diyarbakır 5 no'lu askeri cezaevi'nde 1980-84 arasında yaşanan "vahşet dönemi"ninin mağdurlarının hemen hepsi, onlarla konuştuğumuz sırada burasının kapatılarak müze olmasını istiyordu.
türkiye'nin ilk "gayr-i resmi" adalet ve hakikat komisyonu olarak dönemi araştıran bizler de onların bu dileklerini yaygınlaştıran bir kampanya başlatmıştık. bu kampanya sırasında yaklaşık "yüzbin" imza toplandı.
hemen herkes söz konusu cezaevinin bir "müze" olması gerektiğinde aynı düşünceye sahip durumda.
komisyon olarak bunun gerçekleştirilmesi sürecinin ilgili taraflarıyla da görüştük; bazı sözler verildi. dahası haziran 2011'de yapılan milletvekili seçimleri sırasında, seçimi kazanan adalet vekalkınma partisi'nin (akp) yerel milletvekili adayları da bunu bir seçim vaadi olarak kamuoyuna ifade etti. ayrıca kültür bakanı ve adalet bakanı da net olmasa da benzer ifadelerde bulunarak bir anlamda "söz verdiler"
bu talep halen de geçerli ve yeri geldikçe sıkça dillendiriliyor.
yüzleşmenin yolu ve olanağı
bir cezaevinin, bir işkencehanenin, bir zulüm ortamının, burada yapılan ve yaşananlarla yüzleşmek bakımından önemli ve doğru bir "vasıta" ya da "olanak" olduğu, başta mağdurlar olmak üzere, konu üzerine araştırma yapan akademisyenler, uzmanlar ve başka ülkelerde benzer yerleri açıp, yönetenler olmak üzere pek çok kesim tarafından kabul ediliyor ve dile getiriliyor.
türkiye'de de bunun "kısmi" örnekleri var: ankara'daki "ulucanlar cezaevi" bunlardan birisi.
bu alanda çalışmalar yürüten, çeşitli ülkelerdeki örneklerin birbirleriyle ilişkisini sağlayıp, onlara destek sunan uluslararası bir gönüllü kuruluş var: "uluslararası vicdan mekânları koalisyonu"
bu kuruluşun avrupa ve latin amerika program direktörü silvia fernandez geçen hafta istanbul'daydı. silvia, türkiye'de bu alanda çalışmalar yürüten, anadolu kültür bünyesinde oluşturulan "hakikat adalet hafıza çalışma grubu"nun düzenlediği "anıtlar, müzeler, anma girişimleri: türkiye ve dünya deneyimleri" başlıklı atölyeye katılarak kuruluşuyla ve yaptıklarıyla ilgili çeşitli bilgiler verdi.
onunla birlikte arjantin, irlanda, fas ve almanya'dan benzer çalışmalar sürdüren çalışmacı ve aktivistler de bu toplantıya katıldı. aralarında hemen herkesin bildiği, arjantin'de buenos aires'teki işkence mekanı "garaj olimpo"nun* kurucusu ve koordinatörü maria eugenia mendizabal, fas, kazablanka'daki "derb moulay cherif" adlı işkencehanenin dönüşümünü anlatan eski siyasi tutuklu fatna el bouih, kuzey irlanda'da "hatırlayarak iyileşme projesi"nin yürütücüsü kate turner ve almanya'da hitler faşizmi sırasında yaşanan yahudi soykırımı ile almanların yüzleşmesi için çeşitli sanatsal faaliyetlerde bulunan frieder schnock ve renata stih vardı.
bu katılımcılar kendi yaşadıkları, yaptıkları ve gerçekleştirdikleri çarpıcı etkinliklerden söz ettiler. toplantı sırasında diğer katılımcılar tarafından da pek çok deneyim paylaşımı gerçekleşti. ben de kendi çalışmalarımızdan söz ettim. diyarbakır cezaevinde 1980-84 arasındaki "vahşet dönemini" yaşayanlar da kendi tanıklıklarını dile getirdi.
bu alanda türkiye'de çalışanların birbirleriyle tanışmalarının ötesinde geleceğe yönelik kimi olası işbirliklerin de kapısını aralayan çok ufuk açıcı bir toplantıydı.
ipuçları ve yeni olasılıklar
sunulanlar ve paylaşılanlar "diyarbakır cezaevi gerçeğini araştırma, adalet ve yüzleşme komisyonu" olarak bundan sonraki dönemde önümüzde duran kimi çalışmalar ve işler açısından ışık tutacak bu deneyim ve örneklerdi.
ankara'daki "ulucanlar cezaevi", ırak kürdistanı'nda, hewler başta olmak üzere birkaç yerde gerçekleştirilen benzer örneklere ilişkin katılımcıların anlattıkları diyarbakır 5 no'lu cezaevinin bundan sonraki süreçte nasıl bir müze olabileceği konusunda da çeşitli olasılıkları ve seçenekleri de gündeme getirdi.
