18 Mart Pazar sabahı. Kazlıçeşme'ye ulaşabilir miyiz, ulaşabilsek alana girebilecek miyiz, bin türlü soruyla birkaç araba sahil yolundan ilerliyoruz.
Gözümüz Twitter'da. Diyarbakır'dan haberler geliyor; ''çatışma çok'', ''barikatlar zorlanıyor'', ''vekiller otobüslerden indi'', ''alana yürüyorlar'', ''girecek gibiler'' ve ''evet, Diyarbakır'da Newroz alanına girildi...''
Diyarbakır'da da kolay olmadığına eminim ama İstanbul'da daha da zor olacak, belli.
Aynı Twitter İstanbul'dan bildiriyor: ''Kazlıçeşme'ye Topkapı'dan girmeye çalışanlara polis yoğun gaz bombalarıyla saldırdı.'', ''Yanımdaki çocuğun burnuna gaz bombası geldi, burnu koptu.'', ''Nefes alamıyoruz, durum parlak değil.''
Ağır inat
Yasak malum, 2011'de hafta sonuna denk gelmediği için 20 Mart Pazar günü kutlanan Newroz bu kez ağır bir inada takıldı, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti, bu kez de bayrama göz dikti, üstelik de 'Nevruz'un istismarını engellemek için'.
İstismar ve Newroz'u aynı cümle içinde kullanan bir AKP'li bakan portresindeki vahim halin yorumunu size bırakıp, Pazar gününe geri dönüyorum.
Kazlıçeşme meydanının sahil girişine, Yedikule'deki surların dibine geldiğimizde, yaklaşık iki bin kişilik bir kalabalık var alanda.
Sahil tarafındaki parka, surların dibine, çimlere yayılmışlar, bekliyorlar. Onlara katılıyoruz, sur dibinde beklemeye başlıyoruz.
Kah pazarlık, kah halay
Aslına bakarsanız, bir şey olduğu yok. Alandaki Barış ve Demokrasi Partili (BDP) milletvekilleri Pervin Buldan, Gültan Kışanak, Sırrı Sakık, Sırrı Süreyya Önder ve Sebahat Tuncel kâh polisle pazarlık ediyorlar, kâh bir anda oluşan halaya duruyorlar, beş dakikalığına da olsa...
Arada onlarca insanla fotoğraf çektirme, bayramlaşma... Aslında etrafımızdaki "robocop" polisleri ve panzerleri saymazsak bayramlaşma başlamış bile diyebiliriz... Ama saymadan olmuyor tabi, az sonra göreceğiz...
O meşum 'az sonra' gelene kadar, aklımız diğer noktalardan Kazlıçeşme girişini zorlayanlarda. Topkapı'dan gelen kötü haberleri okudukça sinirimiz bozuluyor, neden bu tarafa gelmiyorlar diye dertleniyoruz.
Cevap basit aslında. Biz Kazlıçeşme'ye nasıl gittik? Taksiyle. Başka bir araçla gidebilir miydik? Muhtemelen hayır, zira trenler ve otobüs seferleri durdurulmuştu, Bakırköy ve Yeşilköy'e giden dolmuşların da çevreden gittikleri haberi geldi.
''Steril ortama düştük''
Yani İstanbul'un herhangi bir yerinden herhangi bir insanın herhangi bir toplu taşıma aracıyla Yedikule'ye ulaşması imkânsızdı. İstanbul'un çoğunluğu uzak mahallelerinde oturan Kürt nüfusu için alana gelmeyi engellemenin daha iyi bir yöntemi yoktu özetle.
Taksiye binip onlarca lira taksi parası vermek herkes için mümkün olamayacağına göre...
Hem gelmeleri zor hem de sürekli kötü haberler geliyor diğer girişlerden. Kendi kendimizle dalga geçiyoruz, ''burada vekiller var diye saldırmıyorlar, steril ortama düştük''.
Kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar, çoluk çocuk, ulaşabilen herkes Yedikule'ye gelmiş. Bir renk cümbüşü. İnsanda 'neden bende yok' hissi yaratan şahane kıyafetleriyle Kürt kadınları, sarı kırmızı yeşil tulumlar giydirilmiş altı yedi aylık bebekler, çocuklar...
Gaz.. Bir anda
Bebeği gördüğümüz anda korkuyoruz elbette, ya bir şey olursa diye. Aslında o bebeğin, onlarca, yüzlerce çocuğun oradaki varlığı bile insanların sadece bayramlaşmaya, bayram kutlamaya geldiklerinin kanıtı değil mi, hala anlamayanlar için?
