Yrd. Doç. Dr. Nazia Kazi, 6 - 8 Nisan 2018 tarihinde İstanbul'da İstanbul Zaim Üniversitesi'nde düzenlenen “Contextualizing Islamophoba” başlıklı uluslararası konferansta “İslamofobi, İslamofili ve İyi Müslüman / Kötü Müslüman Çıkmazı” başlıklı bir sunum yaptı.
Nazia Kazi'nin İngilizce sunumunu bianet için Prof. Dr. Simten Coşar türkçeleştirdi, aynen yayımlıyoruz.
* * *
Bugünkü değerlendirmem çok kısa olacak. Bu konferansın başlığı ‘İslamofobiyi Bağlamsallaştırmak’. Bu toplantının başlığı, bizatihi, İslamofobi üzerine yürüttüğümüz bilimsel çalışmalarının tamamen bağlama bağlı olduğuna işaret ediyor.
Öyleyse, biraz bağlama bakmak gerek: Amerrika Birleşik Devletleri'nden (ABD) geliyorum; yaşadığım ülkede Donald Trump’ın Müslüman karşıtı rejimi bağlamında İslamofobi çalışmaları yürütüyorum.
Trump öncesinde Obama’nın Müslüman karşıtı rejimi bağlamında da benzer çalışmalar yürütüyordum. ABD’den geliyorum; yaşadığım ülkede, gelmiş geçmiş en ırkçı ve en yıkıcı imparatorluğun merkezinde yaşıyorum. Türkiye’ye doğru yola koyulmamdan bir gün önce belli başlı ABD kentlerinde ‘3 Nisan Bir Müslümanı Cezalandırma Günü’ yazan ilanlar dolaşımdaydı. Gerçi, ABD’de vergi ödüyorsanız [neredeyse] her gün Müslümanların cezalandırıldığını düşünüyorum. Bu el ilanlarının dağıtıldığı günden tam da bir hafta önce California’da silahsız bir siyah erkek kendi evinin arka bahçesinde polis tarafından silahla öldürüldü. Askeriyeye ayırdığımız bütçe, devasa boyutlarda: 700 milyar Amerikan Doları. İki emperyalist siyasal partimiz de bu bütçe üzerinde hevesle hemfikirler. Bu, imparatorluğun merkezinde her gün karşılaştığımız bir durum. Maruz kaldığı süreç adalete inanan herkesi dehşete düşüren Dr. Sami Al Arian’ı ön sıralarda görmek Amerikan imparatorluğunun köklü acımasızlığını hatırlatıyor. İslamofobi çalışmalarımı böyle bir bağlamda yürütüyorum.
Bugün, İstanbul’da İslamofobi konuşmak, haberdar olduğumuz son dönem gelişmeler bağlamında bambaşka bir anlam taşıyor.
Sömürgeciliği sökmeye çalışan bir araştırmacı olarak başlangıçta önerdiğim konuşmayı son birkaç günde tüm netliğiyle görebildiğim bir gerçeği teslim etmeden yapmak samimiyetsiz olacaktır. Burada, Türkiye’de son dönemlerde süregiden ‘akademik tasfiye’ olarak tanımlayabileceğim ve herkesin farkında olduğunu varsayabildiğim süreçten bahsediyorum.
Çalışmalarım, “İslamofobi üzerine” ya da “Müslümanlar üzerine” değil. Bunun yerine, İslamofobi çalışmak, benim için hep tahakkümü anlamanın, uluslararası dayanışma imkânlarını anlamanın, devletlerin fena hedefleri için özgürlük dilini nasıl mas ettiklerini anlamanın bir yolu olageldi.
Bu durumda, çalışmalarımın hattını çizen siyasal ilkeleri şöyle sıralayabilirim.
