Doğan’la tanışmamız da o salıverilme olayından kısa bir süre sonra Köln’de olmuştu. Tutukluluğu sırasında Britanya’da kurduğumuz Barış Meclisi Doğan’la dayanışma içindeydi. Çıkardığımız gazetede kampanyaya destek olduk, salıverilmesine katkı sağlamaya çalıştık.
Köln’de bir Barış Meclisi toplantısından sonra bir lokantada tanıştırıldık. O yemekte Doğan yanıma oturdu ve ben oradaki herkesi unutup sadece Doğan’a odaklandım. Saatlerce sohbet ettik; sanki Doğan’la birbirimizi asırlar öncesinden tanıyor gibiydik.
Doğan’ın tutuklanma sürecini yakından takip ettiğimi, çok endişelendiğimi, salıverilmesine çok sevindiğimi kendisine söyledim.
Davet
Öyle içten, öyle sakin ve güzel bir insandı ki Doğan, insan onunla sohbet hiç bitmesin istiyordu. Gecenin sonunda kendisini Londra’ya davet ettim. Misafirim olmasını ve bir hava değişikliğinin kendisine iyi gelebileceğini söyledim.
Doğan’ın son derece bitkin ve üzgün görüntüsü karşısında çok ama çok üzülmüştüm. Ev adresimi ve telefon numaramı aldı, kendisininkileri de yazdı, verdi.
Davetimi kabul etti ve en kısa zamanda geleceğini söyledi.
Paket
Köln'den dönüşte eve vardığımda, Doğan’ın göndermiş olduğu paket kapımdaydı. Açtım, içinden Doğan’ın işkencecisiyle olan ilginç tanışma hikayesinin anlatıldığı ve yarısı kendi ağzından, yarısı işkencecisinin ağzından yazdığı “Fasıl” romanı çıktı, hem de imzalı: Sevgili Selda’ya sevgiyle. Doğan Akhanlı, Köln, 1 Şubat 2011.
Bilmeyenler için buraya bir dipnot koymak gerekirse Doğan aynı zamanda çok iyi bir fasıl ustası ve müzik aletleri yapımcısıydı. Fasıl’da da anlatılan işkencecisi evlerine gelip giden ve aile dostu olan bir fasılcı polisti.
Bu polis ile olan ilginç rastlantı insana “bu kadar da olmaz ki?” dedirtecek düzeydedir ama gerçektir.
İşkencede şarkılar
Öyle ki işkencecisi tutukluya düzenli işkence seanslarını yaparken aralarda dinlenmek için de fasıl şarkıları söylemektedir.
Bu şarkıların tamamına hakim olan tutuklu da şarkıları mırıldanınca işkencecisi şarkıları beraber söyleme konusunda ısrar edecek kadar hoyrat ve gariptir. İşkence edenin kim olduğunu o fasıl şarkılarını okurken, sesinden tanıyan Doğan, onun bir zamanlar aile sofralarında kendilerine fasıl şarkılarına eşlik eden aile dostları olduğunu acı bir şekilde kavrar.
İşkencecisi ise adından, soyadından, kütüğünden dolayı işkence ettiğinin kim olduğunu, sanırız, zaten bilmektedir ama yine de hem işkenceye ve hem de fasıla devam etmektedir.
İşte böyle işkenceci ile işkence mağdurunun sıra dışı hikayesidir Fasıl. Roman formatı anlamında da oldukça ilginç bir kitaptır Fasıl. Yarısı işkence mağdurunun ağzından, diğer yarısı işkence eden polisin ağzından yazılmış bir roman.
Doğan’ın olağanüstü yazım yeteneğinin yanısıra yaratıcılığı da bu kitapta kendini fazlasıyla belli eder. Bu kitap, nazarımda, işkencenin psikolojik arka planı konusunda, hem maruz kalan ve hem de işkenceyi yapan açısından rehber niteliğinde bir yere sahiptir.
Londra
Aynı yılın Mart ayında Doğan teklifimi kabul etmiş ve Londra’ya gelmişti. Kendisine imza günü ayarladık, okurlarıyla söyleşiler yaptı ve kitaplarını imzaladı. Söyleşi başlamadan önce kulağıma eğilip yavaşça kendisini benim tanıtmamı istediğini söyledi.
Londra’da kaldığı bir hafta boyunca Londra kazan, biz kepçe Doğan’la beraber dolaştık ve sohbet ettik. Marjinal, değişik ve renkli bir bölge olan Camden’dan katedrallere, müzelere, önemli galeri ve meydanlara kadar Londra’nın önemli tarihsel ve kültürel merkezlerini dolaştık.
