Sanatla Direniş kitabının “Dünyanın Büyük Yenilgisine Karşı” başlığını taşıyan metninde Berger, tüm direniş cepheleri için “Bosch’un Milenyum Triptiği’nde Adem ve Havva ile Dünyevi Zevkler Bahçesi levhalarının karanlıkta fenerle incelenmesi” önerisinde bulunur ve ekler: “Onlara ihtiyacımız var.”
“Dünya yanıyor. Her figür, kendi acil ihtiyaçlarına odaklanarak hayatta kalmaya çalışıyor. Klostrofobi had safhada ama aşırı kalabalıktan kaynaklanmıyor, bir eylemle ona dokunabilecek kadar yakın başka bir eylem arasında devamlılığın olmamasından kaynaklanıyor. Cehennem bu... Öncelikle bir ufuk keşfetmek lazım. Bunun için de umudu tekrar bulmalıyız. Ancak umut bir inanç edimidir ve başka somut eylemlerle desteklenmesi gerekir. Mesela yaklaşma eylemi, mesafeleri ölçme ve bir yere doğru yürüme eylemi. Bunu yapmak, süreksizliği reddeden işbirliklerine götürebilir bizi. Direnme eylemi, sadece bize sunulan dünya-resminin saçmalığını kabullenmeyi reddetmek değil, bu resmin geçersizliğini duyurmaktır. Cehennem içeriden geçersiz ilan edildiğinde, cehennemliği son bulur.” J. Berger/Sanatla Direniş
“Onlara ihtiyacımız var” hükmünde yer alan onlardan biri de İlhan Sami Çomak’tır. İlhan’ın şairliği, “cehennemin içeriden geçersiz ilan edilişidir” bana göre. Mahpuslukla asimile edilmeye karşı, içeriden bir müdahaledir. Kesinlikleri sevmeyen ve çelişkilerin izini süren bir şairi kapatmak ve mutlaklığın en ceberrutuna mahkum etmek isteyenler, İlhan’ın şiirini okusalar, anlayacak, hissedecek bir tek durum ve imge seçemezlerdi sanırım. İlhan, mutlağın katı yüzüne müstehzi bir tokat atıyor ve öfkesini renge, kokuya, güneşe ve buluta bürüyor her adımda. İmgelerde volta atmıyor, inadına yürüyor. 23 yılın durduramadığı, duvarların güç yetiremediği bir yürüyüş İlhan’ın yürüyüşü. Yol, mahkumluktan şairliğe evrilmişse “duvarın hali nicedir” diye sormak gerek.
23 yıl! Haksızlığın kör vicdanının duvarları ardında geçen yıllar... Onu, bitmeyen ve hükmü en başında verilmiş, dava olamayan mesnetsiz duruşmalardan tanıyoruz. Bir ömrü adliye koridorlarına ve mahpushaneye yazgılı kılan adaletsiz hukuku bize tanıtan isimdir İlhan. Yargılamaktan kaçan hukuku ve korkak kanunları yargılayan simge isimdir evet! Ama her şeyden önce şairdir!
Ruhunu ezmeye çalışan insansız kanunlar ve kanunsuz insanlar karşısında şiiriyle, sözüyle durandır. Bunca yıl, dile kolay gelse de, yalıtılmanın, kapatılmanın ve her adımda intikam almanın en kaba biçimlerini yaratan bir tutukluluk halinde, gün be gün anlam nasıl yeniden örgütlenir bize gösterendir. Budur dile zor gelen. Grotesk bir dünyanın, Kafka’nın Şato ve Dava’dan bize duyurduğu irrasyonel dünyanın içinde ve ortasında geçen yıllar şiire durduğunda, anlam da kendini sorgulamaya zorlanır.
Duvarları söz ve imgenin simyasıyla ve itinayla eriten bir sabır ve müstehzi bir ifadenin açığa vurduğu cesaret; içe döndükçe derinliklere yol alan ama asla kapanmayan, zaman ve mekanın kuşatılıcığını, doğaya, insana, hayvana doğru genişleterek/genişleyerek aşan bir irade... Dört elementin karşılık bulduğu soyutlama düzlemi, şiir boyunca su gibi akıyor ve sürekli genişliyor. Her şeyi kapsama arzusunu açığa vuran hareket içe doğru derinleştikçe, mekan ve zaman algısını kıran bir genişlemeye açılıyor aynı zamanda. Yer, gök ve denizin sürekli bir biçimde birleşip, sıkışıp, dağıldığı hissi yaratıyor şiirin ritmi.
