İstanbul en sonunda Avrupa'nın Kültür Başkenti oldu. Olana kadar da ne badireler, ne çekişmeler, ne mücadeleler atlattı. İstanbul'un ünvanlarına bir yenisi daha eklenmiş oldu böylece. Hani şu meşhur "spesifik yıl dönümü- kutlama" logoları vardır; olayın sene-i devriyesi için hazırlanır sonra bir asır daha kullanılır. Cumhuriyet'in 75. yılı logosu bunlardan biriydi. Gidin herhangi bir kamu dairesine, tam 11 yıl sonra bugün o logodan en az bir tane görürsünüz mutlaka. İşte "İstanbul 2010" logosu da aynen öyle kalacak. Şunu taahhüt ediyorum. Bir yıl içinde bitecek kültürel etkinlikler zincirini tarif eden "Başkent" ünvanını taşıyan logo, bundan böyle 50 yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin duvarında asılı kalacak. Çöp vergisi ödemek için iki saat kuyrukta beklerken karşınızda, 10 yıl boyunca o logoyu göreceksiniz.
İstanbul Osmanlı'dan bu yana ilk kez "başkent"
Dileyelim, İstanbul'un Almanya'nın Essen ve Macaristan'ın Pecs kenti ile birlikte bir yıllığına taşıyacağı ünvan hayırlara vesile olsun. Ama kutlamalara bakınca İstanbul'un Brüksel yerine Avrupa'nın başkenti olduğu hissine kapılanların sayısı eminim az değildir. Bir şaşaa, bir kıyamet... Haliç'teki öyle bir havai fişek gösterisiydi ki, soğuk hava ve yağmur nedeniyle gitmeye üşendiğim halde Osmanbey'deki evimin balkonundan rahatlıkla izleyebildim. 10 dakikalık bu gösteri 8,5 milyon Avro'ya mal olmuş. Tanıtım filan iyi tabii de, biraz "tuzlu" olmamış mı sizce de? 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bu paranın çok daha azına, üstelik İstanbul'un müthiş siluetini parlak ışıkların arkasına gizlemek yerine bizatihi kenti işin içine katarak daha görkemli bir gösteri hazırlatabilirdi. Kalan parayla da nice kültür - sanat projesi ve sanatçıya yıl boyunca destek olunurdu. Tanıtım, sürdürülebilirliği varsa anlamlı bir gider kalemidir. Değilse, 10 dakikada uçar gider, havai fişek gibi yere doğru ağır ağır düşerken sönümlenir. Umarım "Kültür Başkenti" projesi de böyle bir akıbete uğramaz.
Sınıfsal katmanlara özel konserler
Ben kentin çeşitli meydanlarındaki konserleri daha çok önemsedim bu yüzden. Daha akılda kalıcı, sanatçıyı dinleyicisiyle buluşturan etkinliklerdi. Daha da önemlisi belediyede çalışan "kent sosyologları"nın bu şehre dair net algılarını da gördük aslında. Taksim, Kadıköy, Pendik, Beylikdüzü, Haliç, Bağcılar ve Sultanahmet meydanındaki şarkıcı dağılımına bakıldığında kent kültürü üzerine kafa yoranların İstanbul'u isabetli bir biçimde toplumsal katmanlarına ayırmada ne kadar "becerikli" olduklarını gösteriyordu.
"Tarkan Taksim"dir
Taksim Meydanı'nda Tarkan, Sultanahmet Meydanı'nda Mercan Dede, Pendik'te Kıraç, Beylikdüzü'nde Nil Karaibrahimgil ve Bağcılar'da Zara konserleri vardı. Diyordu ki organizatör, "Taksim bırak İstanbul'u, Türkiye'nin yüzüdür. Yerlisine, yabancısına bakmaksızın herkesi kucaklar burası. Bu nedenle buranın hakkı Tarkan'dır. Tarkan İstanbul'un sadece tek bir semtiyle özdeş filan değil, o kentin tamamını temsil ediyor, aynı Taksim!". O, Amerika Birleşik Devleteleri'nde (ABD) müzik terbiyesi görmüş Balkanlar, Kafkasya, Rusya ve tabii Türkiye coğrafyasının tartışmasız en büyük pop starı. Narenciye tanıtım filmlerinde oynayıp Rusya'da mandalina tüketimini patlatacak kadar kuvvetli bir imaj. Kültür Başkent'ni geçtim, Finikeliler, Serikliler, Gazipaşalılar da onunla gurur duyuyor.