Naif, insanı hiç yormayan, mütevazı ve çok hassas bir kalbi olan konuğum için o dönemler şöyle düşündüğümü hatırlıyorum:
”Doğan gibi bir konuğu herkes gezdirmek ister, su gibi bir insan nasıl olsa. Öyle sakin, öyle berrak.”
Ah işte tanım tam da buydu: Su gibi bir insandı Doğan. O kadar güzel bir insan ki, yanında kişi kendini hep evindeymiş gibi, aileden biri gibi, öz kardeşi gibi rahat ve güvende hissediyordu.
Armağan
Hani vardır ya, insanın hayatına armağan olarak geldiğini düşündüğü birileri. İşte Doğan da benim için öyleydi. Camden’da gezerken Ebru sanatçısı bir arkadaşımızın dükkanını da ziyaret etmiştik. Oradan Doğan’ın beğendiği bir Ebru resim aldım kendisine armağan ettim.
Vefalı arkadaşım Doğan, yıllar sonra moralimin pek bozuk olduğunu fark ettiği bir anda bana şöyle bir mesaj yazacak,” sevgili dostum, bana aldığın Ebru resim, renkleri biraz solsa da hala evimin duvarını süslüyor. Her şey çok güzel olacak…” diye moral verecekti.
O kadar kadirşinas ve vefalı bir dosttu ki Doğan, fazla görüşmesek de, konuşmasak da yazdığın yazının satır aralarını okuyabilen, sezen ve buna duyarsız kalmayan nadir bir dost, eşsiz bir insan…
Almanya’ya dönmeden önce benim için imzaladığı “Madonna’nın son hayali"nde bu kez bana şöyle bir imza bırakacaktı: Sevgili Selda’ya her adımda derinleşen dostluğumuza, sevgiyle. Doğan, Londra, 15 Mart 2011
Doğan Türkiye’de tutuklandığı 2010 yılındaki sürecini şöyle anlatmıştı:” Beni öncelikle Metris’te Sibirya dediğimiz hücreye attılar.”
Eğer bu konuda hafızam beni yanıltıyorsa lütfen sevgili avukatı ve yakınları beni düzeltsinler lakin hatırladığım kadarıyla Doğan’ın söylediklerini aktarayım.
Doğan Akhanlı anlatıyor“Doğan abi tüm Türkler senin gibi olsa, benim Kürt olmama gerek kalmazdı ki…” 12 Eylül’den sonra tutuklandığımda yattığım aynı hücreye koydular. Devlet adeta benden hala öç alıyordu. Beni Taksim meydanına götürüp “bu Ermeni soykırımı var diyor, Ermenileri yazıyor” deyip, Hrant gibi beni de katlettirmemeleri hatta meydanda linç ettirmemeleri işten bile değildi. O gün bunu çok iyi kavradım ve hissettim, daha sonra beni Tekirdağ Cezaevi’ne sevk ettiler. Bu kez de hücrede kaldım. 12 Eylül sonrası cezaevlerinde Türk- Kürt ve diğer devrimci tutsaklarla doluydu. Fark ettim ki, bu kez ise cezaevleri sadece Kürtlerle doluydu. Almanca & KürtçeEn çok etkilendiğim, 18 ve 19 yaşlarındaki iki gençle olan iletişimim oldu. 19 yaşındaki Kürt genci bir gün bana gelip: ”abi sen bana Almanca öğretir misin?” demişti.. Ben de “ne yapacaksın Almancayı” dedim. Dedi ki, “abi ben Kürtçe RAP yapıyorum. Bana Almanca öğretirsen Almanca da RAP yapmak istiyorum”. Dedim ki ona; “tamam bir şartla, sen de bana Kürtçe öğretirsen olur, sana Almanca öğretirim”. Kabul etti ve her gün benden öğrendiği Almanca kelimeleri defterine not edip, ertesi gün bir Almanca RAP parçasıyla karşıma çıkıyordu. Türkler ve Kürtlük18 yaşında olan ise, çocukıslah evinden yeni gönderilmiş bir gençti. Başlarda benimle mesafeliydi. Sonra yavaş yavaş iletişim kurmaya başladık, konuştuk. Benim tahliyeme karar verildikten sonra ayrılma vakti geldiğinde bana şunları söyledi: “Doğan abi tüm Türkler senin gibi olsa, benim Kürt olmama gerek kalmazdı ki…” İşte bu sözün derinliği içimi çok acıttı Selda, hiç unutamıyorum o gencin söylediklerini. Kimlik meselesinin bu kadar güzel bir tarifi daha olamazdı… BabamBabamın