Yaklaşık iki saat boyunca, iki ileri bir geri giden vekillerle polis arasındaki müzakerelerden bir sonuç çıkmıyor ama yine de kentin diğer noktalarındaki gibi bir gerginlikten söz etmek mümkün değil. Ta ki, sahilin Bakırköy'e devam eden tarafından görünen gaz bulutuna kadar...
Yedikule'de gaz, halaylar çekilir, Newroz ateşleri yakılırken geldi. Bir anda. İnsanda gaz saldırısına maruz kaldığı anda tuhaf bir güç hâsıl oluyor.
Nasıl olduğunu bilemediğiniz ve kendinizle hiç özdeşleştiremediğiniz bir hızla koşmaya başlıyorsunuz misal, gözünüzün bir ucu etrafta oluyor, düşen kalan var mı diye ama varsa bile, o anda nasıl müdahale edersiniz, edebilir misiniz emin değilim.
Koş, koş! Denize mi?
Yedikule sahili, saklanacak hiçbir yer olmadığından, çok korunaksız. ''Bu tarafa koşalım'' dediğimiz anda bir arkadaşımızın ''denize mi?'' diye sorması boşuna değil... Gidecek başka yer yok, sonra haberlerde gördüğümüz kadarıyla, denize atlayanlar da olmuş zaten...
Biber gazı, insanı aniden kilitleyen bir şey.
Önce gözleriniz istem dışı akmaya başlıyor, sonra mideniz ağzınıza geliyor, uzunca bir süre, sürekli kusma hissi yaşıyorsunuz, bir de tabi, fena halde cildiniz yanıyor.
İnsanlar birbirlerini ''aman yüzüne su sürme'' diye uyarıyorlar sürekli...
Yedikule sahile arabalarını bırakmış olanlar var. Hareket etmek üzere olan bir arabanın camını tıklatıyoruz, hemen kapı açılıyor, kendimizi içeri atıyoruz.
Hacı Zengin
Bir çeşit Newroz kardeşliği. Alandan uzaklaşıyoruz, bir tur atıp kendimize geldikten sonra, Yedikule'ye geri dönüyoruz, aradan geçen yaklaşık yarım saatte gaz saldırısı belli ki bir an bile durmamış, sahil yürümekte zorlanan yüzlerce insanla dolu...
Bu yazdıklarım, dün Kazlıçeşme'deki birkaç saatin özeti. Dün yaşananların yorumu daha uzun elbette.
AKP'nin geçen sene sorun olmayan kutlamayı bu sene sorun etmesi, sanki İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin bu kararları tek başına alıyormuş gibi yaratılan tek kişiye, bakana yönelik öfke, halka epey haz alarak saldırdığı belli olan güvenlik güçleri, biber gazı nedeniyle hastanelik olan yüzlerce vatandaş, polis tarafından 'hassasiyet sahibi vatandaşa' resmen 'teslim edilen' ve öldürülmekten kıl payı kurtulan Kürt gençleri, sahil yolunda camı çerçevesi kırılan panolar, otobüs durakları, hastanede olanları, gazdan perişan olanları, durumun vehametini görmeyen ama camı kırılmış otobüs durağını hemen, saniye sektirmeden gören medya...
Ve akşamüstü saatlerinde gelen kötü haber: BDP Arnavutköy ilçe yöneticisi, 57 yaşındakı Hacı Zengin hayatını kaybetti...
O ateşin altında
Dün İstanbul'da ve Diyarbakır'da yaşanan yaklaşık yedi sekiz saat, Türkiye'nin Kürt sorununun fotoğrafıdır kanaatimce...
Siz medyasıyla, hükümetiyle, kanaat önderleriyle ve mekanizmasıyla Kürtlere böyle muamele etmeye devam ettikçe, kendiniz görmüyor olabilirsiniz ama pek çoklarımızın nazarında ve güya çok önemsediğiniz uluslararası platformda Mübarek'ten de Esad'dan da farkınız yok...
21 Mart'a iki gün kaldı. Çarşamba günü Türkiye'nin dört bir yanında valiler, jandarma komutanları, defterdarlar ya da mal müdürleri, tapu kadastrocular, sorsanız pek çoğunun anlamını bile bilmediğinden emin olduğum bir bayram için, ''Nevruz'' bayramı için takım elbiseleri ve üniformalarıyla ateş üzerinden atlayacaklar, atladıkları ateşin altında Hacı Zengin'in cansız bedeni de var artık... (ÇM/BA)