7 Kasım 2010 akşamı manzara: İstanbul Barosu Genel Kurul sonuçlarını anımsayalım.
Toplam Seçmen : 26.094
Kullanılan oy : 19.816 (yüzde 75 oranında bir katılım)
Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu (Ümit Kocasakal) 6.080
Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu (Muammer Aydın) 4.520
Hukukun Üstünlüğü Grubu 4.055
Çağdaş Avukatlar Grubu 3.247
Katılımcı Avukatlar Grubu 1.236
Özgürlükçü Hukukçular Grubu 678
Peki kim bu gruplar?
Çağdaş Avukatlar Grubu, 60'ların öğrenci hareketi içinden süzülüp gelen birikimin kendi öncülleri ile buluşarak meslekçi/loncacı zihniyetten baronun teslim alınmasının adı. 12 Eylül'e kadar sosyalistlerin belirleyici olduğu ancak CHP'li avukatların da kapsandığı bir "Çağdaş Avukatlar Yönetimi" dönemi yaşandı.
12 Eylül Cuntasına karşı önemli bir direnç noktası olan İstanbul Barosu'nda bu mücadele içeresindeki "yıpranma payı"nın beklenir sonucu olarak "sağcı" -ama örneğin kesinleşen cezasına karşın avukat Alp Selek'i barodan atmayarak Özal hükümetine direnen- bir baro yönetimi dönemi yaşandı.
Çağdaş Avukatlar Grubu, 1990'lara gelindiğinde baro yönetimini geri aldı ve İstanbul Barosu'nun toplumsal etkisini önemli oranda geri kazanmasını sağladı. Bugün açısından politik bir anlam taşıyan ayrışma ise 28 Şubat döneminde yaşandı.
İlk üç
28 Şubat'ın niteliği konsunda memleketin her yerinde ortaya çıkan "zinde kuvvetlerci" kabarma İstanbul Barosu'nda da karşılığını buldu, Çağdaş Avukatlar Grubu'nun yönetimindeki İstanbul Barosu Yönetim Kurulu'nda yaşanan istifalar sonucunda "ordu kılıcını attı" diyenlerle yollar ayrıldı.
Yukarıdaki listenin ilk sırasındaki Önce İlkeler bu ayrışmanın sonucunda ortaya çıkan; dışarıdan bakıldığında çok da anlam verilemeyen, şu an için doğrudan siyasete tahvil edilemeyen gerekçelerle Genel Kurula iki ayrı liste ile girdi...
Hukukun Üstünlüğü Grubu ise en basit ifadesi ile 12 Eylül 1980'nin temizlediği zeminde serpilen bir siyasi hareketin, 12 Eylül 2010'un kutsadığı yeni egemenliğin hukuk alanındaki temsilcilerinden oluşuyor.
Esasen AKP, BBP ve bir kısım MHP'linin koalisyonu olarak nitelenebilecek Hukukun Üstünlüğü Grubu mazlumluk temaşasının aslında nasıl yeni egemenlik halini, iktidar dilini ve saldırganlığı gizlediğini İstanbul Barosu'nun 2010 Genel Kurulu'nda da açık biçimde gösterdi.
Son üç
Çağdaş Avukatlar Grubu'nun tarihine ve 28 Şubat sonrasında -tarihsel bir zorunluluk gereği olarak bile görülebilecek- Önce İlke ayrışmasına yukarıda işaret ettik.
Bu başlık altında ele alınabilecek diğer iki grup ise esasa etki etmeyen usuli nedenlerle Çağdaş Avukatlar Grubu'ndan ayrıldı: Katılımcı Avukatlar Grubu ve Özgürlükçü Hukukçular Grubu ...
Katılımcı Avukatlar Grubu, çekirdeğini 70'lerde "ilerlemeciler" olarak adlandırılan çevrenin oluşturduğu, 90'larda kendisini "Yurttaş Girişimi" ile ifade eden ve öteden beri Çağdaş Avukatlar Grubu içerisinde dikkate alınması gereken bir gücün kendi arkadaşlarının Çağdaş Avukatlar Grubu'nun başkan adayı olduğu 2004 Genel Kurulu'ndan hemen sonra; kanımca esasa ilişkin siyasi nedenlerle açıklayamadıkları gerekçelerle kurdukları grubun adı.
