Bir güvenlik devleti olan İsrail, rejim ihracına doğrudan girişmiyor belki ama müttefiklerine ya da çıkar ilişkisi kurduğu devletlere, askerî operasyonlar yürüten oluşumlara ve örgütlere savaş stratejileri, silah ve teknoloji sağlıyor. Düşman ilan ettikleri ve belledikleri üzerinde ise geliştirdiği denetleme, gözetleme ve saldırı teknolojilerini kullanıyor. İşgal ettiği Filistin, bu anlamda İsrail’in test sahası. Bu işgale ve testlere ses çıkarmaması için geliştirdiği silahları pek çok ülkeye satarak hareket alanı ve imkânını her daim genişletiyor.
Gazeteci Antony Loewenstein, Filistin Laboratuvarı’nda İsrail’in izleme ve savaş teknolojilerini denediği ilk alan olan ülkede yürüttüğü faaliyetlerin yanı sıra farklı coğrafyalara pazarladığı casusluk ve savunma donanımlarıyla dünyada nasıl söz sahibi hâline geldiğini anlatıyor.
‘Hayatta kalmaya çalışan ezilmiş halk’
Etnik milliyetçiliğini silah sanayisiyle, savaş ve izleme araştırma-geliştirme teknikleriyle destekleyen İsrail, hem varlığını koruma amacıyla hem de “terörizmle mücadele” adı altında dünyaya pazarlıyor 1948’den bu yana. Filistin’de test edip piyasaya sürdüğü ürünler sayesinde dünya çapında güvenilir bir silah sanayisine sahip olan ülke için Loewenstein şu notu düşüyor: “İSK markasından nemalanan İsrailli güvenlik şirketleri, bu sayede dünyanın en başarılı şirketlerinden oldu. Filistin laboratuvarı, İsrail’e münhasır bir pazarlama unsuru.”
Savaş ve işgal taktiklerinin, üretilip test edilen ve daha sonra satılan silahların, yazılımların ve casusluk faaliyetlerini, hem bir vatanseverlik göstergesi hem de üstün bir ticari zekâ olarak sunan İsrail’in, Filistin’i bu uğurda hukuka ve uluslararası yasalara aykırı bir laboratuvar olarak kullanmayı kendine hak gördüğünü hatırlatıyor Loewenstein.
İsrail’in “doğal” başka eylemleri de var: Mesela Yugoslavya İç Savaşı’nda saldırganlar ile mağdurlar arasında ayrım yapmaması, 1994’te Ruanda’da yirminci yüzyılın en büyük soykırımlarından birini gerçekleştiren Hutulara silah satması, Ukrayna’ya saldıran Rusya’ya Suriye’deki ortak çıkarları nedeniyle herhangi bir kınamada dahi bulunmaması… Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Loewenstein, İsrail’in bu tavrının müşterileriyle arasını iyi tutma arzusundan kaynaklandığını söylüyor. “Acımasız bir dünyada hayatta kalmaya çalışan ezilmiş halk” söylemiyle 1948’den beri Filistin topraklarında savunma ve saldırı stratejileri geliştiren, sömürgecilik ve işgal faaliyetleri yürüten İsrail’e ülkelerin ve uluslararası kuruluşların yaptırım uygulamamasının söz konusu ticaretle bağlantısı bulunduğunu düşünüyor yazar. Dahası, İsrail’in “askerî anlamda bir ülkeyi yok etmesi”, “o ulusun tarihini ve yitirdiklerini hatırlama yetisini silmesi” karşısında derin bir sessizliğe gömülenlerin ikiyüzlülüğünden bahsederken hayatî bir yorum yapıyor: “Zoraki denekler üzerinde test edilen gözetim teknolojileri işin içine dâhil olunca buna direnmek daha da güçleşiyor.”
