Hükümetin İstanbul’da Uluslararası Finans Merkezi kurma hevesinde baştan beri tuhaf bir yan vardı. Öncelikle, başta Merkez Bankası olmak üzere, finansmanla ilgili tüm kamu kurumlarını İstanbul’a taşıyarak başkenti boşaltma konusunda ısrarlı olmuşlardı. Ayrıca, finans merkezinden sürekli olarak bir kentsel gelişme projesi gibi söz ediyorlardı. Şu kadar alana yapılacak koca koca binalar, spor tesisleri, camiler vs anlatılıyordu.
Finans merkezi bu hafta gündemimize yeniden bir inşaat projesi olarak girdi. Yine finansman konuşulmuyor, inşaat konuşuluyor. Merkezin kurulacağı arazi Ataşehir ilçesinden alınıp Ümraniye’ye bağlanıyor. Konuyla ilgili olarak bankacılarla değil müteahhitlerle röportaj yapılıyor. Müteahhit de Ümraniye’nin mutenalaştırılmasından duyduğu sevinci açıklıyor. İktidar partisinin sözcüleri finans merkezinin kurulması için bu değişikliğin gerekli olduğundan söz ediyorlar. Bu arada merkezin Londra gibi şehirlerdeki merkezlerden çok daha büyük olacağı, Dubai’ye yetişeceği müjdeleniyor.
Türkiye 2009 yılından bu yana İstanbul’da bir finans merkezi kurmaya çalışıyor. Bunun için “İstanbul Uluslararası Finans Merkezi Programı” hazırlandı ve 10. Plana ek olarak yürürlüğe kondu. Programda yeni bir idari yapının oluşturulması, finansal ürün ve hizmet çeşitliliğinin artırılması teknolojik altyapının güçlendirilmesi, nitelikli insangücü kaynağının artırılması gibi hedefler belirlendi.
Bu hedefler arasında “kümelenme bölgesinde fiziki altyapının geliştirilmesi” de bulunuyor. Anacak burada da yine inşaattan değil, iletişim, ulaştırma ve enerji altyapısından söz ediliyor.
Programda iki önemli hedef belirlenmiş; Türkiye’nin Finansal Gelişmişlik Endeksinde ilk 30 içinde yer alması ve İstanbul’un Küresel Finans Merkezleri Endeksinde ilk 25 içinde yer alması. Peki bu hedefler şehri altüst edecek bir inşaat faaliyetine gerekçe olabilir mi?
Finansal Gelişmişlik Endeksi, Dünya Ekonomik Forumu tarafından her yıl hazırlanan bir endeks. En son 2012 yılında 62 ülke için hesaplanmış. İlk beş sırada Hong Kong, ABD, İngiltere, Singapur ve Avustralya’nın yer aldığı endekste Türkiye 42. sırada bulunuyor. Kore’nin 15., Çin’in 23., Suudi Arabistan’ın 31. ve Rusya’nın 39. sırada olduğunu da belirtmek lazım.
Finansal Gelişmişlik Endeksi yedi veri grubu üzerinden hazırlanıyor. Bunlardan birincisi Kurumsal Ortam. Mali sektörün serbestleştirilmesi, yönetişim düzeyi, geçerli mevzuat, sözleşmelerin uygulanabilirliği gibi konuları kapsayan bu grupta Türkiye 37.sırada.
Buna karşılık beşeri sermaye, vergiler, altyapı, iş yapmanın maliyeti gibi konuları kapsayan İş Ortamı grubunda 33. Sırada yer alıyor.
Parasal krizler, bankacılık krizleri ve dış borç krizlerine ilişkin riskler konularını kapsayan Mali İstikrar grubunda 58. sırada. Bu grup Türkiye’nin en az puan aldığı ve 62 ülkenin son sıralarında yer aldığı grup olarak öne çıkıyor. 2012’den bu yana eğer bu sıralamada bir değişiklik olduysa, yukarı doğru olmadığı da çok açık.
Bankacılık Hizmetleri grubu sektörün boyutlarını, etkinliğini ve mali bilgilerin açıklanmasını içeriyor. Türkiye 35. sırada yer alıyor. 2012 yılında henüz devlet eliyle bir bankanın batırılmak istendiğine ilişkin tartışmaların yaşandığı bir ülke değildi.
