Görsel: Heybeliada'da sosyal medya arşivi
Adalı olmak ve adalılık kimliği İstanbul Adaları'nda önem arz eden, adada doğmuş, uzun yıllardır adada ikamet eden ya da kısa süre önce adaya yerleşmiş farklı kesimlerce sahiplenilen ve paylaşılamayan bir ayrıcalık olarak addedilir.
Fakat adalı olmanın belli bir tanımı ya da kriterleri olmadığından kimin gerçekten adalı olup kimin olmadığı Adalar’da yaşayanlarca çoğu zaman uzlaşı sağlanamayan bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Örnekleminin ancak yüzde dördü ada doğumlu olanlarla yürütülmüş olan bir saha araştırmasında katılımcıların yaklaşık yüzde kırk beşinin kendilerini adalı olarak tanımladıklarını görüyoruz[1].
Adalı Kartı
Ulaşım ya da turizm gibi tartışmalarda da ada sakinlerinin "adalılara özel muamele" talep etmeleri söz konusu olabiliyor. Üstelik bu gibi taleplerin karşılığının olmadığı da söylenemez, örneğin İstanbul'da toplu taşımada kullanılan şehir içi ulaşım kartları içinde, bir Gaziosmanpaşalı ya da Samatyalı kartı bulunmazken, Adalı Kartı[2] adında özel tip bir ulaşım kartı bulunuyor. Şu halde "Adalılık" İstanbul yaşantısında ayırt edici bir kimlik olarak öne çıkarken ve herhangi bir mahalli aidiyetten farklı olarak değerlendirilebilir.
1936 Temmuz'unda American Journal of Sociology'nin 42. sayısında yayımlanan Human Ecology başlıklı makalesinde Chicago Okulu'nun önde gelen isimlerinden Robert Ezra Park, daha önce doğa bilimcilerin hayvan ve bitki türlerinin varoluş, ilişki ve değişkenlik meseleleri üzerine yaklaşımlarını modern-kentsel insan topluluklarına uygulamayı denemişti.
Park burada, ekologlar tarafından, bitki, hayvan ya da insan olsun, bir habitatta yaşayanları tanımlamak için kullanıldığını ifade ettiği "topluluk" kavramını açıklarken şu özelliklere dikkat çekiyor : topluluk bölgesel olarak örgütlenmiştir, üzerinde yaşadığı toprağa kök salmıştır ve bireyleri simbiyotik bir karşılıklı dayanışma ilişkisi içindedir[3].
Park’ın tanımladığı türden bir topluluk yaşantısının İstanbul Adaları için 19. yüzyıla dek söz konusu olduğu söylenebilir. Adalar’ın tarihine kabaca bir göz attığımızda, Adalar'ın "medeniyetle" ilk karşılaşmasına ilişkin anlatıların, Büyük İskender'in komutanlarından Antigonos'un oğlu Demetrios Poliorketes'in M.Ö. 298'de Marmara'ya gelip bugün Burgazada olarak anılan adaya bir kale yaptırarak, adaya babasına ithafen Antigoni adını vermesine kadar uzandığını görüyoruz[4]. Zira adalardaki en eski arkeolojik buluntular, 1860'da Burgazada'da bulunan Helenistik döneme ait latince bir yazıt ve 1930'da Büyükada'da bulunan II. Filip sikkeleri içeren definedir[5]. Elbette bu define II. Filip zamanında burada Makedonların bulunduğunu göstermez, ancak Burgazada'daki yazıt, Helenistik dönemde burada bir yaşam olduğunun delili sayılabilir. Sonuç olarak adalarda Helenistik dönem öncesinde bir yerleşim var idiyse de, Helen olmadıklarını düşünmenin pekâlâ mümkün olduğu ada sakinleriyle ve kültürleriyle ilgili, henüz pek bir malumatımız yok. Fakat Bizans döneminde adanın sürgün yeri olduğunu biliyoruz.
