Film festivallerinin en önemli özelliklerinden biri ana akım sinemanın dışında, filmler yolu ile bir kültürel tanışma ve öğrenim alanı yaratması. Bu sene gerçekleşen 34. İstanbul Film Festivali de bu bağlamda izleyiciye bir Latin Amerika anlatısı sunuyor.
Latin Amerika’nın bakir ve zengin kaynaklarının gözler önüne sergilendiği festivalde Sedef Düğme’de yönetmen Guzmán ile Şili’nin tarihi, coğrafyası ve onların birlikteliği üzerine bir anlatı dinleniliyor.
Alonso ile Arjantin’in “sessiz“ diğer yüzü, Sonsuz Hüzün’de Meksikalı kadınların hikayesi anlatılıyor, Kolombiya, Brezilya ve Haiti’de yolculuğa çıkılıyor.
Guzmán’a övgü: Sedef Düğme
“Okyanus tüm tarihe tanıklık yapar.
Deniz dünyanın tüm seslerini barındırır. “
Bazıları suyun belleği olduğunu söyler. Sedef Düğme (El Botón de Nácar) suyun sesi olduğunu da ispat ediyor. “Şili’nin de en uzun sınırı sudur fakat Şilililerin sudan uzak kalmış bir yaşantısı var“ diyor Patricio Guzmán ve Patagonya’nın derinliklerinden Pinochet’in zalimliğine uzanan “geçmiş” üzerine müthiş bir hafıza çalışması gerçekleştiriyor.
Cezasızlık ve asimilasyon temalarında, doğalın ve doğanın bozulması, doğadan uzaklaşılması üzerine çarpıcı bir çalışma sunan Guzmán, yüzleşmek ve gerçeği öğrenmek için ‘ihtiyacımız olan bu’ hissini veriyor.
Işığa Özlem’inde (Nostalgia de la Luz) Guzman Atacama Çölü’nde resmi tarihi altüst ederken Sedef Düğme, Sönmez’in dediği gibi “bir damla suyun belleğini okyanusun sakladığı sırlara, ölünce yıldızlara karışacağına inanan yerli halkların bilgeliğini bugün artık unutulmaya yüz tutan dillere (dağarcığında ‘tanrı’ ya da ‘polis’ gibi sözcüklere yer olmayan diller bunlar!) bağlayarak bambaşka bir tarih okuması“* sunuyor. Patagonya’daki halkların anıları, dilleri ve gelenekleri üzerine muhteşem bir görsellik ve arşiv sağlıyor.
Sedef Düğme (El Botón de Nácar),hem bir tarih dersi, hem de görsel şölen.
Issız Topraklar: Lisandro Alonso seçkisi
“Kesin olan tek şey bu yeryüzü cennetini bulmaya çalışan herkesin bu yolda kaybolduğudur.”
Bu sene festivalde ‘Issız Topraklar’ başlığı altında Arjantinli yönetmen Lisandro Alonso’nun tüm uzun metrajlı filmleri yer alıyor. Az, bazen nadiren sözcük kullanarak, Latin Amerika’nın nefes kesen görüntüleri, uçsuz bucaksız büyüklüğünü ve ıssızlığını anlatan Alonso, lirik bir yalnızlık anlatısı ile karşımıza çıkıyor.
Alonso senaryolarının 10-20 sayfa arasında olduğu çalışmalarla bir yandan da kolonyalizmin ve getirdiği yıkımın üzerine minimalist bir hikâyeleme sunuyor.
Alonso’nun son filmi Hayal Ülkesi, (Jauja**) Sedef Düğme’de olduğu gibi bu sefer Şili ve Arjantin’in kesişme noktasında, Arjantin Patagonya’sında geçiyor.
2014 Cannes FIPRESCI Ödülü–Belirli Bir Bakış, 2014 Ghent Mansiyon ve 2014 Lima Jüri Özel Ödülü kazanan film, 19. yüzyıl sonuna doğru patlayan kıyıcı sömürgeci seferberliğiyle Patagonya’ya gelen Danimarkalı mühendis subay Viggo Mortensen’in kaybolan kızını bulma hikayesini anlatıyor.
Alonso Jauje’yi bir arkadaşının ölümünden sonra yazdığını anlatıyor. Öldüğünde evden çok uzakta olan arkadaşını hatırlarken filmdeki Fabian ve Vigo planı üzerine çalışmış. Tamamen yabancı bir toprakta yaşama üzerine, sevdiğin insanı bir daha göremeyecek olmak üzerine düşünmeye başlamış. Bu düşünce bir insanın kızı gibi, çok yakınını kaybettiğinde ne yapacağını ve nasıl iyileşeceğine dair sorularla kovalanmış.
Ruh ile baş başa kalmak
Alonso’nun diğer filmlerinde ise sessizlik ve görsellik geniş yer kaplıyor. Ölüler’de (Los Muertos) cinayet suçundan yıllar sonra hapisten çıkan Vargas’ın, az muhabbet ve bol doğa yürüyüşleri içinde kızına dönüş yolculuğu anlatılıyor.
Liverpool’da hiçbir yerde arkadaş edinebilecek kadar konaklamamış; neredeyse her gününü kendi ruhuyla baş başa kalarak tamamlamış deniz tüccarı Farrel’in, Özgürlük’de (La libertad) ise oduncu Misael Saavedra’nın ormandaki yalnız, izole yaşamını gözler önüne seriyor.