11 Eylül 2001’den sonra bahsi geçen gözetim teknolojilerine ihtiyaç arttığında başvurulan adres elbette İsrail ve İsrail menşeili şirketlerdi; ülkenin yıllara yayılan militarizminin pazarlanışında 11 Eylül bir milat hâline gelirken güncellenen teknolojilerin ilk test sahası yine Filistin’di. Gerek bu ticari ilişkiler gerek işgal edilen Filistin’in bir laboratuvar olarak kullanılması, Loewenstein’ın ifadesiyle “insandışılaştırmayı kaçınılmaz kılıyor.”
METİS'TEN YENİ KİTAP
Filistin Laboratuvarı: İsrail işgal teknolojilerini dünyaya nasıl ihraç ediyor?
Ticari ilişkilerden doğan büyük sessizlik
İsrail’in işgali bir temaşaya dönüştürmesinin yanı sıra strateji ve teknoloji üreten şirketlerin varlığı, Loewenstein’a göre bölgedeki barışı engelliyor. Kendini “kuşatma altında” gören ve gösteren İsrail’in, Filistin’i askerî, teknolojik, kültürel ve ekonomik manada ablukaya alması da bir başka engel. Bunun temel taşıyıcısı izleme ve yok etme projesinin kullanışlı silahlarının yanı sıra İsrail’in kuşatmayı dünyaya satması. Loewenstein, bu pazarlama ve satış sırasında kurulan absürt ilişkilere bir örnek veriyor: “Filistin laboratuvarının başarısı, yeterince ülkenin bunun temelindeki önermeye inanmasına bağlı. Baskıcı rejimlerin İsrail’in uyguladığı stratejiyi taklit etmeye yönelmesi, bunu ülkelerindeki istenmeyen veya muhalif topluluklara zulmetmek için İsrail teknolojilerini kullanarak yapması şaşırtıcı olmasa da Yahudi devleti, diplomatik askerî potansiyelini tam anlamıyla gerçekleştirebilmek için Batı’nın, özellikle de ABD’nin, hemen ardından en çok Almanya’nın onayına ihtiyaç duyuyor.”
İsrail’in senelerdir süren işgaliyle beraber, Filistin’i bir deney sahasına dönüştürülmesini kolaylaştıran bir başka şey, asla taviz verilmeyen tahakküm ve geliştirilen kitle gözetim teknolojisi. Buna, medya şirketlerinin tarafgirliği ve sansürleri de eklenince sessizlik enikonu büyümekle kalmıyor, Loewenstein’ın vurguladığı gibi yaptıklarının hesabını vermeyen, daha doğrusu resmî olarak suçlanmayan İsrail’in, şiddetin dozunu günden güne artırmasına yol açıyor.
Loewenstein, Filistin Laboratuvarı’nı hem mevcut durumu tarihsel eşikleriyle gözler önüne sermek hem de bir dizi uyarıda bulunmak için kaleme almış. Kitabın özünü yansıtması bakımından o uyarılardan bazılarının altını çizmek gerek: “İsrail, bitmek bilmeyen Filistin işgaline karşı siyasi anlamda herhangi bir eleştiriden kendini koruma umuduyla çok sayıda ülkeye fazlasıyla savunma ekipmanı sattı; hem gerçek hem de ticari müttefikleri sayesinde uluslararası boyutta bir kınamadan ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çıkmaktan kurtuldu. (...) İsrail’i insan hakları ihlalleri sebebiyle tecrit edecek muazzam çapta bir uluslararası kampanya yürütülmez veya baskıcı devletlere satış yapan İsrailli silah şirketlerine dava açılmazsa bu endüstri daha da gelişecek. (...) İsrail savunma sanayisi, küresel ölçekte müşterileri etkilemeyi sürdürmek için maharetlerine bel bağlıyor. Çatışma, güvensizlik ve iklim değişikliği sebebiyle gittikçe artan endişeler düşünüldüğünde akıllıca bir yaklaşım bu. İsrail, parasını ödeyen her ülkenin toplumsal bir çöküş hâlinde en kötü sonuçlardan en azından bir süreliğine kaçınmasına destek olacak araçlara sahip.”
Filistin Laboratuvarı, Antony Loewenstein, Çeviren: Özlem Özarpacı, Metis Yayınları, 298 s. (AB/TY)