğini belirtti; devletin bu adımla kadınları korumasız bırakarak, onların can güvenliğini önemsemediği mesajını verdiğini ifade etti.
BM Kadın Birimi Sivil Toplum Direktörü Lopa Banerjee’nin destek videosu göndererek katıldığı toplantıya, EŞİK’ten katılan feminist avukat Hülya Gülbahar, Sözleşme’den çekilmeye dair Cumhurbaşkanı Kararı’nın yok hükmünde olduğunun altını çizdi. Bunun sadece kadına karşı şiddet, veya kadın hakları meselesi değil insan hakları ve demokrasi meselesi olduğunu belirtti.
Humanity in Action derneği adına konuşan Polonyalı feminist aktivist Zuzanna Krztalava Türkiye’nin bu hamlesinin, Sözleşme’den çekilme niyetini açıklamış olan Polonya gibi ülkeleri de yüreklendireceğinden duyduğu endişeyi ve sınırlar ötesi kadın mücadelesinin önemini dile getirdi. Polonya kamuoyunun %12 gibi küçük bir kesiminin Sözleşme karşıtı olmasına rağmen, mevcut iktidarın bunu siyasal malzeme yapmış olduğunu belirtti. Türkiye’de Sözleşme’ye karşı olanlar da % 7 gibi marjinal bir kesim. Her iki ülkede de bu kesimler, feministleri hedef gösterip tehdit ediyor.
Ordo Iuris ve Hristiyan Sosyal Kongresi adlı gruplar bir süredir, Polonya’nın Sözleşme’den çekilmesi ve yerine bir “Aile Hakları Sözleşmesi” nin getirilmesini talep ediyor. Nitekim bu yasa tasarısı, 30 Mart 2021 günü Polonya Parlementosu’na geldi. Macaristan’daki sağ iktidar da aileyi ön plana çıkaran bir sözleşme yazma konusunda Polonya’dakiyle hemfikir. Bu “Aile Hakları Sözleşmesi,” bize tam da bugünlerde dillendirilen İstanbul Sözleşmesi “yerine” getirileceği ifade edilen Ankara Mutabakatı’nı anımsatıyor.
Aynı oturumda, Bulgar Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Vakfı adına konuşan Genoveva Tisheva, İstanbul Sözleşmesi’nde taraf ülke bildirimini takiben 3 ay olarak düzenlenen ayrılma süresinin, Sözleşme’nin Latin Amerika ülkelerindeki benzeri olan Belém Do Pará Sözleşmesi’ndeki 1 yıla kıyasla çok kısa olduğu bilgisini paylaştı.
Sosyalist partinin dahi Sözleşme karşıtları arasında yer aldığına dikkat çekti. Bulgaristan’da 4 Nisan 2021’de yapılan seçim sonuçları kadın haklarına saldırmak üzerinden oy hesapları yapanlara iyi bir uyarı aslında: iktidar partisi dahil İstanbul Sözleşmesi karşıtı bütün partiler sandıkta kaybetti.
İnsan Hakları Savunucuları adına ABD’den katılan Rosalyn Park, İstanbul Sözleşmesi’nin gündemde olduğu 14 ülke bazında yaptıkları araştırmadan bahsetti. Agenda Europe, ADF International ve Dünya Aileler Kongresi’nin yanı sıra, Ordo Iuris (Polonya), CitizenGo (İspanya), In the Name of the Family (Hırvatistan), Society and Values Association (Bulgaristan), gibi derneklerin de Sözleşme’yi eşcinselliği meşrulaştırmayı ve aile ve geleneksel değerlere saldırmayı hedefleyen bir Truva atı gibi lanse ettiklerini belirtti.
Bu ideoloji de, onu savunan derneklerin finansmanı da sınır tanımıyor. Pek çok ülkede azınlık olan aşırı sağ kesimler - kendilerini “yerli ve milli” diye lanse etseler de - hem ideolojik hem parasal anlamda dışarıdan besleniyorlar.
Kadın hareketi zaman ve kaynak darlığı içerisinde yapılan saldırılarla boğuşadururken, ABD kaynaklı kürtaj ve LGBTİ+ karşıtı fon kuruluşları Avrupa ülkelerindeki aşırı sağa ciddi fon desteği sağlamakta. İçi çok farklı şekillerde doldurulabilecek “geleneksel aile” ve “geleneksel değerler” gibi muğlak kavramları, kadınların ve LGBTİ+ ların şiddetten uzak yaşaması için atılması gereken somut adımların karşısında bir yere yerleştiren bu zihniyet ve hareket ile mücadele de uluslar ötesi bir mücadele olmak zorunda.
Sonuç olarak
İstanbul Sözleşmesi’nden hukuka aykırı olarak yapılan bu çekilme girişimi, otoriter rejimlerin yükselişte olduğu bu bağlamda, uluslararası hukuka ve demokratik siyasete de ciddi bir darbe. Bu yönüyle, bugün kadına karşı şiddetle mücadele ve toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi küresel siyasetin tali konusu değil, tam da kalbinin attığı yerdir.
(ÖA/EMK)