Bu yıl Dersim’de yapılan 13. Munzur Kültür ve Doğa Festivali programı ile eş zamanlı olarak 27 Temmuz'da Celal Doğan Parkı’nda İsmail Beşikçi Vakfı bir halk toplantısı gercekleştirdi.
Söyleşi yerine vardığımda, Türk burjuvazisinin 1915 Ermeni soykırımı ve Rum halkına yapılan katliam sonrası geride kalan mülklerle palazlandığından söz eden Beşikçi, bir gerçeğin altını çiziyordu. Ancak Dersim soykırımında yaşanan kıyım ve göçü anlatırken, tek taraflı ve sığ görüşleri ile bizde hayal kırıklığı yarattı. Yıllarca Kürt sorunu ile haşir-neşir olan Beşikçi’nin bir sosyoloğ olarak Dersim’i pek tanımadığı kanaati bizde pekişmiş oldu.
Beşikçi’nin Kürt sorunu için ödediği bedel ve bilim adamı olarak sorunu sahiplenmesi ve ahlaki duruşu her zaman tarafımızdan da takdir ve saygı ile karşılandı. Dersim katliamını ilk kez soykırım olarak tanımlaması da… Aynı şekilde Kürt hareketinin de ödediği bedel ve yarattığı değerler de bu cerçevededir. Bu toplantıda Beşikçi’ye hep bu kıstasları ve hassasiyetleri dikkate alarak açıklamalı sorular yönelttik.
Beşikçi; “1938 Dersim soykırımı bir Kürt kıyımıdır, bir Alevi kıyımı değildir. Ama Alevi oldukları için devlet Dersim sürgünlerini özellikle Batı Anadolu’daki Alevi-Türk köylerine yerleştirerek onları Türk Aleviliği üzerinden asimile etmek istedi” diyor.
Bu açıklamasına karşı cevabımız şu oldu:
Anlaşılıyor ki sosyolog Beşikçi Dersim kıyımının sosyolojik okumalarını eksik yapıyor. Yıllardır Dersim’de, İç ve Batı Anadolu’da ve Avrupa’da yaşayan Dersim sürgünü aileler içinde sözlü tarih çalışmaları yapıyoruz. Açılan arşivler ve yaşayan tanıklar da bu kıyım ve sürgünü hiç de sayın Beşikçi’nin aktardığı gibi aktarmıyorlar.
1937 Dersim Askeri Harekatı tamamen Dersim inanç önderleri ve aşiret reislerine yönelikti. Amaç Dersimlilerin inanç ne aşiret önderliğini yoketmekti. 38 kıyımı ise tüm kitleyi kapsadı. Dersim’de konuşlandırılan tümen,tugay, alay vb. askeri birliklerdeki hazır kıtalarda kıyım için eğitilen 18-20 yaş gurubu genç askerlere ‘Askerın el kitabı’ndan şu talimatlar yapıldı:”Dersim halkı İslam dışı bir mezhebe sahiptir. Bunlar zındıktır. Taşa, ağaca ve suya taparlar, sakalı pis seyitlere secde ederler. Cemde ana-bacı bilmezler. Kadınları çok seksidir. Gazanız mübarek olsun”.
Resmi kayıtlarda İç ve Batı Anadolu’ya sürülen 13binden çok Dersim sürgününden sadece 150-200 kişi kadarı tesadüfen Alevi-Bektaşi köylerine yerleştirilirken, geride kalan 13 bin kişinin hepsi sunni Hanifi köylere yerleştirildi. Bu sunni yerleşim alanlarında Dersimli sürgünlerin karşılaştıkları en büyük sorun camiye gitmemeleri ve namaz kılmamaları vesilesiyle dışlanmalarıdır. İkinci bir tıravma yaşamalarıdır. Hatta Beşikçiye şu hatırlatmayı da yapmak isteriz. Bu sürgün ailelerden az bir kesimi de Doğu’da sunni şafii Kürt köylerine yerleştirildi. Dini açıdan (Şafii-Kızılbaş çelişkisinden ötürü) Desimliler Batı’da çektikleri sıkıntıdan daha fazlasını bu bölgede çektiler. Ve yerleştikleri köyleri riske girerek terk ettiler.