Anakara ve Adalar
Adalar’ın anakaraya olan mesafeleri en yakın yerlerde 3 deniz miline dek düşse de, İstanbul şehriyle "ilk ada" ("Proti," Kınalıada'nın eski adı, Yunanca "ilk" anlamına gelir) arasındaki mesafe sekiz deniz mili civarındadır. Bugün çok uzun bir mesafe gibi görünmeyen sekiz mil, belli ki de geçmişte böyle algılanmıyordu. İstanbul Ansiklopedisi'nin Adalar maddesinde şöyle bir ifade yer alıyor: "Ulaşımı güç, kaçmanın âdeta imkansız olduğu adalar, asıl ünlerini din ve taht kavgalarıyla sarsılan Bizans'ın sürgün ve çile beldeleri olarak kazanmışlardır."[6]
Bu durum Adalar’da, anakaradan görece kopuk, bir tür münzevi yaşamını teşvik ederek aslında kendine has, keşişvari bir adalı topluluğunu oluşturmuş olabilir. Kendine has olmasının bir sebebi de, nüfuzlarını kaybeden soyluların, azizlerin bu keşiş yaşamına dahil olmasıdır. Yani Bizans döneminde manastırlar ve istihkamlar bir yana bırakılırsa, Adalar, muhtemelen pek mamur yerler değildi. Bu tarihten sonra da 19. yüzyıl başına dek Adalar nüfus bakımından sakinliklerini korudular. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'nde de şöyle yazar: "Ana uğraş , özellikle manastıra ait topraklar üzerinde tarım, bağcılık, hayvancılık ve balıkçılıktır. Osmanlı döneminde de aynı uğraş ve işlevler etrafında yoğunlaşan bir yaşam 19. yy ortalarına kadar sürüp gitmiş (...) Adalar'a da uğrayan Corneille le Brun (1714), Sestini (1779), Von Egmont (1759), Olivier (1793) gibi Batılı gezgin ve yazarlar, notlarında Heybeliada ve Büyükada şaraplarının kalitesini överler."[7]
Örnekler çoğaltılabilirse de Adalar'ın tarihçesi üzerine yazılan metinlerin çoğunda Adalar'ın bilinen tarihinde 19. yüzyıl ortalarına dek geçen süre boyunca adalı yaşantısı (belki de söz konusu metinlerin hemen hepsi aynı kaynaklardan beslendiğinden) neredeyse aynı biçimde tasvir edilir.
Bu durum, aslında anakaradan çok da uzak olmayan İstanbul Adaları topluluklarında anakaradakilere göre, Park'ın insan ekolojisi makalesinde yaptığı benzetmeye uygun olarak ekologların çalışmalarını düşünürsek, Darwin'in okyanus adalarındaki tür farklılaşmasına benzer bir sosyal farklılaşma yarattığı söylenebilir.
Darwin, okyanus adalarındaki türlerin farklılaşmasından söz ederken, bu adaların birbirinden ve anakaradan izolasyonunu açıklıyordu. Yani aslında birbiriyle akraba olan türler, birbirleriyle görüş mesafesinde olmasına rağmen geçişin neredeyse imkansız olduğu adalarda farklı biçimler alıyorlar. Darwin'e göre, bu durum adaların fiziksel koşullarının birbirinden farklı olmasından kaynaklanmaz zira bu adalar yapı itibariyle birbirine benzemektedir, ama her bir adadaki topluluklar arasında farklı ilişkiler vardır ve bu da türlerin değişimini etkilemektedir.[8]
Burada da, bilinen iki bin yıllık bir tarihin; değişen çağlara, istilalara, yağmalara, farklı imparatorlukların egemenliklerine rağmen, kendini bir biçimde koruyabilmiş ve anakaradakinden farklı bir adalı kimliğini ortaya koymuş oluşu da Adalar’daki topluluk ilişkileriyle bağlantılandırılabilir.
Fakat Adalar’ın kendine has topluluk yapısı, 19. yüzyılla birlikte İstanbul'a ilk buharlı gemilerin gelmesi ve 19. yüzyıl ortalarından itibaren de Adalar’a tarifeli seferlerin yapılmaya başlanmasıyla bozulmaya başlıyor. İlk seferler 1846'da başlıyor, 1875'te daha büyük gemilerin gelmesi ile tarifeli seferlere geçiliyor.
