Bu yazı, dün kaleme alınan yazının devamı niteliğinde olacak. Hatırlayacağınız üzere, akademisyen Candan Badem, bir kadının belediye otobüsünde şort giydiği için şiddete maruz kalması üzerine “sahte feministler” ithamında bulunmuştu. Bunu bir önceki yazıda ele almıştık. Şimdi de olayın ardından yaşananlara bakalım:
“Basit yaralama” ile suçlanan saldırgan Abdullah Çakıroğlu, savcılıkta sorguya çekildi. Olay, sosyal medyada oldukça yankı buldu. Ancak saldırgan adliyedeki işlemlerinin ardından serbest bırakıldı. Çakıroğlu'nun tutuklanmaması üzerine olaya verilen tepkiler daha da büyüdü, serbest bırakılmasına yönelik karar medyada da gündeme oturdu.
Sonra ne mi oldu? Akşama doğru nöbetçi savcının talimatı ile saldırgan hakkında bu sefer “halkı kin ve düşmanlığa teşvik etmek” suçlamasıyla yakalama kararı çıkartıldı. Akabinde de tutuklandı! Şimdi biz bu duruma gülelim mi ağlayalım mı? Bir yargı kararı sosyal medyada verilen tepkilere kalmışsa, vay halimize! Suçun tanımı ne ara değişti? Neden ilk kez gözaltına alındığında tutuklama yapılmadı ama nabza göre şerbet verildi?
Hadi, bu saldırgan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Peki ya sesini duyuramayan onlarca cinsel istismar ya da şiddet mağduru kadın ve çocuklar? Gündeme gelmeyen onlarca davanın sanığı? Mağduru korumak vatandaşın değil, yargının görevidir. Yargı sistemi görevini tepkilere göre ifa ediyorsa, o zaman bu düzene ne denir? Verilen tepkiler üzerine tutuklanması sevinilecek bir haber midir?
İkinci kez gözaltına alınarak tutuklanan Cakıroğlu, emniyetteki ifadesinde, “Psikolojik tedavi görüyorum, istemdışı tekme attım” beyanında bulundu. Emniyetten çıkarken ise kameralara sırıtarak, “Her şey İslam hukukuna göre oldu” dedi. Son birkaç yıldır kadın davalarını takip edenler için hiç de yabancı olmayan bu sözler, belli ki “tahrik” edildiğini vurgulamaya yönelikti. Ne hikmetse, psikolojik olarak rahatsız olduğunu iddia eden saldırgan bu zor zamanlarında bile İslam hukukuna uygun tekme savuracak kadar bilinçliydi. “Arkadaş rahatsız ama şortlu kadın görünce tekme atacak kadar da şuuru yerinde maşallah” demeden geçemiyor insan.
Bir diğer mesele, İzmir’de erkek şiddetine maruz kalan bir başka kadının başına gelen olayla ilgili Doğan Haber Ajansı’nın geçtiği haber… Haberin spotu şöyleydi:
“İzmir’in Bornova ilçesinde atama bekleyen Türkçe öğretmeni 23 yaşındaki Neriman G., part time garsonluk yaptığı işyerinden dönerken, giydiği elbisenin dekoltesinden aldıkları cesaretle yanına yaklaşıp tanışmak isteyen iki erkeğe ‘hayır’ deyince hayatının şokunu yaşadı.”
Öyle bir cümle ki, nereden tutsanız elinizde kalıyor. Haber, iki erkek muhabir tarafından yazılmış. Hadi diyelim onların “boşluğuna” gelmiş (ki bu asla bir bahane olamaz), editörlerin de eli armut mu toplamış? Hadi onların eli armut toplamış, haberi olduğu gibi haber sitelerine giren medya kuruluşlarının editörleri ne yapmış? Bu nasıl bir aymazlık halidir? “Dekolteden cesaret almak” gözden kaçacak bir ifade midir? Öte yandan bir taciz haberinde, “hayatının şoku” ifadesi neden kullanılır?
Velhasılı kelam, kadınlara yönelik saldırılar topyekün devam ediyor. Bizi bu bataklıktan her zaman dile getirdiğimiz gibi daha fazla kadın dayanışması kurtaracaktır. Sesimizin daha gür çıkması gereken zamanlarda, kimse dilini korkak alıştırmasın! (BK/HK/ÇT)