Cumhuriyet sonrası Doğu’da yapılan Kürt katliamlarında hiçbir zaman Dersim ve Ermeni katliamlarında olduğu kadar pervasız bir kıyım yaşanmadı. Bunun tek nedeni devletçe iki halkın da İslam dışı görülmeleridir. Dersim halkı 1938 Laç Deresi ağıdında bu kıyımı Ermeni kıyımına benzeterek şöyle aktarır:
Nıka ke teseliya ho mara gurete Bizi bertaraf (kıyım) ettikten sonra
Peniya sıma peniya Hermenano Akibetiniz Ermeni akibetine döner
Nıkake teseliya ho mara gurete Bizi bertaraf ettikten sonra
Cereno ra kaf u koke sıma ano. Döner soyunuzu keser
Dersim halkına uygulanan jenosid, Osmanlı ve İttihat dönemlerinde hazırlanan raporların yeniden icrasından öte bir şey değildir. Jenosidin bu katmerli boyutu ancak Alevi inanç kimliği ile açıklanır. Ulusal kimlik bu kıyımda ikinci yerde durur. Dersim kıyımında bir tek sunni vatandaşın burnu bile kanamamıştır. Cumhuriyet dönemi sunni Kürtlerin katliamlarında inanç talidir. Ağılıklı olarak şeriat talepli Şıh Sait İsyanı hariç, bu katliamlarda sadece ulusal kimlik ön plandadır. Devlet hiçbir Kürt hareketini bastırmada Kızılbaş Dersim üzerinde uyguladığı Ebu Suud Fetvası fermanını ve Yavuz ile İdri-i Bitlisi’nin kök kurutma planını uygulamadı. Desim soykırımı ile diğer Kürt katliamları ve harekatları arasındaki fark budur.
Beşikçi’nin ikinci açıklaması da şöyledir: "Mehmet Bayrak’ın Horasan üzerine yayımlanan son çalışmasında Desimliler arasında yaygın söylenen ‘Horasan’dan geldık’ söyleminin Şah İsmail döneminde Horasan bölgesine yeleştirilen Dersim aşiretlerinin Şah Abbas dönemi sonrası tekrar Dersim’e dönmesi sonucu bu söylem oluştu."
Bizim Beşikçi’ye cevabımız şöyle oldu: Sayın Beşikçi, bu “Dersim’e dönüş” hikayesi son 20-30 yıldır biliniyor. Sayın Bayrak’ın yayınından evvel başka yayımlar yapıldı. Ancak Şah İsmail döneminde Çemisgezekli aşiretlerden sadece Khewu aşireti ile yanındaki bir-iki küçük aşiret ve Şadlu aşireti (ki bu aşiret Azeri kürtleri arasında da var) Özbek akınlarını durdurmak amacıyla Horasan’a yerleştirildi. Bu aşiretlerin az bir kısmı Şah Abbas dönemi sonrası tekrar Dersim’e döndü. Oysa Horasan’a gitmeyen onlarca aşiretin (yüzde 95) yerleşik olduğu Dersim’de ortak söylem “Horasan’dan geldik”tir.