19. yy başlarında Adalar’a ulaşım Tophane'den kalkan pazar kayıklarıyla sağlanıyordu ve19. yy'a kadar nüfus çoğunluğunu Rumlar oluşturuyorken, önce Fransızlar, sonra İngilizler olmak üzere Batılıların gezi, ticaret yazlık gibi amaçlarla Adalar’a gelmeleri, Adalar’daki yaşamı değiştiriyor ve Adalar’daki topraklar, zengin ve nüfuzlu Rum beylerin, patriklerin, bankerlerin, Fransız ve İngiliz tüccarların, elçilerin paşaların mülkiyetine geçiyor. Öreğin 1857'de İngiliz elçisi Sir Henry Bulwer Yassıda'yı satın almış, daha sonra Mısır Hidivi İsmail Paşa'ya satmış. Tanzimat sonrasının değişme süreci içinde Batılı yaşama özenen Osmanlı devlet ricali, paşalar, beyler de yazlık olarak Adalar’ı benimsemeye başlıyorlar, 1850'de Bahriye Mektebi'nin Heybeliada'ya taşınması, askeri tesislerin, okulların, camilerin yapılması dolayısıyla Türklerin de yerleşim yeri olarak Adalar’la ilgilenmeye başlamaları Adalar’ı giderek İstanbul yaşamıyla bütünleştiriyor[9].
İstanbul'u ziyaret eden Fransız tarihçi Gustave Schlumberger, 1884'te yayımlanan Prens Adaları kitabında adaya dair izlenimlerini şöyle anlatır: "Pera'nın Frenkleri, özellikle de Fransız ve İngilizler Adalar’a akın ederler. Burada bazılarının villaları bulunur; daha mütevazı olan diğerleri ise Pazar ve bayram günlerinde aileleriyle birlikte gelirler. (...) Büyükada Pazar günleri kalabalıktır. Tabldot yemek veren lokantalar ziyaretçilerle dolar taşar.
Asya kıyılarının ve körfezde seyreden gemilerin mükemmel manzarasını sunan şık teraslar, süslü kadınlar ve giyimleri özenli Levantenlerle hıncahınç doludur, bir yandan müzik çalar, bir yandan bağıra çağıra konuşulur. deniz kenarında, kazıklar üzerine oturtulmuş kafeler, kalabalık tarafından sanki kuşatılmıştır. (...) Daha mütevazı konukları ağırlayan Heybeli, Burgaz ve Kınalıada da hiçbir zaman tenha değildir. Adalar’ın tepelerine dek dizilen bütün ahşap evlere bayram günlerinde bir sürü akraba ve arkadaş akın eder. Bu insanlar, Taksim'in ve Büyük Pera sokağının yakıcı tozundan ya da eski Ceneviz tüccarlarının karanlık fondacilerini günümüzde gereğince temsil eden Galata Boğazkeseni'ne kurulmuş iç bulandırıcı ticarethanelerden birkaç saatliğine de olsa kaçmak için acele ederler. İnsanı hayran bırakan tabîi güzelliklerle bezeli bu kutsanmış adalarda günümüzün hayatı, böylece, sürer gider."[10]
Hayr Simon Yeremyan'ın 1912'de aktardığı izlenimleri ise şöyle: "İstanbul'un yerlisi Hay-Layf'ın sayfiye yeri Prinkipo'dur. Avrupalı ileri gelenler ise yaz aylarını Tarabya'da geçirmeyi tercih ederler.
Fakat İstanbullu zengin kesimin pazar gezileriyle ilgili genel bir fikir edinmek için mutlaka Prinkipo iskelesini görüp gezmek gerekir. Vapurdan çıkar çıkmaz renkli bir kalabalık çevrenizi sarar. İskele çıkışındaki kalabalığı oluşturan her erkek ve kadın biraz da sonradan görme gösterişi içindeki giysileri ve takıp takıştırdıkları süslerle, sanki birbirleriyle yarışmaktadırlar. Siz ise iç içe geçmiş kalabalığın arasından kendinize bir yol açıp ondan sıyrılmaya çabalarken pembe, gök mavisi ya da zambak renkli dantelli şemsiyelerin rengârenk gölgeleri altında takındıkları asilzade pozlarıyla bu insanların size gülümsediğini görürsünüz."[11]
Yeremyan'ın ifadelerine bakılırsa, 19. yüzyıl başından beri Adalar’a ilgi gösteren Avrupalılar, Schlumberger'in Adalar’a akın ettiklerini söylediği Fransızlar, İngilizler, Adalar’ı bırakıp Tarabya köşklerine çekilmeye başlamış. Bununla beraber Adalar’ın, Müslüman ya da Hristiyan olsun, ne tam anlamıyla asilzade ne de burjuva olan, yani özgün bir sınıf karakterinden ve gelenekten yoksun Tanzimat sonrası İstanbul yeni-zenginlerinin, Avrupalılardan gördükleri yaşam biçimini Yeremyan'ın ifadesiyle "sonradan görme gösterişi içinde" sergiledikleri bir yer haline geldiğini düşünmek mümkün
Yeni Adalar tablosu
Franalı yazar ve şair Théophile Gautier ise Adalar’dan, Marmara denizinde , boğazın girişinde serpilmiş, pek sağlıklı ve leziz bir ziyarete olanak veren şirin takım adalar, olarak söz ediyor. Gautier’e göre, Anadolu’nun şen güreşiyle aydınlanan, sabah akşam serin esintilerle ferahlayan bu deniz çiçeklerinin en büyüğü ve en çok ziyaret edileni ise Prinkipo’dur.