İlk olarak, başlangıçta önerdiğim tebliğ yerine bugün dile getirdiğim kısa değerlendirmeler özellikle sofistike bir tarihsel analiz üzerinde temellenmiyorlar. Değerlendirmelerim mevcut yerel gelişmeler hakkındaki derin bir anlayıştan köklenmiyorlar. Konferans katılımcılarına bugün burada olmayı bir kez daha düşünmelerini dile getirmek için ulaşan arkadaşlar – bu insanlar bu tür bir söyleşiye katılmak için benden daha uygun kişiler. Dolayısıyla, ampirizmin yönlendiriciliğinden ziyade, etik ilkelerle hareket ediyorum; bu ilkeler, “BEY ruhu” olarak adlandıracağım bir çerçeveye bağlı olarak şekillendiği fikrindeyim.
BEY (Boycott – Divest, and Sanctions, BDS - Boykot, Ele geçirmek, Yaptırım) hareketi İsrail’i işlediği suçlardan sorumlu tutuyor ve bilim insanlarını ve araştırmacıları devletlerin işledikleri suçlara ortak olan, etno-milliyetçi şiddetin uygulandığı alanlara katılımdan imtina etmelerini talep eder. Evet, “sahada”ki gerçeklerin yakından takipçisi olmayan bilim insanlarının ve araştırmacıların bile bu kararları vermelerini, kararlarını ampirizme değil etik bağlılıklara dayandırmalarını talep eder. Bugün davet edildiğim karar sürecine çok benzeyen kararları almaları için bilim insanlarıyla ve araştırmacılarla bağlantı kurduğum örnek az değildir. Buradaki henüz tamamlanmamış değerlendirmelerimi bu ruh haliyle yapmaktayım.
İkincisi, siyasal bağlılıklarımızın çoğunun ‘gri alanlar’da yer aldıklarını kabul ediyorum. Geçmişte, yoldaşlarımın bir kısmının örneğin, Esad rejimiyle bağlantılı ortamlarda, konuşma yapmayı kabul ettiklerini öğrendiğimde, söz konusu bağlantılar dolaylı olsa da, tiksinti duydum. Bugün burada, buradaki baskıcı durumla ilgili rahatsızlığımı dile getiriyorum– ama bizatihi kendim, kökten baskıcı olan bir devletin topraklarından geliyorum. Bu tür çelişkilerin siyasal ve entelektüel praksisin merkezinde yer aldıklarını anlayacağımızı umuyorum.
Üçüncüsü, zıt görüştekilerin salt bir çıkar etrafındaki ittifakına inanmıyorum. İsrail’e karşı duran herhangi biri otomatik olarak müttefikim olsaydı, bir yandan a) birtakım feci ırkçı ve bağnaz dünya görüşlerini savunurken, diğer yandan b) Filistin’le ilgili mutlak hakikatten bahsedebilen Amerikalı politikacı Pat Buchanan’ından rahatsız olmazdım. Fakat, Müslüman karşıtı ve sermaye yanlısı bir gündemle devam ederken ziyadesiyle ‘sömürge karşıtı’ konuşan Hindistan Başbakanı Narendra Modi’yle de anlaşmaya meyletmem. Düşmanlarımın düşmanları dostlarım değil. Bu, benim için, sömürgeciliği sökmeye uğraşan araştırmacılığın en önemli meseli olageldi. Daha önce de söylediğim gibi, bu konu düşmanlarla ve dostlarla ilgili değil. Bu konu sarsılamayacak siyasal bağlılıklarla ilgili.
Akademisyenleri tasfiye etmenin zorunlu olduğunu düşünen devletlerin hepsi ABD’nin öcüleştirilmesine dönük propagandasının ötesine geçmiştir. Baskıcı pratikleri işletmek için emperyalizm karşıtlığını, Zionizm karşıtlığını içeren dili kullanan ya da baskı uygulamak için İslamofobiyle mücadele eden devletlerin hepsi benim bildiğim emperyalizm karşıtlığı, Zionizm karşıtlığı, ya da İslamofobi karşıtlığı formlarının tümüyle bağlarını kopartmış olurlar.