Bu söylem daha çok Dersim’den Horasana gitmeyen ocakzade Dersim aşiretleri ve diğer talip aşiretler arasında çok daha yaygın ve kadimdir. Neden? Çünkü konuştukları Kırmancki (Zazaca) dili başlı başına bir dildir. Bu dil Kürtçe (Kurmanci) değildir, ancak Kürtçe’ye komşu olan bir dil olarak kadim kökleri İran Daylamistan ve Horasan bölgelerindedir. 16-17. yy’ın 1.Şah Abbas dönemi ve sonrası söylemi hiç değildir. “Horasandan geldik” söylemi geriye doğru ve kadim bir tarihe, 9.yy ve 10. yy İran’ına referans verir. Hatta kurmanci (Kürtçe) konuşan bazı aşiretler de bu bölgeden gelmiştir. Bu Horasan-Dersim hattı öyle "CHP’nin Alevi dedelerini kandırdığı" ucuz söylemi ile açıklanamaz. Aşiretler ve Alevi ocaklarının bu söylemi var iken Chp’nin esamesi okunmuyordu.
Beşikçi’ye dinleyicilerden biri şu soruyu sordu: "Zazaca Kürtçenin lehçesi midir?" Cevabı şöyle oldu: “Bu konuda bilgi sahibi değilim. Ama Munzur Cem, Malmisanij ve Roşan Lezgin’in düşünceleri benim için muteberdir”.
Doğrusu peh! Kürt çevrelerde “Bilimin namusu” olarak onurlandırılan Beşikçi, dilbilimci olmayan, sadece sahada folklorik çalışma yapan bu kişilerin Zazaca konusundaki düşüncelerine itibar edeceğine, dünyaca ünlü dilbilimci David Neil MacKenzie, Karl Hadank, Oskar Mann, Jost Gippert, Paris Kürt Enstitüsü başkanı Joyce Blau’nun düşüncelerini muteber göremez miydi? Bu gün bazı üniversiteler Zazaca’nın bir dil olarak araştırılması ve geliştirilmesi için kürsü ve bölüm açıp lisans, master ve doktora programı icra ederken, Beşikçi’nin böylesine bilim dışı düşünceleri ve tavrı O’nun bilinen bilim adamı kimliğine hiç yakışmıyor ve de zedeliyor.
Söz alan Munzur Cem, Beşikçi’nin “Dersim soykırımı Kürt kimliğinden ötürü oldu” düşüncesine katkı yapmak için kıyım öncesi devletin hazırladığı raporların hep Kürtlüğe vurgu yaptığını söylerken İnönü’nün “Erzincan’ın kütleşmesi” örneğini verdi.
Ama Cem, devletin A.Reşit Tankut’a hazırlattığı “Dersim Zazadır, Zaza kökenlidir ve Zaza Kızılbaşıdır” raporundan hiç söz etmemekle dürüst davranmadı. Oysa devlet yer yer Kürt ve yer yer de Zaza ve Kızılbaş kimliği altında Dersim’i raporluyordu. Beşikçi ve Cem sadece işine geleni alıyor ve Kürtlüğe entegre ediyor. Zazalık ve Kızılbaş vurgusundan özellikle vebadan kaçar gibi kaçıyorlardı.
Munzur Cem; Sah İsmail-Yavuz Sultan Selim ve İdrisi Bitlisi karşılaştırmasında Osmanlı tarihçilerine itibar ederek “Şah İsmail’in katliamcı ve anasını öldürdüğünü, İdris-i Bitlisi ve Yavuz Sultan Selim’den daha gaddar olduğunu” söyledi. Dersim halk inancında ve Alevi-Bektaşi inancında Ali algısı gibi Sah İsmail (Hatayi) algısını kavramama cahaletini gösterdi. Tarihsel Ali ile Sah İsmail kişiliğini değil, Anadolu Alevi-Bektaşileri ve Dersimlilerin inancında yarattığı Ali ve Sah İsmail algısı dersimliler için önemlidir. M. Cem bu ayrımın farkında bile değildir.
Dinleyicileden Diyarbakırlı bir Hanım bizlere cevaben şu hatırlatmayı yaptı: “Şu anda Dersim’de bulunuyorum. Seyit Rıza’nın vatanında…S. Rıza’nın son sözü şu olmadı mı?: Ben şehit oluyorum ve Kürdistan şehitleri kervanına katılıyorum”.