Uzamı düşünen bir iradeyle, şiirde ve şiirle yürüyor İlhan. Görmenin, dokunmanın, koklamanın, duymanın ve tatmanın imkanının en daraldığı yerde, tümünü düşünen zihnin, etkileri değil, anlamı yaratan çelişkileri büyütmesine yol veriyor.
Hırçın, öfkeli, sarsıntılı ve sonra dingin ve hüzünlü, yer yer alaycı; acıtmaktan geri durmayan ve sivri dilden öteye geçen sınır aşımlı bir mizah; bazen kara, bazen kızıla duran, uzağın, imkansızın, ötenin ve yaşanmakta olanın anımsamada dile geldiği, asla kaotik olmayan bir dünya kuruyor kelimelerin çerçisi... Hatırlananın, unutulanın, akılda kalanın ve akmakta ve geçmekte olanın yükünü, takvimden kopardığı zamansız ayları, haftaları, günleri ve yılları, doğaya ekerek ilerliyor. Hayatın billinmeyen, saklı rahmine imgeler ekiyor ve yürüyor...
İlhan’ın ritmini takip etmek, zorlayıcı bir okuma deneyimi sunuyor. Kelimeleri soluk soluğa yutarken, bir anda baş döndürücü bir hız ve yükseklikte buluveriyorsunuz kendinizi. Derinliklerin, çivileme keşfine zorlanıyorsunuz. Ve bir süre ağır adımların dinginliğinde, serinlik taşıyan sonbahar yağmuruna nefeslenirken, aniden ve yeniden yola itiliyorsunuz kavurucu güneş altında. Baş döndüren ritmi, kelimeleri ustaca büktüğü virajları ile İlhan’ın şiiri derin bir labirent, bazen dağ yamacı, bazen bir kuşun teleğinde toz tanesi, güneşe dokunup yandığını bilmeyenlere serinlik, çölde kumun ağırlığı, yeni sulanmış arnavut kaldırım kokusu ve serinliğinde çıplak ayak koşma isteği, velhasıl bir imgeler deryası...
“Irmak belleği” ve yürüyüşü ile İlhan, öfkesini de humoruna katarak ilerliyor ve cehenneme kuşbakışı müstehzi bir bakış atıyor. Okudukça koşma isteği yaratan, sırt üstü göğe, yüz üstü dünyaya açılan bir nehir şiiri bütünlüyor, “Yağmur Dersleri”, “Bir Sabah Yürüdüm” ve “Dicle’nin Günlüğü”nde.
Berger’in anımsattığı gibi, “umut bir inanç edimi” ise “bir yere doğru yürümenin” somutluğunda bir ufka yönelmek ve mahpushaneden edebi bir gelenek yaratanların ufkuna yürümek gerek.
Şairin dediğidir: “Bu bıçak daha çok çalışır denizi.”
Yağmur Dersleri
“Damlanın öğrettiğidir: Seversen sel olmalısın.
Sesinin ayetleriyle gümrah de, herze de
Sapanımızı doğrulttuğumuz kuşların
Kanada yürüyen kanlarıyla yeter de.
Gelirsen yağmurlar gelmeli.
Ve kertiyor bir güneş durmadan yüzümüzü
Kınalar kekliklerle hünnaplar kertiyor gecikmişliğimizi
Sen uğunup durma de, şafağı karşıla toprağın
Yüzüne doğru. Islanmış kuşlar gibi titre
Sevdanın sözlükleriyle hallice gel.
Ağlama denizin esmer yüzüyle
Çünkü bu güzellik fazla geliyor bana
*
Bulutların eğri başı kelimelerin çatlağına
Öfkenin ağırlığıyla gölge düşürüyor.
Deva de, ateşin rahmine dalgın yolcuların
Adımları de. Ve yarasalar tekrarlıyor karanlığı.
Ben sevmek istiyorum seni. Uçurumlara ülfet
Alın çatıma teşne mermilere av olmak istiyorum.
Doğru de depremler gibi sana çalıştım de
Yağmurun tohumlarıyla havanın tozuyla
Ağzımda dilimde çocukların sözcüklerinde boy ver.
Ve eğiliyor suya nefesin. Titriyor kuşların
Derin ufku. Kalk gülüm sev gülüm. Bu bıçak
Daha çok çalışır denizi.”
(OY/EA)