İslamofobi ve Amerikan İmparatorluğu’nu çalışmak için geçirdiğim on yılın otoriter devletlerin nasıl işlediklerini, akademik özgürlüğün bastırılmasının nasıl işlediğini ve Müslümanların mücadele etmek istedikleri baskının uygulanmasına zaman zaman nasıl dâhil edildiklerini daha iyi görmemi sağladığını düşünüyorum. Diğer bir ifadeyle, İslamofobi çalışmak İslamofobi kavramının ne kadar kolay asimile edilebileceğini görmemi sağladı.
Bugün, ziyadesiyle açık görünen bir şey söylemek istiyorum: İslamofobinin karşısında durmak istiyorsak, bunu farklı baskı biçimlerine vakıf olarak yapmalıyız. İslamofobi karşısında duracaksak, bunu, akademik özgürlüklere istemli ve ilkeli bağlılığımızla yapmalıyız: Filistin’in kurtuluşunu dirençle konuşmak için, hegemonik devletlerin savaşlarının gaddarlığını açıkça konuşmak için, muktedir devlet aktörlerinin azınlık grupları terörist etiketiyle marjinalleştirerek bu grupların haklarını nasıl gasp ettiklerini açıkça konuşmak için akademik özgürlük [istemeliyiz].
Akademik özgürlüklerin ABD’de baskılanmasına ve baskı politikalarının özellikle İsrail’e yönelik eleştiri geliştiren Arap kökenli ve Müslüman bilim insanlarını ve araştırmalarını hedeflemesine öfkeleniyorsam akademik özgürlükler üzerindeki bütün kısıtlamalar karşısında eşit düzeyde kararlı bir duruş sergilemem gerektiğini fark ettim. ABD’de devletin baskıcı uygulamaları karşısında durmanın öneminden bahsetmek istiyorsam bunu genel olarak devlet baskısının doğasını da hesaba katarak yapmam gerektiğini fark ettim.
Bugün, ziyadesiyle açık görünen bir şey söylemek istiyorum: İslamofobinin karşısında durmak istiyorsak, bunu farklı baskı biçimlerine vakıf olarak yapmalıyız. İslamofobi karşısında duracaksak, bunu, akademik özgürlüklere istemli ve ilkeli bağlılığımızla yapmalıyız: Filistin’in kurtuluşunu dirençle konuşmak için, hegemonik devletlerin savaşlarının gaddarlığını açıkça konuşmak için muktedir devlet aktörlerinin azınlık terörist etiketiyle marjinalleştirerek bu grupların haklarını nasıl gasp ettiklerini açıkça konuşmak için akademik özgürlük
1969’da ABD yönetimi tarafından öldürülen Afrika kökenli Amerikalı devrimci eylemci Fred Hampton şunları söylemişti: “Bize göre en iyi mücadele yolu ateşe ateşle karşılık vermek değil, ateşe suyla karşılık vermektir. Irkçılıkla mücadele ederken ırkçılığa değil dayanışmaya sarılacağız. Kapitalizmle mücadele ederken siyah kapitalizme değil, sosyalizme dayanacağız.”
İslamofobiyle mücadele ederken neye dayanacağız? Amerikan imparatorluğu karşısında bir alter-egoya mı, yoksa imparatorluğun külliyen karşısında duran radikal bir alternatife mi? Alışık olduğumuz, bizim olan akademik baskı biçimine karşı bir duruşa dayanarak mı, yoksa radikal bir akademik özgürlük tasavvuruna dayanarak mı mücadele edeceğiz? Zira, Fanon’la bitirecek olursam, “Emperyalizm arkasında kokuşmanın mikroplarını bırakır. Bu mikropları sıhhi bir şekilde tespit etmeli ve hem topraklarımızdan hem de akıllarımızdan çıkartmalıyız.”
Nazia Kazi'nin TEDxStockton University konuşması
Sunum başlığı: İslamophobia and Islamophilia: An Unusual Connection
(HK)