Bununla beraber, Jevakhoff, her ne kadar en çok ziyaret edilen ada olsa da, yazarın Büyükada ziyaretinde kaldığı ahşap yapının Büyükada’nın tek oteli olduğunu hatırlatıyor. Elbette bu durumun değişmesi için birkaç yıl yeterlidir. Birkaç yıl içinde, büyükada, « zerafetin şıklığın ve zevkin adası » haline gelecektir. « Yalnızca görmeniz değil, ama orada görülmeniz gereken bir yer »[12].
Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi'nde de Yeremyan'ın anlattığı yıllardan şöyle söz ediliyor: "20,yy başlarında Avrupa 'Belle Epoque' yaşamının küçük bir örneği Adalar’da da gözlenecektir. Büyükada Yat Kulübü bu hayatın bir parçası olarak bir İngiliz avukatın önderliğinde 'Prinkipo Yacht Company' adıyla kurulmuştur. Artık Adalar özellikle Hristiyan nüfus ve Osmanlı yüksek bürokrasisi için, şık, seçkin, eğlencesi bol bir yazlık bölgesidir."[13]
Bu yeni, kurgusal yaşam biçimi, Adalar’da bilinen tarih boyunca süregelen adalı topluluğunu büyük ölçüde yok etmiştir. Artık Adalar’ın manastırları, balıkçıları, bostancıları ilk izlenimin konusu olmamaktadır, ama dikkatli bir göz yine de varlıklarını sezebilir: "Vadilerin arasındaki bostanlarda mükemmel bir kır hayatı bulmak mümkün.
Özellikle sıcak yaz gecelerinde, çardağın altındaki ağaç direklerin arasına bir beşik gibi bağlanmış olan bostancının yatağında uykunun tadı bir başka güzeldir. Bostancının yorgun bedeni, fidanların yaydığı kokular içinde gece boyu dinlenip dinçleşir."[14]
İstanbul Balıkhanesi eski müdürü ve balıkçılık başmüfettişi Karekin Efendi Deveciyan da, 1915'te İstanbul'da Balık ve Balıkçılık adıyla basılmış olan kitabında Adalar’a özgü avlanma biçimlerinden söz eder. Bunlardan biri de ığrıptır. Deveciyan'a göre ığrıp, "Doğu'da balık avında kullanılan en eski ve en büyük araçlardan biridir. Bizans döneminden beri şeklini ve boyutlarını korumuştur. (...) İstanbul Adaları'nın akınında balık avlayanlar da şekil olarak aynı, ama diğer ığrıplara göre daha küçük takımlardan yararlanırlar. Bunlara ada ığrıbı denilir."[15]
Ada ziyaretçilerinin ilk anda gözüne çarpmayan ığrıpçılar ve adada ığrıpla balık avı Sait Faik'in pek çok öyküsünde detaylı olarak tasvir edilir. Bizans döneminden neredeyse 1950'lere dek kendini koruyabilmiş olan bu avcılık tekniğinden bugün herhangi bir eser kalmadı. Hatta Deveciyan'ın da söz ettiği, ığrıpçılıkta kullanılan Kancabaş denilen, İstanbul'a özgü teknelerin örneklerini de bugün görebilmek neredeyse imkansızdır.
