Bu nedenle önerimiz şu:
* İstanbulun Deprem Master Planı diye sunulan çalışma, İstanbulda olası riskleri tespit etmeye, risklerin azaltılması için öneriler geliştirmeye, teknik açıdan önlemler alınmasına yönelik bir hazırlık raporudur. Çünkü bir planda öngörülenlerin işlerlik kazanabilmesi için uzmanların dışındaki kesimlerin de planı benimsemesi, kendi üstüne düşeni yapması gerekir. Yani inşaat yaptıracak olanın kurallara uygun hareket etmesi, kuralları koyanın kendisinin bunlara uyması beklenir. (Bingölde kamu binalarının başına neler geldiğini gördük...) . Yoksa uzmanlık kuruluşları kendi işlevlerini yerine getiremez, şehirsel gelişmeyi düzenleyemeyen mevcut planlama yöntemine geri döneriz.
* Buna karşılık üniversiteler her aşamada ve öncelikli her konuda, sürekli raporlar hazırlayıp, incelemeler yapıp, kamuoyuna görüş almak ve kuruluşları seferber etmek için sunmalıdır.
* Buradaki amaç Master Planın hazırlık süreçlerindeki yapılanma konusunda herkesin hemfikir olup olmadığını anlamak ve raporda tartışmaya açılan süreçlere katılımlarını istemek olmalıdır. Bu taslak rapor üzerinde STKlar, meslek odaları, sivil toplum temsilcileri ile anlaşmalıdır. Bu hazırlık sürecinde, akla gelen, düşünülebilen bütün uzmanlardan görüş alınmalıdır. Bu görüşler bir taslak olarak raporlaşmalıdır ve bu raporu uygulayacak taraflardan bir komite oluşturulmalıdır. Sonra bu gruplar ve onu temsil eden komiteler, iletişimi güçlendirmeye yönelik bir işlev görmeli, tarafları karar düzeylerinde buluşturmalıdır.
* Raporlarda öngörülen yaklaşımlar ve öneriler örnek uygulamalar ile de kamuoyuna anlatılmalıdır. Belli bir süre içinde her belediye, her semt, her muhtarlık, her apartman kendi toplantılarını yapmalıdır. Görüşler alınmalı, yapılacaklar tanımlanmalıdır. Ayrıca her isteyen bir rapor hazırlayıp, kamuoyuna açıklayabilmeli, istediği her bilgiye erişmelidir. Bu görüşler bir komite ile, kamuoyuna açık olarak değerlendirilmelidir. Bu toplantılar ve değerlendirmeler eşliğinde eğer bir zemin oluştuysa, taslak raporlardaki önerilerin hukuksal bir hüviyet kazanması, bir Master Plan halini alması için çaba gösterilmelidir. Oluşturulan kararlar, eylem planları haline getirilmelidir.
* Deprem riskinin getirdiği ek maliyet, eğer toplum tarafından inşaatın orasından burasından kırpılacak bir maliyet kalemi olarak görülüyorsa, istenildiği kadar plan yapılsın, projeler hazırlansın, yönetmelikler çıkarılsın, bir işe yaramaz. Önce kullanıcıların, iş sahiplerinin ikna olması gereklidir.
* Örneğin: Riske karşı mücadelenin bir ek maliyeti bulunmaktadır. Buna katlanacak mıyız? (Yoksa insanlar feda etmeye, risk içinde yaşamaya devam mı edeceğiz?) Bu kararı uzmanlar veremez.(*)
* Uzmanlar ne gibi kuralların konulması gerektiğini tartışabilirler. Öneriler getirebilirler. İncelemeler yapabilirler. Ancak kurallara uyması gereken kullanıcılar tarafından benimsenmeyecekse, kurallar hiçbir işe yaramaz. (Kendi kendimize soralım: Devletin kendisi neden çürük bina yaptı?) Plan bir tasarlanma olgusu gibi görüldüğü zaman ve sivil toplum da bunun asli unsuru değil, bir ögesi gibi algılandığı sürece bir plandan söz etmek mümkün değildir.
* Planlama faaliyeti, her ölçekteki ve her aşamadaki yönetsel kurumlar, yönetsel mekanizmalar (mevzuat), uzmanlık kuruluşları, toplumsal aktörler ve uygulamalar arasında karşılıklı bir etkileşim alanı (ögeler arası bir temas yüzeyi), toplumsal aktörler ile yönetsel kurumlar arasındaki ilişki mekanizması olarak görülmeli, bu hazırlık raporunun amaçlarında ve iş tanımında mutlaka yer almalıdır.
* Plan bitecek, uygulama başlayacak anlayışı da terk edilmelidir. (Plan her sorunu çözecek sihirli bir değnek değildir.) Şehircilik uygulamalarında kurgulama ile yaşanan gelişmeler arasında süreklilik taşıyan bir ilişkinin olması zorunludur. Çözüm için yalnızca para, proje arayışı gibi konularla zaman kaybedilmemeli, gelişme sağlamak için sürekli çaba gösterilmelidir.
* Türkiyede hazırlanan planlarda hep tepeden inme kurallarla, planlamayı teknik bir konu olarak algılamamıza yol açan, insan gütme mantığına dayanan ve kendi içine kapanan bir yöntem olduğu için, kullanıcılar kendilerine ait başka şeyleri istemeyi, güvencelerini, yaşama haklarını talep etmeyi bilmemektedir. Bu nedenle uzmanlık kuruluşları deprem riskinin büyüklüğü karşısında bu defa bugüne kadar sürdürdükleri planlama anlayışını kesinlikle terk etmelidir.
* Hükümetin hazırladığı ve halen tartışılmakta olan Yerel Yönetimler Yasalarındaki Değişiklik Tasarılarında öngörülenler, Kamu Yönetimleri Reformu Tasarısında, İhale Yasasındaki değişikliklerde ve gündeme gelmesi muhtemel diğer mevzuatla ilgili değişiklikler bu açıdan değerlendirilmesi gereken önemli fırsatlardır. Bu değişikliklerin uygulamaya dönük araçlarının meşru, toplum tarafından kabul görmüş ve talep edilen unsurlar içermesi için bu çalışma yönlendirici olabilir. Yoksa yerel yönetimlere yetki devri, enstrümanları oluşmamış bir değişiklik halini alması muhtemeldir.
* Hazine arazilerine yapılan gecekonduların ve kaçak yapıların affı konusu da bu bağlamda sorgulanmalıdır. İllegal olanın legalleştirilmesine dayanan bu operasyonlar adeta bugünkü sistemin bütünleşik bir ögesi halini almıştır. Bu nedenle sorun illegal yerleşimler basitçe kuralların çiğnenmesi olarak görülmemeli, sorun katılımcı olmayan planlama anlayışında aranmalıdır. Yerel yönetimlerin en geniş katılımı sağlayarak, Devletten bu paraları bir fonda toplanması, yerleşim güvenliği gibi kentlilerin bu süreçte ihtiyaç duyacakları işlerde kullanılması talep edilmelidir.