anlatılanlardan öğrendiklerimden birisi söz konusu mekanların "işkence, kötü muamele ve eziyet"le ilgili anımsamaları sağlayacak düzenlemelerin ötesinde bunları anımsatacak ama başka konularda da çeşitli çalışmaların yapılabildiği "yaşayan ve yaşanan mekanlar" olarak düzenlenebileceği gerçeğiydi.
garaj olimpo'nun geniş mekanının talepleriyle ilgili olarak başkente yürüyen ve kendilerini kimsenin kabul etmediği arjantin köylüleri için bir geceleme mekanı olarak kullanılması bunun belki de en uç örneklerinden birisiydi.
ama özellikle öğrencilerin hemen her tür eğitimleri ve faaliyetleri açısından kullanılacak bir mekanın yaratılmış olması, yalnızca bir anma ve anımsama mekanı olarak kalmaması önemliydi.
müze değil "vicdan mekanı"
"müze" deyince "durağan ve yalnızca geçmişin sergilendiği" mekanların anlaşılması ve algılanmasının olumsuz etkilerini bertaraf etmek için bir başka sözcük kullanılması, bu bağlamda seçilen "anımsama/hafıza ve vicdan mekanları" sözcüğünün yeğlenmesi önümüzdeki yolda benimsenmesi gereken kavramlardan birisi olarak ortaya çıktı.
ikinci önemli nokta bunların birer kamusal olmakla birlikte tümüyle sivillerin kontrol ve yönetiminde olması gerektiği gerçeğiydi. çünkü bir çok örnekte de görülebileceği gibi, yönetimler ne kadar izin verseler de, sorumlulukların sürekliği ve bu yerlerde yapılanların çeşitli biçimlerde yaşanılan günlerde de sürüyor olması nedeniyle gerçek bir yüzleşmeyi sağlayacak faaliyetlerde bulunamıyorlar.
diğer taraftan tıpkı "cumartesi anneleri" örneğinde yaşadığımız gibi bu mekanlarda ve eylemlerde yapılanlar aslında bir mücadelenin de parçası oluyorlar; dolayısıyla bu yerlerin mağdurlar başta olmak üzere, durumdan etkilenen ve gelecekte etkilenecek olan "sivil toplum" tarafından yürütülmesi gerekli ve zorunlu. gerek örgütlü, gerekse bireyler olarak bu tür mekanlara sahip çıkmak, yönetmek ve faaliyetleri özgür ve tümüyle bağımsız olarak planlanlayıp ve uygulamak gerekiyor.
dördüncüsü ise bu mekanların oluşturulması için gereken "kaynaklar"ın nasıl sağlanacağı sorunudur. bu tür mekanların yüzleşme sürecinde işlevselliği ancak içerdiği ve gösterdiğinin çeşitliliğiyle mümkün olur. bu ise ancak yeterli miktarda kaynak varsa gerçekleştirilebilir. dolayısıyla bu mekânların kurulması ve faal tutulması noktasında, kaynakların azlığı ve olanaksızlıklar, özgürlük ve bağımsızlığını asla tehlikeye düşürmemeli; bu mekanlar için gerekli kaynakları sağlayanlar burada sürdürülecek çalışmalar açısından hiç bir baskı ve yönlendirmede bulunmamalıdır.
eğer kamusal kaynak kullanılacaksa bu niteliği mekânların işlevlerini olumsuz etkilememelidir. bu nitelikteki kamusal kaynaklar sağlan(a)mıyorsa, o zaman da tümüyle "dayanışmacı" bir yaklaşımla toplumun kendi kaynakları kullanılmalı ve kaynakları sunarak dayanışan sivil topluma yapılan harcamalar son kuruşuna kadar en açık ve şeffaf bir şekilde sunulmalıdır.
tüm bunlar bir "anımsama ve vicdan mekanı"nın gerçekleşmesi için en baştan üzerinde anlaşılması gereken temel noktalar olarak önümüzde duruyor.
ilişki, iletişim, bilgi ve deneyim paylaşımı
söz konusu atölye çalışmasının gösterdiği önemli noktalardan birisi de benzer çalışmaları yapanların birbirleriyle sürekli ve düzenli olarak ilişki ve iletişim içinde olmalası, yaptıkları ve yapacaklarıyla ilgili olarak bilgi alışverişinde bulunmasıdır.
bu işleri yapanlar birbirlerinin çalışmalarını bizzat yerinde görerek bilgi ve deneyim paylaşımı içinde olmalıdır. yine birbirlerinin çalışmalarını karşılıklı olarak kendi toplumlarına sunmalı, hem talebin, hem bilginin, hem de gerçekleştirilenlerin dünya ölçeğinde büyümesini sağlamalıdır.
yüzleşmenin çok önemli olduğu kadar, yıllarca sürecek uzun soluklu bir mücadele süreci olduğu göz ardı edilmemelidir. bu süreçte herkesin katılımı ve katkısı, sonrasında yaratılacak toplumsal yaşamı şekillendirecek, gerçek adalete ancak böylelikle ulaşılabilecektir. (MS/EKN)
* Marco Bechis'in yönettiği Garage Olimpo adlı film, bu işkencehanede yaşananları çarpıcı bir biçimde anlatır.