Yeni "adalılarca" sindirilen adalı kimliğinin yalnızca balıkçı-bostancı yönü değil elbette, manastırlar ve keşiş yaşamı da hem yok olmuş, hem de neredeyse unutulmuştur. Yeremyan şöyle anlatıyor:
"Sağ tarafımdaki tepenin doruğuna baktığımda harabelere benzeyen görüntüler görüyor ve bir an eski Bizans dönemine ait tarihî manastırların kalıntıları oldukları kuşkusuna kapılıyorum. Değerli yol arkadaşım Baron Yerezyan, gördüklerimin kayalıklar olduğunu ve bu bölgede tarihî harabe kalıntılarının pek olmadığını söylüyor. Bazı tarihçilerin Prinkipo'da Bizans döneminde kalma manastır harabelerinin bulunduğunu yazdıklarına dikkat çekiyorum. hatta bizim Büyük Nerses Hayrabed'in 350 yılında İmparator Valens tarafından bu manastırlardan birine sürgün edildiğini yol arkadaşıma aktarıyorum. İstanbullu Ermeniler, Hayrabedimizin Marmara Denizi'ndeki adaya sürgün edildiğini bilmiyor."[16]
Görüldüğü gibi yeni "belle epoque" Adalar’daki tarihsel köy yaşantısını gözden uzaklaştırdığı gibi, yeni "adalılar" da adalarda kendilerinden önce nasıl bir yaşam sürüldüğünü bilmiyorlar. Bugün hâlâ adaların tarihine ilişkin kaynaklarımızı, Schlumberger, Yeremyan gibi Avrupa entelektüellerinin yazdıklarının oluşturması da bu durumu doğruluyor.
Bu yeni Adalar tablosu, Cumhuriyet'ten sonra da hemen hemen devam ediyor, Adalar, cumhuriyet elitlerinin ziyaret ettiği yerlerden biri oluyor. CHP'nin ileri gelenleri Adalar’a yerleşiyor, örneğin İsmet İnönü 1924'te Heybeliada’ya yerleşirken, 1928'den itibaren Mustafa Kemal düzenli olarak Büyükada yat kulübünü ziyaret ediyor, 1937'de Büyükada'daki Yat Kulübü Anadolu Kulübü tarafından satın alınıp Anadolu Kulübü'nün bir şubesi haline getiriliyor.
Demek ki "belle epoque"un cumhuriyetten sonra da bir süre daha devam ettirilmeye çalışıldığı söylenebilir. Bununla beraber yeni "adalıların" demografik dağılımının değiştiğini görüyoruz. Turgay Gökçen'in aktardığı verilere göre, Adalar'da toplam nüfus1914 sayımında 11 078, 1927 sayımında 11 691, 1950'de 15 405 1960'ta 19864 olmuş[17]. 1914 sayımının sonuçlarında Adalar’daki toplam nüfusun yaklaşık %80'inin Rum ortodoks, ancak yaklaşık %14'ünün Müslümandır. Bu oran yılar içinde değişiyor[18].
Böylece değişen demografik yapı, "belle epoque adalıları"nın yerine de yeni bir adalı kimliği oluşturuyor. Zorer süreci şöyle özetler: "İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye'de hükûmetin uygulamaya koyduğu Varlık Vergisi ile Ada'daki mülklerin el değiştirdiği görülmüştür.
Bütün bunlarla birlikte 1950'lerden sonra Adalar'daki nüfus yapısının değişimine en çok, İstanbul'da yaşayan orta sınıf ve daha ziyade gelir seviyesi yüksek halkın, Adalar’ı yazlık olarak düşünmeye başlaması tesir etmiştir. Böylece yazları kiralık ev tutarak gelenler ve evlerini yazlık olarak kullananlarla birlikte yaz nüfusu ile kış nüfusu arasında bir uçurum belirmiştir. Ayrıca bu anlayış 1950'lerden itibaren, Ada'da yapılaşmanın artmasını sağlamıştır.
Bu nüfus son elli yılda Adalar'da oluşan mimarî çevrenin değişiminde birinci derecede etken oluşturmuştur. Özellikle 1984'de ilçe belediyesinin kurulmasından sonra Ada'da büyük bir inşaat faaliyeti yaşanmış, müstakil bahçeli evler apartmanlara dönüşmüştür. Bu apartman dairelerinde oturmaya talip olanlarla birlikte nüfus yapısı bir kez daha değişmiştir.
