1969’dan bu yana İslam İşbirliği Teşkilatı diye bir kuruluş var. 57 üye ülkeden oluşan ve 60 yıllık tarihi olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bana göre en kısa tanımı şudur: Sözü çok, etkisi az bir kuruluş.
İki nedenden dolayı böyle.
Birincisi, bu 57 İslam ülkesinin dünya ekonomisindeki payı nedir? İslam ülkelerinin bilime, teknolojiye, eğitime, sağlığa, sanata katkıları nedir?
2009’da İstanbul'da yapılan İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İş Birliği Daimî Komitesi toplantısında, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 22'sini oluşturan İslam ülkelerinin dünya üretimindeki payının sadece yüzde 7 civarında olduğu altı çizilerek vurgulanmıştı.
1 milyar 700 bin nüfusa sahip Müslüman ülkelerin toplam üretimi, bir Almanya etmiyor.
57 Müslüman ülke içerisinde en büyük milli gelire Türkiye sahip. Şimdi çarpıcı bir karşılaştırma yapalım. Apple’ın 2016 yılı piyasa değeri 700 milyar dolar. Türkiye’nin 2015 yılı milli geliri 721 milyar dolar. Bir şirket, bir ülke!
2012’de TOBB toplantısında Rıfat Hisarcıklıoğlu şöyle diyor:
“Dünyanın en fakir 48 ülkesine baktığımız zaman 22’si İslam ülkesi. Bunun sebebi ne diye düşünebildik mi? Dünya enerji kaynaklarının yüzde 90'ı İslam ülkelerinden çıkacak ama zengin olamayacaksınız.”
Bu enerji kaynakları da olmasa Somali’den beter olacaklar.
Bir ülkenin veya uluslararası kuruluşun gücü, ekonomiden hukuka ve bilimden demokrasiye kadar bir gelişmişlik yelpazesini kapsar. Zorba iktidarların olduğu yerde ne bilim ne özgür düşünce ne de demokrasi gelişir.
İkincisi, dünyada artık din kimlikli iktisadi/siyasi/askeri uluslararası bir kuruluşun fonksiyonel olması mümkün değil. Ekonomik yapıların, bilimin, teknolojinin, sermayenin Müslüman’ı, Hristiyan’ı olmaz, olamaz. İktisat ve siyaset ‘biliminin’ içerisinde böyle bir kavram veya kategori yok.
Kapitalizm kapitalizmdir; bunun Hıristiyan’ı, Müslüman’ı olamaz.
Bu iki nedenden dolayı İslam Birliği, güçsüz bir kuruluştur ve güçsüzlüğü nedeniyle de göstermelik bir kuruluştur. Zaten kuruluşun adı ve referansı daha baştan İslam olarak konulunca, sakat bir doğum oluyor. Bu kuruluş 60 yıldır prematüre yaşıyor.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 60 yıl boyunca uluslararası alanda sonuç alıcı hiçbir eylemi, hiçbir kararı yoktur.
Çelişkiler ve saçmalıklar
Trump’ın Kudüs açıklaması üzerine İslam İşbirliği Teşkilatı İstanbul’da olağanüstü toplandı. 16 ülke lider, diğerleri temsilcilik olmak üzere toplam 48 ülke katıldı.
Suriye’nin üyeliği askıda. 8 ülke katılmadı. Kuruluşun güçlü ülkelerinden Suudi Arabistan ve Mısır, toplantıya alt seviyede katıldı. Bu çok önemli, çünkü bu iki ülke Filistin-İsrail arasında Filistin tarafı olmaktan çıkıyor. Siyasetin matematiğinde bu durum, İsrail tarafının ağır bastığı anlamına gelir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), Teşkilatın gözlemci üye statüsünde. Ancak Azerbaycan’ın dışında hiçbir Müslüman ülke, KKTC’yi tanımıyor.
Teşkilatın katılımcılarından olan Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir hakkında soykırım suçu nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından 2009 ve 2010 yılında iki ayrı tutuklama kararı verilmiş. 100 ülkede aranıyor.
2015 yılında Güney Afrika’da, Afrika Birliği’nin toplantısına katılan El Beşir hakkında, Güney Afrika yerel mahkemesi yurtdışı yasağı koyuyor. Ömer El Beşir apar topar Güney Afrika’nın başkenti Johannesburg’dan ayrılarak Hartum’a kapağı atıyor.
Türkiye ise El Beşir’i kırmızı halılarda karşıladı ve şimdi de İİT’nin İstanbul’daki toplantısına katıldı.