Sonsuz Hüzün
Jorge Pérez Solano’nun yazdığı ve yönettiği Karlovy Vary Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu, Selanik Film Festivali’nde ise en iyi film ödülüne laik görülen Sonsuz Hüzün (La Tirisia) festivalin ‘feminist’ ve kadın odaklı filmlerinden biri olarak nitelendiriliyor.
Film, Meksika Oaxaca bölgesinde gözlerden uzak bir köyde aynı adamdan (Silvestre) hamile kalan Cheba ve Angeles’in hikayesini anlatıyor.
Silvestere Angeles’in ise üvey babası, başka bir adam ile evli olan Cheba’nın da sevgilisi. Angeles’in annesi, kızının bebeği doğurmasını istemiyor. Cheba’nın kocası ise çalışmak için terk ettiği şehre geri dönecek…
Bu koşullarda aynı adamdan hamile kalan iki kadın da bütün hayatlarını etkileyecek bir kararı hızlı ve ortak bir şekilde beraber almak durumunda kalıyor.
Sonsuz Hüzün, Meksika’nın güneyde bulunan Chiapas’a komşu, yerli halkın yaşadığı Oaxaca bölgesinde, dünyadan izole bir şekilde yaşadıkları ebedi hüznü, kadınların ‘kader’ ve ‘doğaya’ karşı mücadelelerini anlatıyor.
Altın Peşinde
Altın Peşinde (El Ascarabajo de Ojo) bir yol filmi macera komedisi. Filmde Arjantinli bir film ekibi İsveçli bir feminist yazarın belgeselini çekmek için ortak yapımcılarla bir araya geliyor. Alem kasabasında bir hazine olduğu haberi üzerine, film çekimi bir kenara bırakılıp hazinenin peşine düşülüyor.
Alejo Moguillansky ve Fia-Stina Sandlund’ın yönettiği film, 2014 BAFICI (Buenos Aires) En İyi Arjantin Filmi ve 2014 Cosquín Özel Mansiyon ödüllerini aldı.
Şiddet
Kolombiyalı yönetmen Jorge Forero’nun ilk filmi olan Şiddet (Violencia), birbirinden bağımsız üç ‘şiddet’ hikayesini anlatıyor. Hikayeler, Kolombiya’nın üç ana mekanlarından orman, şehir ve askeri üste geçiyor.
Filmde şiddet “hiçbir yerden”, “hiçbir şeyden” ve “hiçbir nedenden” doğarken, Kolombiya’nın çatışmalı tarihinin bir aynası oluyor. Büyük şehrin kaosundan, askeri egemenliğin militarist geleneğinden ve doğadan gelen şiddet, bir gün içinde üç birbirinden bağımsız adamın üç farklı mekandaki yaşadığı olayları oluşturuyor.
Toprağın Tuzu
“Bir fotoğrafçı dünyayı ışık ve gölgelerle tekrar çizendir. Sonuçta toprağın tuzu insanlardır.“
“Dünya tarihi savaşların tarihidir. Bu sonsuz bir tarih ve bir delilik hikayesi“ diyerek söze başlıyorSebastião Salgado. Kırk yıl boyunca dünyanın her ucunda insanlığın değişen yaşantısını, savaşı, yıkımı ve geleneklerin izini süren fotoğraf sanatçısı Salgado, Toprağın Tuzu (Le Sel De La Terre) ile bu kez insanlar tarafından henüz hırpalanmamış bölgelerde, doğal yaşamı görüntülemek için yola koyuluyor.
Kendi hikayesini de anlattığı rotasında Vrangel Adası, Batı Papua ve Brezilya'nın Panatanal bölgesi bulunan ünlü fotoğrafçıya yolculuğuna oğlu Juliano Ribeiro Salgado ve ünlü yönetmen Wim Wenders katılıyor.
Haiti’de Cinayet
Haiti’nin yakın tarihinin en önemli olayı kuşkusuz 2010 yılında gerçekleşen depremdi. Sarsıntı 20 saniye sürse de tarihin en yıkıcı afetlerinden birinin yaşandığı ülkede en az 200 bin kişinin hayatını kaybederken, 3 milyon kişi evsiz kaldı.
”Haiti’de Cinayet” (Meurtre à Pacot) ile yönetmen Raoul Peck bu depremin yıkımını evlerini kaybeden kentli bir çiftin öyküsü ile gözler önüne seriyor.
Hikaye, başkent Port-au-Prince’de depremden sonra hasarlanmış evlerini yıkımdan kurtarmak için gerekli parayı biriktirmeye çalışan çiftin evlerinin bir kısmını kiraya vermesi ile başlıyor.
Yeni kiracıları Alex’in,17 yaşındaki Haitili bir kadın; Andrémise’yi yanında yaşamaya davet etmesi ve Andrémise’nin ‘provokatif’ ve ‘rahat’ tavırlıları ile varlığı çift için bir huzursuzluk kaynağı oluyor...
Film, bölgenin en yoksul ülkelerinden biri olan Haiti’de afet sonrası kaos ortamını anlatırken bir yandan da yaşam standartları değişen orta sınıfın durumunu ele alıyor. Haiti toplumunun sorunlarını ve çelişkilerini gözler önüne seriyor. (BZ/ÇT)
* Jauja üzerine Lisandro Alonso söyleşi
Harvard Film Archive- Lisandro Alonso
** Sönmez, Necati, Sedef Düğme, Altyazı, 06/04/2015