Sana "sentez" diyorum!
Sultanahmet Meydanı'nda da Mercan Dede, nam-ı diğer Arkın Allen vardı sahnede. Elinde ney, bir yandan oryantalist kulakların pasını silerken, "turntable"ından çıkan ritmler ile senteze ulaşıyordu. Tayyip Erdoğan'ın tören gecesi yaptığı konuşmanın Ayasofya gölgesindeki sahne performasıydı onunkisi: "İstanbul biraz Saraybosna biraz Kudüs'tür, Paris'tir, Viyana'dır, Şam'dır, Amman'dır. Ama İstanbul en çok İstanbul'dur".
Kısacası, "Ne mozaiği ulan, sentez, sentez!"
Türkü ve elektro gitar: 1960'lı yıllardan beri esen rüzgar
Kıraç'a gelince. Ona Osmanlı İmparatorluğu sırasında kentin sınırlarında durup yeni gelen Anadolu ahalisine İstanbul'a giriş vizesi veren Bostancılar gibi bir muamele çekilmişti. Kentin doğusunda, "sınır"da batı sazlarıyla türküler söyledi. Anadolu'dan göçü simgeledi bütün gece. Birbirlerinin kültüründen beslenenler bir aradaydı. Ekmek parasının peşinden yollara düşüp geldiği İstanbul ile büyük mücadele verenlerle dinleyicisinin öz benliğini popülerleştirip paraya tahvil etmekte mahir şarkıcının buluşması... İstanbul'un çok daha doğusundan gelenlere söylediği türküler şehrin onları unutmayacağını, çaldığı elektrik gitar ise "hafiften" dönüştüreceğini haber veriyordu.
AB Üyeliği ve "nikah yüzüğü" meselesi
Kentin en batı sınırında, emlak komisyoncularının yükselen yıldızı Beylikdüzü'nde de Nil Karaibrahimgil konseri vardı. Ardı ardına yükselen pahalı blokların arasında, kentli, "özgür", deli dolu ve tıpkı İstanbul gibi "yaşlanmayan" bir imge. Çok batılı, hadi mevzuun özüne değelim, "Avrupa-i" bir pop star. Beylikdüzü'de gelişen toplum yapısını yansıtıyor sanki: Beyaz renklerin hakim olduğu, özenle ve rahatlık konseptine uygun döşenmiş, ankastre Amerikan mutfaklı geniş apartman dairesinin bir odasında, parlak yaşam öyküsünün "metropolitan" müziğini yapıyor.
Şarkıcı konser boyunca, Tayyip Erdoğan'ın "siz olmasanız bile biz kendi kendimize yaparız" şeklindeki mesajını içeren meşhur "Ankara kriterleri"ni hatırlatıyordu. Türkiye'nin siyasi yol haritasını bir de o çizdi; refah içinde yaşayan varsıl bir Parislinin yüzünde de çok iyi duracak bitimsiz gülümsemesiyle, Beylikdüzü postanesinden Avrupa'ya telgraf çekti. Karaibrahimgil o gece tam üyeliğin "tek taşını" yalnız taktı.
Başlarım böyle aşkın ızdırabına...
Beylikdüzü'nden 20 kilometre ötede, Bağcılar'da Zara sahnedeydi. Yanık, acılı şarkılar söylüyordu. Kimisi ekonomik zorunluluklar nedeniyle geldi İstanbul'a, kimisi zorunlu göçe tabi tutulmuştu onu dinleyenlerin. Kentin yükü onların omuzlarındaydı. Selde deresi taşıp mütemadiyen ölen oydu. Fakirliğin, işsizliğin pençesinde bir yandan şehrin zengin gösteren, dökümlü akışına ayak uydurmak zorundaydı, diğer yandan selden arta kalan sahipsiz çanak çömleği pis suların içinden topladığı için ana akım medyanın medyanın haksız "yağmacı" ithamına maruz kalıyordu. Zara'nın Bağcılar'da o gece söylediği "Aşk bir ızdırap" şarkısı tam da onları anlatıyordu:
şu gurbet ellerinde kaldım yetim kimsesiz/
gezerim köşelerde, ağlarım sensiz sensiz...
Ezilenler, cılız alkışlarıyla 2010'a inat, "başlarım böyle aşkın ızdırabına" demeye getiriyordu. (MU/EÜ)