Ayrıca bu inşaatlarda çalışmak için çoğunluğu Doğu Anadolu'dan gelen işçilerin, bir kısmı çeşitli sebeplerle inşaatların durması neticesinde geri dönmüş, kalanlar ise çeşitli işler yaparak Ada'da tutunmuşlar ve zaman içinde Adalı olmuşlardır."[19]
Gerçekten de bugün kendini adalı olarak tanımlayanların çoğu Zorer'in özetlediği süreçte Adalar’a gelip yerleşenlerdir. Gökçen 1993 yılında, "Günümüzde Adalar ilçesinin yerleşik halkının yaklaşık yüzde 22'si Adalar doğumludur. İstanbul ili doğumlular [Adalar doğumlular hariç tutulmaktadır.] toplam yüzde 30, Türkiye'nin diğer illerinde doğup da halen Adalar’da oturmakta olanlar, toplam nüfusun yüzde 48'idir," diyor.
Bugün bu dağılımın, Adalar’da doğmamış olanlar lehine geliştiği rahatlıkla gözlenebilir. Örneğin Bahattin Akşit'in 2012 tarihli araştırmasında[20], ikamet adresi Adalar’da olan 540 kişilik örneklemin yalnızca %4,1'inin Adalar’da doğduğunu görüyoruz. Öte yandan Adalar’da, Akşit'in örnekleminde yer almayan değişken yapılı bir kış nüfusu da göze çarpmaktadır. Bunun başlıca sebepleri arasında, 1990'ların ikinci yarısında Adalar’a deniz altı boru sistemiyle su hattı bağlanması, 2000'lerin ilk yarısında internet hattı, ikinci yarısında doğalgaz hattı bağlanması bulunabilir.
Bütün bu değişimlere rağmen bugün, büyük ölçüde nostaljik bir adalılık kimliğinin Adalar’da yaşayanlarca sahiplenildiğini görüyoruz. Akşit'in çalışmasında, katılımcıların %45,7'si "Nereli hissediyorsunuz?" sorusuna Adalı hissettikleri biçiminde yanıt vermiş. Bu gibi bir hissiyatın oluşması için, bileşenlerinin niteliği bir ölçüde belli olan bir topluluktan söz ediliyor olmalı. Örneğin Fransız ulusuna dahil olmakla, özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerini bağdaştıran Berlin doğumlu biri, 1935 yılında Paris'e gelip, kendini Fransız hissettiğini ifade ettiğinde ne kastettiği anlaşılır.
Oysa Adalılığın tanımlanması noktasında ise genelde tam olarak ne olduğu da bilinmeyen bir "belle epoque" nostaljisine atıf yapıldığını görüyoruz. Zorer'in anlatımındaki gördüğümüz "adalı olanlar" da bu seçkinci adalılık kimliğini paylaşıyor ve her grup kendini bir diğerinden daha adalı sayıyor. Belma Akşit'in 2012 tarihli araştırmasında[21] görüşülenlerden biri şöyle diyor: "Özal hükümeti döneminden sonra adada çok büyük bir değişim oldu. Bu değişimlerden en büyüğü bir kere inşaat sektörü olarak gelişti. (...)Van’dan çok geldi hocam o dönemler işte, şeyde…
Özal döneminde ve o insanlar burada çalıştılar. Tabii ki çalışırken de o emeklerinin karşılığını çok da güzel aldılar (...) Musevi vatandaşlar o depremde diyebilirim ki %70 o depremde, o siteleri tercih ettiler, adayı terk ettiler, taşındılar. Şimdi de işte mesela Maltepe’de Bostancı’da atıyorum, 150 bin liraya aldığınız bir daireyi, adada 300 bin liraya alabilirdiniz. Şimdi tam tersine dönüştü hocam.
Şimdi Maltepe’de 500-600 bin liralık daireyi aynı eşdeğer adada 200 liraya -300 liraya alabilirsiniz. Tam tersi bir değişim oldu. Dolayısıyla bu değişim neticesinde burada çalışan o insanlar yer aldılar. Esnaf oldular. Değişim böyle başlamış oldu hocam. Yani o kültür kalmadı.
