Son bir yıl içinde, medyanın şu veya bu biçimde canlı tutmaya çalıştığı terör korkusuna karşın, Danimarka'da günlük yaşam, güvenlik önlemlerinden fazlaca etkilenmiş değil.
SAS'in 11 Eylül günü Amerika'ya yapılacak iki seferinin yeterli yolcu olmadığı için iptal edilmesi dışında, insanlar 10 veya 12 Eylül günleri -tırnak makaslarını da bavullarına koyarak- uçağa binmekten çekinmiyorlar. Çok sayıda kuruluşun bina giriş çıkışları daha sıkı denetleniyor. Ama yine çok sayıda politikacı, Parlamento'ya bisikletleriyle gitmeye devam ediyor.
Irkçılık, yabancı düşmanlığı
Kısacası, 11 Eylül sonrasında, yaşam tarzının köklü değişikliklere uğrayacağına dair öngörü, Danimarka'da günlük hayatın akışı içinde hissedilmiyor. Asıl hissedilen değişiklik, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi, bireylerin bugüne dek düşünsel planda saklı tuttukları duygularını, artık yüksek sesle açıklamaktan kaçınmaması.
Bu duygular 20 Kasım 2001'de yapılan genel seçimlerde sosyal demokratların iktidarı kaybedip, liberal/muhafazakar hükümetin iktidara gelmesiyle ifadesini buldu. Seçim kampanyalarını, yalnızca göçmen ve mülteci akınının engellenmesi temasına odaklayan iktidar partileri Venstre ve Muhafazakar Halk Partisi yanında, yabancı düşmanlığı ile tanınan Danimarka Halk Partisi, oldukça fazla sayıda parlamenter çıkarttı.
Diğer Avrupa ülkelerinde görülen aşırı sağın güçlenmesi eğilimi çerçevesinde, 11 Eylül'ün bu anlamda tek başına etkili olmadığı düşünülse dahi, 11 Eylül Danimarka'da, bir bakıma siyasi kültürün değişmesine yol açtı.
"İslam bir terör dinidir"
Başta aşırı milliyetçi Danimarka Halk Partisi olmak üzere, birçok siyasi parti için, halkın Müslüman göçmenlere karşı duyduğu korkuları suiistimal etmek, seçim kampanyalarında belirli etnik grupları hedef alan afişler kullanmak, Parlamento kürsüsünde "İslam bir terör dinidir" diye konuşmalar yapmak, sıradan olaylar haline geldi. Bugüne dek İskandinav siyasi kültürüne aykırı gelen her türlü ırkçı söylem "meşruiyet" kazandı.
Bu atmosferde değiştirilip yeniden düzenlenen yabancılar yasası ile mülteci ve göçmenlere daha önce verilmiş bazı hukuki güvenceler iptal edildi. Mültecilerin sınır dışı edilmesi kolaylaştırıldı; iltica talebi reddedilen sığınmacıların itiraz olanakları kısıtlandı.
E-posta denetleme, telefon dinleme...
Yeni bir terör yasası çıkarıldı. Polisin, elektronik postaları denetleme, telefon dinleme ve gizlice arama yapma yetkileri genişletildi. Avrupa Birliği (AB) terör örgütleri listesinde yer alan örgütleri desteklemek, bağış ve para yardımı yapmak suç haline getirildi.
Üçüncü dünya ülkeleriyle dayanışmaya alışık Danimarka halkının, örneğin "Hamas gibi bir örgütle bağlantısı vardır" diye, herhangi bir Filistin'le dayanışma derneğine bağışta bulunması da böylece engellendi.
Ancak daha çok yabancılara ve yabancıların oluşturduğu politik örgütlenmelere yönelik bu değişiklikler, bazı "iyimser" gözlemciler tarafından pek önemsenmemekte. Onlar için, halkın tüm yasam tarzını değiştireceği yolunda bir yıl önce yapılan tahminlerin doğru çıkmaması, demokrasinin bir zaferi.
Bazı "kötümser" gözlemcilere göre ise, temel özgürlükler alanında yapılan kısıtlamalar, örneğin yeni terör yasası, batı demokrasilerinin ne denli kırılgan olduğunu kanıtlıyor.
Huntington'ın tezi egemen oluyor
Prof. Samuel P. Huntington'ın Clashes of Civilisations (Uygarlıklar Çatışması) adlı kitabı 1996'da yayımlandığından bu yana epey tartışıldı Danimarka'da.
Huntington'un "21. yüzyılda küresel anlamda baş çelişkinin politik sistemler arasında değil kültürler arasında olacağı" şeklinde özetlenebilecek tezi epey eleştirildi bugüne dek.
Ancak 11 Eylül'den sonra, bu tezi kabul edenler Danimarka'nın genel siyasi havasına hakim oluyor. Tüm göçmen ve mülteci sorununu, batının Hıristiyan kültürü kontra doğunun İslam kültürü çerçevesinde yorumlayanlar, sosyal demokratlar da dahil, bu çerçevede politika üretenler giderek artıyor gibi görünüyor. (YS/NM)