KAV'ın varlık nedeni ile bilebildiğimiz, Çağdaş Avukatlar Grubunun önseçim geleneğine ısrarlı itirazları, tanım yerinde ise başkanın ve yönetimin bir "saray anlaşması" ile belirlenmesi yönündeki taleplerinde ısrarlı oldukları.
Özgürlükçü Hukukçular Grubu ise kendilerini -en yalın hali ile- "Kürt Avukatlar" olarak nitelendirmekte.
Özgürlükçü Hukukçular da esasa ilişkin meselelerden daha çok usule ilişkin gerekçelerle ve sözü edilen siyasi hareketin merkezi siyasi yönelimlerini dahi çelen, üstelik programatik olarak da Çağdaş avukatlar Grubu'nun pek de ötesine geçmeyen bir zemine çekilerek liste çıkardı.
Esasa ilişkin bir ayrışma ifade etmeyen bu ayrılıkların sonucu olarak Çağdaş Avukatlar Grubu dörtte bir oranında, Katılımcı Avukatlar Grubu yarı oranda oy kaybetti ve ilk defa bağımsız bir liste ile seçimlere giren Özgürlükçü Hukukçular alması beklenenin (örneğin benim kişisel tahminimin) altında oy aldı.
Bu üç grubun toplam oyları iki Önce İlkenin yarısı kadar bile değil ve eşin dostun "İstanbul Barosu'nda ne oluyor ?" sorusunun esas nedeni de bu...
Ara başlık olarak İşçi Avukatlar ve boykot çağrısı
İstanbul Barosu'nun 2010 Genel Kurulu'nun kuşkusuz en dikkat çekici ve üzerinde düşünülmesi gereken müdahalelerinden biri de "Genel Kurulu Boykot" çağrısıydı.
İşçi avukatlar adına ve onların davasının hiçbir grup tarafından gereği gibi ele alınmadığı gerekçesi ile yapılan boykot çağrısı İstanbul Barosu Genel Kurulu'na yapılan en dikkate değer müdahalelerden biriydi.
İşçi sınıfının taleplerini siyaset sahnesinde söylemesi durumunda bir etkisi olacağı, kazanımların (hele günümüzde) ancak bu biçimde elde edilmiş olduğunu artık öğrenmişsek işçi avukatların taleplerinin de aynı gerekçe ile siyaset sahnesinde dile getirilmesi gerektiği kuşkusuzdu.
Ötesi, hayatımızın pek çok alanında o alanın sorunlarının ancak üst belirlenimlerle ilgili bir tartışma da sürdürülerek teşhir edilebileceğini her bir yeni eşikte tekrar tekrar görmüyor muyuz?
İşçi avukatların ve büro çalışanlarının sorunları salt onların sorunları değilse ve kapitalizmin somut yönelimlerinin bir sonucu, bir bütünün parçası ise o bütüne ilişkin görevler ile bağlantıları kurularak, bu bağlantılara uygun bir öncelikler sıralaması ile sahih, ayakları yere basan bir mücadele hattı kurgulanması gerekiyor.
Aksi bir yorum, işçi sınıfının haklarını her alanda budayan, kamu mallarının ve doğal kaynakların yağmasında sınır tanımayan, ekolojik tahribatı uhrevi gerekçelerle "aklileştirmeye" çalışanlarla eksiği, gediği, doğrusu ve yanlışı ile buna karşı mücadele etmeye çabalayanları (evet belki de sadece çabalıyorlardır) aynı kefeye koymanın, buna göre tutum almanın akla uygun bir tarafı var mıdır?
Böylesi bir zihni faaliyet sonucu alınan tutum tarihsel bir yanlışa uç vermiştir.
Boykot çağrısını, tarihsel bir yanlış olarak nitelemiş olmama karşın özellikle "Hukuk Çalışanları Dayanışma Ağı"nın avukatların beraber çalıştıkları diğer emekçilerle birlikte örgütlenmesi, onların da sorunlarına sahip çıkması yönündeki dili ve çabasını bir kazanım olarak not etmek isterim.