Dediğim gibi ben de Anadolu çocuğu sayılırım, ben de bir köy gibi yerde doğdum, büyüdüm. İnsanların kendi kültürlerine sahip çıkmaları çok doğal ve çok da güzel bir şey, ben onu yadsımıyorum, asla da eleştirmiyorum ama yaşadığı yerde insanlarla uyum sağlanması çok önemli ama o uyumu maalesef gösteremediler. Zorluk da çekiyorlar… " Bir başkası da şöyle diyor: “Çook iyi ilişkilerimiz vardı, komşularımız vardı gayrimüslim. Kardeş (vurguluyor) gibi geçiniyoduk.
Taa ki 6 Eylül olaylarından sonra hepsini sürdüler.[22] Fakat o kadar iyi insanlardı ki! Biz onlarla beraber komşu böyle, çocukları ufacık, bizim evimizden çıkmazlardı, yukarda babamın eviyle annemin evi yan yana… Biz bize yetiyoruz. Esas Adalı olanlar çok az kaldı. Hepsi bitti. Çünkü bütün onların evlerini zaten Doğulular sahip oldu. Biz, onlar da ıı komşuluk yok, komşuluk yok. Yani beşeri ilişki çok mühim biliyorsunuz.”
Akşit Adalı'nın tanımlanmasını istediğinde aldığı cevaplardan da bir iki örnek verecek olursak: “Adalı olmak bi ayrıcalıktır. Önemli olan onu yaşayabilmek.. Yani adayı yaşamaktır” a da “Bana göre burda yere tükürmeden giden insan adalıdır… Tek kelimeyle ifade etmek istiyorum eee…
Bence gerçekten böyle olmalı hocam. Burda bir gün dahi yaşasa şuraya gelip, şu yoldan gülerek, eğlenerek, bir faytona binerek gidip mutlu olarak ayrılan bir insan benim için adalıdır. Yani insan gibi yaşamasını bilen biri adalıdır."
Yine "adalılık" üzerine "Rumların zamanında" diye başlayan cümlelerle sık karşılaşılır. Burada aslında "Rumların zamanı" derken anlatılmak istenen "belle epoque"tur. Yoksa, bostancı, ığrıpçı, ya da keşiş Rumlar yani 19. yüzyıla dek var olan ve 19. yüzyıldan 1950'lere dek kısmen var olmaya çalışan adalı topluluğu ve bu topluluğun ortaya koyduğu adalı kimliği değildir.
Aslında diğer pek çok yere göre, biraz da coğrafi koşulların etkisiyle, İstanbul gibi bir sanayi ve ticaret şehrinin yanıbaşında, binlerce yıllık komüncü yapısını 19. yüzyıla dek bir ölçüde yaşatabilmiş olan bir adalı topluluğunun, iktidarlar için siyasal bir tehdit yarattığı söylenebilir.
Dolayısıyla adalı topluluğunun bu tarihsel niteliği bugün yalnızca pratik yaşamdan değil, anlatılardan da büyük ölçüde silinmiş görünüyor.
Bunun yerine ne toprağına kök salmış, ne de aralarında simbiyotik dayanışma ilişkileri bulunan, yani Park’ın yaklaşımını esas alırsak topluluk niteliği taşımayan, seçkinci, bireyci, sentetik adalı kimliğine dayanarak, iktidar dili ve kültürü Adalar’da kendini her an yeniden üretme olanağı buluyor.
[1] Akşit, B. (2012). İstanbul Adalar İlçesinde Toplumsal Yapı ve Göç Araştırması: Niceliksel Alan Araştırması. Göç Bağlantıları Sergisi 2012 Projesi Kitapçığı. İstanbul. s. 48 - 84
[2] Söz konusu kart,, İstanbul'da kullanılan, öğrenci, öğretmen kartları gibi indirimli ulaşım kartlarından farklıdır. 10.02.2020 tarihinde İBB tarafından Adalar hattında çalışan gemileri kullanan yolcular için ücret tarifesinde diğer şehir içi hatlarla kıyaslandığında çok yüksek oranda zam yapmıştı. Öyle ki bu zam oransal olarak, normal ulaşım kartı sahibi vatandaşlar için %100, indirimli ulaşım kartı sahibi vatandaşlar için %250 ila %400 dolayındadır. Cumhuriyet gazetesinin haberine göre İBB sözcüsü Murat Ongun, bu zamla ilgili şöyle bir açıklama yapmıştır: "Şehir Hatları Adalar seferleri ile ilgili kamuoyuna yansıyan artışlar Adalar’a yerli ve yabancı turistik amaçlı seyahat edenler içindir. Adalar’da yaşayan halkımız için sadece 5.20 TL’den 6 TL’ye yükseltilmiştir." bkz. Cumhuriyet. 10 Şubat 2020.