ölüm haberini aldıktan sonra mahkemede savunma yapmamaya, bir daha asla Türkçe konuşmamaya ve bir daha asla Türkiye’ye dönmemeye karar verdim ama mahkeme salonuna girdiğimde gördüm ki Tüm sol gruplardan, değişik çevrelerden bizim Şavşatlılar, Artvinliler gelmişler ve benim için tek yürek olmuşlardı. Almanya’dan yazar- çizer dostlarım gelmiş. Herkeste bir coşku, bir sahiplenme ki sorma. RetO kadar sevindim ki, dedim kendi kendime, aymaz devlete kızıp, ülkemi, toprağımı, dilimi mi ret edeceğim? Bu insanlar benim için buradalar. Ben de bana ait olanı savunmak, sahip çıkmak zorundayım. O kucaklaşmayı görmeliydin. Bana toprağımın insanında hala çok umut olduğunu hatırlattı ve cezaevinde aldığım karardan, dilimi konuşmama, bir daha gelmeme kararımdan vazgeçtim… |
Basından okuduğuma göre Şavşat’a aile ocağına, babasının, annesinin ve ağabeyinin kabristanına ziyarete gittiğinde de aynı coşku ve sahiplenmeyle karşılaşan sevgili Doğan’ın içine su serpmişti o gün mahkemedeki dayanışma.
Duruşma, dayanışma
O gün Beşiktaş’taki mahkemede Doğan’a destek için gelenlerden biri de ünlü yazar Günter Wallraff’tı. Doğan’a yıkılmak istenen isnatları reddederek mahkeme öncesinde basın mensuplarına şunları söyleyecekti: ”Böyle bir olaya karışmadığından eminim. Doğan benim arkadaşım, ona kefilim…”
Doğan’ın Türkiye’de yersiz ve yalan ifadelere dayanarak tutuklanması tamamen bir komplo hareketidir ve başta Alman televizyon kanalları olmak üzere Doğan artık birinci haber olarak ajanslara geçer.
Der Spiegel dergisi gibi yayınlar da Doğan’ın haksız tutuklanmasını defalarca manşete taşırlar. Alman parlamenterler, Almanya devleti Doğan için çalışırlar.
Hapishanede bir başkonsolos
Federal Almanya Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu Frau Wagener Doğan’ı bizzat Tekirdağ Cezaevi’nde resmi olarak ziyaret eder.
Yazar Kemal Yalçın yazısında aktardığına göre Başkonsolos hanım cezaevi müdürüne, “Doğan Akhanlı Federal Almanya Cumhuriyeti için çok önemli bir şahsiyettir. Vatandaşımız olduğu için, onunla her zaman ilgileneceğim” der.
Hücresinden getirtilen Doğan ile başkonsolos baş başa sohbet ederler. Ayrılmadan önce bayan Wagener Doğan’a, “Sayın Akhanlı, vatandaş olarak Federal Alman Anayasası’ndan doğan her türlü hakkınızı koruyacağız. Ben başkonsolos olarak daima sizin yanınızda olacağım. Umarım en kısa sürede Almanya’ya dönersiniz” diyecektir.
Müdür şaşkın
Bir başkonsolosun bir vatandaşını cezaevinde resmen ziyaretine alışık olmayan cezaevi müdürü olayın gerçekliği ve doğallığını belli ki kavrayamaz ve Doğan’a ”Başkonsolos biraz önce bana ‘Doğan Akhanlı Federal Almanya Cumhuriyeti için çok önemli bir şahsiyettir’ dedi. Sen kimsin? Almanya için neden önemlisin?” diye sorar.
Doğan ”ben bir Alman vatandaşıyım” diyerek kısa ve öz bir cevap verir. Maalesef, kendi yazarını, çizerini, sanatçısını hapishanelere, işkencelere, sürgünlere, yasaklamalara, sansürlere maruz bırakan Türk devlet aklının temsilcileri, bir devletin bir yazarına, bir vatandaşına bu kadar ciddiyetle sahip çıkmasını anlayamayacak kadar olaya yabancı oldukları için, cezaevi müdürü hayretler içerisinde, olayı kavrayamadığını ifade eden şaşkın bakışlarla Doğan’ı hücresine geri gönderir. (SA/APK)
Merhaba Doğan Akhanlı/ Selda Aksoy
1/ Kızıl yıldızla başlayan hayat
2/ İşkencede fasıl, hapishanede bir başkonsolos
3/ Kitaplar, oyunlar, ödüller, suç icatları