2010 Genel Kurulu'nda (2004 Genel Kurulu'ndan sonra yeniden) işçi avukatların haklarının korunması amacı ile bir tip sözleşme hazırlanması yönünde Yönetim Kurulu'nu görevlendiren kararın bu bakışla desteklenmesi gerekiyor.
Tartışma önerileri
İstanbul Barosu'nun 2010 Genel Kurulu'nun ardından solun -kelimenin gerçek anlamı ile solun - kapsamlı bir tartışma yapması ve bu tartışma sonucunda elde ettiği sonuçlarla siyasi müdahalelerde bulunması, hukuk imbiğinden geçmiş bir siyaseti propaganda etmesi ve eylemesi artık zorunlu.
Kadın sorunundan Kürt meselesine, demokratik hak mücadelelerinden sosyal haklara kadar bir dizi başlıkta bir dizi birikimin örgütlü ifadesinin İstanbul Barosu Yönetimine gelmesi hedefi vazgeçilebilir midir?
İstanbul Barosu gibi önemli bir kurumun, bu kurumun olanaklarının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin yanında yer alması biz avukatların istek ve tercihlerinden bağımsız bir biçimde görevi değil midir?
Ankaralı arkadaşlarımız alınmasın ama Ankara Barosu'ndaki Çağdaş Avukatlar Grubu gibi söyleyip ruhumuzu kurtarmak bize yetecek mi?
Salt Genel Kurullara hazırlık sırasında yan yana gelerek, siyaseti bir kuru lafa indirgeyerek yapılan "siyaset" bize daha ne kadar yetebilir?
Baroyu kazanamadığımız durumda (2012'de on yıl olacak) orta yerde kalan toplumsal gereksinimlere sırtımızı dönmeye, salt kendi gruplarımızın sorunlarına yanıt vermeye devam mı edeceğiz?
"Saray anlaşmaları"nın listeleri tayin etmesine karşı çıkmak kuşkusuz doğrudur ama 2 bin 600 avukatın ön seçiminde oy kullandığı bir grubun Genel Kurul'da bundan biraz daha fazla oy alabilmesi "usullerimizi" tartışmamız gerektiğini kanıtlamaz mı?
İşçi avukatların sandıklarında (genç sandıklarda) önceki genel kurulların çok daha gerisinde oylar alındığını (ÇAG; KAV ve ÖHP toplamı olarak dahi) görmezden mi geleceğiz?
Özgürlükçü Hukukçular ve Çağdaş Avukatlar Grubu'nun Genel Kurulun ilk günü salonda son derece etkin bir rol almalarına karşı ses çıkaramayan kimilerinin seçim sonuçlarının öğrenilmesi ile beraber Özgürlükçü Hukukçuların bulunduğu bölüme doğru hamle etmelerini nasıl değerlendireceğiz?
Başarısızlığın AKP'nin yeteri kadar eleştirilmemesine (ya da tam tersine) bağlanması gibi kolaycılıklarla oyalanmaya devam mı edeceğiz?
Çağdaş Avukatlar, Katılımcı Avukatlar ve Özgürlükçü Hukukçuların yan yana gelmesi bizim için yeterli olacak mı?
Sorunumuzun bir birlik ile yanıtlanabilir olduğunu mu düşünüyoruz ?
Yapılması gerekenin bir birliği sağlamanın çok ötesinde bir iş olduğunu, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin hukuk alanında derli toplu ifadesinin ve bunun sonucu olarak başarısının ancak bir "yeniden kuruluş" ile mümkün olduğu gerçeğine sırtımızı dönecek miyiz?
2010 Genel Kurulu'nda kullanılan oyları mutlak, tercih ve yönelimleri katılaşmış olarak kabul mu edeceğiz?
Yoksa, egemen siyasi yarılmanın kendisine doğru çektiği kitleleri (bu bağlamda avukatları) yeniden kurtuluşlarının kendi ellerinde olduğu gerçeğine çağıracak mıyız?
Bu bir ilk sözdür, sadece bir ilk söz... (CA/EÜ)
_______________________________________________________________________________
* Can atalay, avukat