[3] Park, R. (1936). Human Ecology. American Journal of Sociology, 42(1), s. 4.
[4] Schlumberger, G. (1996). Prens Adaları Blakerna Sarayı ve Kilisesi Bizans'ın Büyük Suru. çev. Çağlayaner, H. İletişim. İstanbul. s.63
[5] 1993. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi Cilt 1. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını. İstanbul. s. 68
[6] 1993. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi Cilt 1. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını. İstanbul. s. 68.
[7] Ibidem. s. 70.
[8] Darwin, C. (2005). Türlerin Kökeni, On Üçüncü Bölüm Coğrafi dağılım (Devam). çev. Sevim Belli. Onur Yayınları. Ankara. s. 542-661
[9]1993. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi Cilt 1. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını. İstanbul. s. 69 -70.
[10] Schlumberger, G. (1996). Prens Adaları Blakerna Sarayı ve Kilisesi Bizans'ın Büyük Suru. çev. Çağlayaner, H. İletişim. İstanbul. s, 26-27
[11] Yeremyan, H.S. (2018) İstanbul İzlenimleri. çev. Haşhaşoğlu, T. Belge Yayınları. İstanbul.s. 317-318
[12] Jevakhoff, A. (2017). XXVIII - Un tour aux îles ?. Dans : , A. Jevakhoff, La guerre civile russe: 1917-1922 (pp. 463-473). Perrin. Paris. s. 463.
[13] 1993. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi Cilt 1. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını. İstanbul. s. 71.
[14] Yeremyan, H.S. (2018) İstanbul İzlenimleri. çev. Haşhaşoğlu, T. Belge Yayınları. İstanbul. s. 320
[15] Deveciyan, K. (2013). Türkiye’de Balık ve Balıkçılık. çev. Üyepazarcı, E. Aras Yayıncılık. İstanbul. s. 336, 338.
[16] Yeremyan, H.S. (2018) İstanbul İzlenimleri. çev. Haşhaşoğlu, T. Belge Yayınları. İstanbul. s. 321
[17] 1993. Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi Cilt 1. Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını. İstanbul
[18] Örneğin Burgazada'da 1954 yılına dek cami yoktur.
[19] [19] Zorer, Y. (2005). Tarihî Gelişim Sürecinde Büyükada Meydanları. Büyükada Kültür Derneği yayınları. İstanbul. s. 5
[20] Akşit, B. (2012). İstanbul Adalar İlçesinde Toplumsal Yapı ve Göç Araştırması: Niceliksel Alan Araştırması. Göç Bağlantıları Sergisi 2012 Projesi Kitapçığı. İstanbul. s. 48 - 84
[21] Akşit, B. (2012). Adalar’a göc araştırması: adalar‘da yaşayanlar ve yaşamları üstüne… Büyükada, Heybeli, Burgazada ve Kınalıada’da yapılan niteliksel çalışma NİSAN-MAYIS 2012. Göç Bağlantıları Sergisi 2012 Projesi Kitapçığı. İstanbul. s. 12-48
[22] Nüfus sayımı verileri, 6-7 Eylül saldırılarının, yarattığı endişeye rağmen İstanbul'daki Ortodoks nüfusu önemli ölçüde azaltmadığını göstermektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Yücel, H., Yıldız, S. (2015). "Kimliklenerek Toplumla Bütünleşme: Türkiye'deki Ermeni ve Yahudi Örgütlenmeleri Aktörlerinin Kimlik Algıları ve Stratejileri". Alternatif Politika, Volume 7, Issue 3, October 2015. ve Dündar, F. (2001). Türkiye Nüfus Sayımlarında Azınlıklar. Çiviyazıları. İstanbul.