Cevabımız şu oldu: “Hanımefendi galiba 1980 öncesinin politik dünyasında yaşıyor. Baytar Nuri’nin gayıpta (!) Seyit Rıza’ya söylettiği bu bayatlamış sözü tekrarlayıp duruyor. Seyit Rıza’nın idamı esnasında söylediği varsayılan sözler Baytar Nuri’nin uydurmalarıdır. Baytar Nuri, Seyit Rızanın idamından aylar önce evvela Avrupa’ya giriş yapmak ister, beceremeyince de Suriye’ye sığınır. Orada önce Dersim Tarihi adı altında yazdığı kitabı Bedirhaniler tarafından ‘Desimlilik yapıyorsun’ müdahalesi ile değiştirilir. Bu kitapta iddia edilen sahşiyeti, ailesi, S.Rıza ve Dersim aşiretleri hakkında verdiği bir çok bilgi yanlış ve eksik iken bazı bilgiler de uydurmadır. Baytar Nuri ve kitapları artık Dersim aydınları arasında pek güvenilir değildir.
Kuşkusuz bizi daha ziyade Beşikçi’nin düşünceleri ilgilendiriyor. Beşikçi, Dersim kıyımına ilk kez jenosid dedi ve parlamentonun gizli celselerindeki Dersim konuşmalarını yayımladı. Bu çok doğru bir tespit saygı değer bir başlangıç idi. Ancak geçen 20 yıl içinde Beşikçi’nin Dersim’e dair gelişmeleri iyi takip edemediği ve bazı çevrelere fazla angaje olarak Dersimi sosyoloğ olarak sosyolojik okumadığı, artık pek çok Dersimli aydın tarafından kabul görmektedir.
Ancak bu ve benzer başka toplantılardaki söylemlerinde, Beşikçi’nin yazılarında genellikle Beşikçi’nin ‘ödediği bedel’in gölgesinde kalınmaktadır. Bu hassasiyet nedeniyledir ki çoğu zaman Beşikçi’nin ‘bilim metodu’adı altında yazdığı bir çok yazıdaki bazı yanlış ve eksiklikler ya görülmemektedir ya da görülüp eleştirilmemektedir. Aslında bu Beşikçi’ye yapılan kötülüktür.
Şubat 1994’te Cemşit Bender’i Kürt kültürü üzerine yayımladığı uyduruk yazılarından ötürü ‘Bender yaratmaları mı, Kürt yaratmaları mı?’ adlı makalemle eleştirmiştim. Bazı Kürt vd. kökenli aydınlar da Bender’i eleştirmişlerdi. Mehdi Halıcı adıyla Anadolu medeniyetini Türk mühürlü yaratmalar olarak görürken, isim değiştirip Cemşid Bender olunca bu medeniyeti Kürt mühürlü medeniyet ediverdi. Bu uyduruk tezleri eleştirdiğimizde de Beşikçi’nin tavrı bir yazısında ya da ropörtajında yaklaşık şöyle olmuştu: ‘Cemşid Bender uyduruk şeyler yazıyor ama Kürtlerin bir tarih bilincine ve motivasyona ihtiyacı vardır. Bu nedenle O’nunla uğraşmayın’ demişti.
Benzer "uyduruk" tarih ulusal inşa döneminde Türk devleti tarafından da yazıldı. Ama bugün o tarihin inandırıcı hiçbir yanının olmadığı ve sıkıntılarının ağır fatura olarak Anadolu’nun halklarına çıktığı görülüyor. Beşikçi bu ve benzer hususlarda daha mesafeli, eleştirel bir tutum izlese, ya da hakkında bilgi sahibi olmadığı konularda (Dersim vb.) daha ketum davransa saygıdeğerliliğine helal gelmez. (DC/NV)
* Daimi Cengiz, Dr. Halkbilimi/Duisburg, Dersim Avrupa Akademik Değişim Vakfı Kurucu Üyesi