Çelişkiler, saçmalıklar…
İstanbul toplantısında İİT, bazı kararlar aldı ve Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıdığını ilan etti. Zaten Doğu Kudüs, daha önceden 1988 yılında Filistin devletinin kuruluş bildirisinde başkent olarak ilan edilmişti.
Bu işin lafta kalmaması için o 57 Müslüman ülkesi konsolosluklarını derhal Doğu Kudüs’e taşımalılar. Halep ordaysa, arşın burada.
Şii-Sünni çatışması, Sünnilerin kendi aralarındaki çatışmaları, terör örgütlerinin yuvalandıkları ülkeler ortada dururken, bunların hepsi bir araya gelerek alınan kararları uygulayacaklar öyle mi?
Pakistan’da Sünni tarikatların şiddete bulaşmış kolları birbirlerinin camilerini bombalıyorlar.
Arap Baharı diye başlayıp Arap cehennemine dönen yerlere bakınız. Suriye’de açılan yaralar kaç yılda sarılır acaba?
Yemen’e bakınız; İran ile Suudi Arabistan orada vekalet savaşları yürütüyor.
Çelişkiler, saçmalıklar…
Kısa bir süre önce Erdoğan yanlısı medya Suriye meselesi üzerinden hareketle ne yazıyordu? Esad kazandı ya; bütün o yeni Osmanlıcılık, Ortadoğu’da İslam liderliği, İhvan-ı Müslim’in iktidar yolları, hepsi ama hepsi yerlere yeksan olunca bu kez Ortadoğu’daki asıl meselenin İran merkezli Şii hilaline izin vermemek olduğu yazılmaya başlandı. Bu hilalin bir ucu Suriye, bir ucu Yemen; ey Sünni İslam dünyası bu kıskaca karşı Şii savaşına hazır olun dediler. Açın Yeni Şafak ve aynı minval üzere yayın yapan gazetelerin köşe yazılarına bakın.
Sonra?
Erdoğan, Rusya-İran eksenine yanaşınca bütün bu ithamlar, iddialar yenilip yutuldu.
Bu medyanın ve bu çevrelerin ne önü var ne sonu. Bugün A dediğine yarın çok rahatlıkla B diyor.
Trump’ın Kudüs meselesi ortaya çıkınca bu medya hangi güçleri öne çıkardı dersiniz?
Lübnan’daki Hizbullah’ı ve onun lideri Nasrallah’ı övmeye başladılar. Neymiş; Hizbullah’ın elinde İran mühendisliğini ürünü olan ve 300 km. menzile sahip binlerce Fetih 110, M-600 ve Scud D füzeleri İsrail’i çaresiz bırakıyormuş. Bakın Havuz Medyasına, daha dün Nasrallah’ı şeytan ilan edenler, bugün ona övgüler düzüyorlar.
Saçmalıklar, saçmalıklar…
Bu öyle bir dönem ki, Türkiye tarihine kalın harflerle kayıt olarak düşülecek ve ileride siyaset dersi olarak okutulacak özelliklere sahip.
İslam ülkeleri arasında alabildiğine devam eden bu riyakarlıklarla, bu düşmanlıklarla, bu kuyu kazmalarla İslam İşbirliği Teşkilatı etkin olacak öyle mi?
Bu teşkilatın dünü neydi ki, bugünü ne olsun?
İslam ülkelerinin iktidarları, Trump’ın ortaya attığı topu çevirip duracaklar.
Acaba Filistin Mısır’ın Nasır’ını, Suriye’nin Hafız’ını ve kendinin Arafat’ını arıyor mu? Bu absürt bir soru olabilir, ama sorgulamaya değer olduğunu düşünüyorum. Belki de bunlar sorunu azdırıyorlardı? Artık Sosyalist Blok da yıkıldı.
Sahi, 1981 yılında Enver Sedat’ı öldüren İhvanı Müslim, Filistin davasına ne kattı?
Diğer taraftan 1992te barışa imza atan İshak Rabin, radikal dinci bir Yahudi tarafından öldürüldü.
Katillere inat, barışı savunmaya devam edilmeli.
Filistin’in çaresizliğine İslam İşbirliği Teşkilatı merhem olmadı, olmayacak da.
Taraflar için eşit ve adil bir dünya talep ediyorum. Bu çok yönlü, çok katmanlı, teknik, demografik ve hukuki özellikler taşıyor. Dolayısıyla bu spesifik konu üzerinde somut talep ve önerilerde bulunamam. Ancak İsrail işgalciliğine karşı yüreğim Filistin’den yana. (HŞ/EKN)
Fotoğraf: Arif Hüdaverdi Yaman - İstanbul / AA