Banka Dışı Mali Hizmetler grubu hisse senetlerinin halka arzı, şirket birleşme ve satın almaları, sigortalar gibi konulardan oluşuyor ve Türkiye 45. sırada yer alıyor.
Mali Piyasalar grubu hisse senedi ve bono piyasalarının işleyişi, türev ürünler, döviz piyasası gibi konuları kapsıyor. Türkiye 30. sırada.
Son olarak ticaret ve perakende sektörlerinin mali hizmetlere ulaşımı yer alıyor ki Türkiye burada da 39. sırada bulunuyor.
Bu görünüm Türkiye’nin hedef aldığı gibi ilk otuza girmesinin pek kolay olmayacağını gösteriyor. Peki Türkiye’nin Mali Gelişkinlik Endeksindeki notunu yükselttiğini varsaysak bile, İstanbul’un Küresel Finans Merkezleri Endeksinde 25. sıraya ulaşması mümkün mü?
Küresel Finans Merkezleri Endeksi, 2007 yılından beri Londra merkezli Z/Yen danışmanlık şirketi tarafından her altı ayda bir hazırlanıyor. Son olarak Mart 2014 tarihinde 15. kez hazırladılar. 83 kentin ele alındığı GFCI 15’e göre ilk beş sırada New York, Londra, Hong Kong, Singapur ve Zürih yer alıyor.
Endeksteki şehirlerin ilk 19’u küresel merkez kabul ediliyor. Endekste dikkati çeken şehirlerden Katar 26., Riyad 31., Kuala Lumpur 35., Sao Paulo 38. ve Cayman Adaları 43. sırada. İstanbul 47. sırada. Altı ay önce 44. sırada iken üç sıra daha geriye düşmüş.
Ayrıca, önümüzdeki dönemde önem kazanması muhtemel on şehir belirlenmiş. Örneğin 62. sırada bulunan Kazablanka bu şehirlerin arasında yer alıyor ama İstanbul yok.
Küresel Finans Merkezleri Endeksi iş ortamı, vergilendirme, beşeri sermaye, altyapı, iletişim, tanınırlık, itibar, pazara ulaşım gibi kriterler üzerinden hazırlanıyor. Şehirlerin küresel bir merkez olmaları önündeki en önemli engeller arasında yolsuzluk, şeffaf olamama, öngörülemezlik, mevzuat sorunları, çalışanların niteliğini artırmaya yönelik yatırımların yetersizliği, iletişim hızının ve güvenliğinin düşüklüğü, pazara fiziki uzaklık gibi sorunlar sıralanıyor.
Sözü edilen kriterlerin sosyal veya siyasal boyutları yok. Hepsi de tamamen piyasanın işleyişine yönelik konuları kapsıyorlar. Yine de Türkiye’nin ve İstanbul’un bu kriterleri karşılamaktan çok uzak olduğu açıkça görülüyor.
Dört eski bakan hakkındaki yolsuzluk iddialarının dokuz aydır soruşturulamadığı bir ülkenin kenti olan İstanbul’un üst sıralara çıkması pek olası görünmüyor. Şehrin üst düzey emniyet görevlilerinin iletişim güvenliğini ihlal ettikleri gerekçesiyle tutuklanması da endekse olumlu yönde etki yapmasa gerek. Sadece faiz konusunda Merkez Bankası ile Cumhurbaşkanı arasında yaşanan tartışmalar bile ülkenin öngörülebilirlik kriterini taşımadığını göstermeye yeterli.
Temel kriterlerin karşılanmadığı hatta bu kriterlerden hızla uzaklaşıldığı bir ortamda sırf geniş bir arazi tahsis edildiği, yüksek binalarda gösterişli ofisler yapıldığı için küresel sermayenin bölgeyi küresel finans merkezi olarak kabul etmesi beklenebilir mi?
O zaman inşaat için neden bu kadar ısrarlı bir çaba gösterildiği sorusu gündeme geliyor. Asıl neden, artık ne alışveriş merkezleri ne de kentsel dönüşüm projeleri ile talep yaratılabilen inşaat sektörüne bir destek de bu yoldan sağlanması mı? Yoksa İstanbul Küresel Finans Merkezi adlı prestij projesini sürdürmeye çalışmanın beyhude olduğunu söylemeye cesaret edilememesi mi? (BD/HK)