İşkence konusunda çok yazıldı.Hükümetler tarafından birçok politikalar üretildi.
Bakanlar Kurulu 2003 yılında “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” ile “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar” aldı. 2003/5930 sayılı kararı 24 Temmuz 2003 tarihli Resmi Gazetede yayınlandı. (25178 sayı Mükerrer).
2003 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı ise Abdullah Gül.
Bakanlar Kurulunun 2003 yılına ait bu kararı; Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım sürecinde, kısa ve orta vadede gerçekleştirilmesi öngörülen çalışmaları kapsamaktadır. Söz konusu Ulusal Program, bu alanda yapılacak çalışmaların temel esas ve unsurlarını belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. Tüm kamu kurum ve kuruluşlarının, gerekli çalışmaları Ulusal Programda yer alan hedefler doğrultusunda ve belirlenen zamanda gerçekleştirmeleri esastır.
Bu “izleme” kararının “II- SİYASİ KRİTERLER” bölümünde yer alan tespitlere veya Bakanlar Kurulunun önüne görev olarak koyduğu “kriterlere” bakalım.
Bakanlar Kurulu kararında; “Türkiye’nin, 24 Mart 2001 tarihli Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programında öngörüldüğü şekilde temel hak ve özgürlükleri, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, azınlıkların korunması ve saygı görmesi hususlarındaki düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan kapsamlı anayasal ve yasal reformları gerçekleştirmiştir” yazılı.
Birinci tespit; Bakanlar Kurulu 2003-2008 arasında bu anlamda demokrasiyi, hukuk devleti ilkelerini, azınlıkların korunmasını güçlendiren ve güvence altına alan kapsamlı Anayasal ve yasal reformları gerçekleştirmemiştir. Tam aksine; en son Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçelerine bakın. Hükümetin kendi dünya görüşüne uygun ama demokrasiye ve hukuku devleti ilkelerine aykırı aksine “yasal” düzenlemeleri Anayasa mahkemesinden geri dönmüştür.
2003-2008 döneminde açılan ve tartışmalar yaratan ceza davalarının örneklerine bakın…
Sadece iki örnek yeterli olacaktır. Hrant Dink’in alçakça öldürülmesini ve devam eden davasının seyrine ve etrafında olup bitenlere bakın. Başbakanlığa bağlı Kurul tarafından hazırlanan “Azınlık Raporu”nun başına gelenlere, bilim özgürlüğünün hiçe sayılarak bu Rapordan dolayı yargılanan iki profesörün başına gelenlere bakın. TCK’nun 301’inci maddesinden dolayı açılan davalarda olup bitenleri anımsayın…
Kısaca; demokrasi ve insan hakları adına yapılanların tümü temel hakları güçlendirmedi. Hiçbir hakkı güvence altına almadı.
2003 yılı Bakanlar Kurulunun bu kararında, “Siyasi Kriterler” bölümünde şunlar yazılı:
“Bu bağlamda, ölüm cezası kaldırılmıştır. İşkence ve kötü muamelenin önlenmesine yönelik kapsamlı yasal ve idari düzenlemeler yapılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları ışığında yeniden yargılama imkanı getirilmiştir. Gözaltı ve cezaevi koşullarına ilişkin düzenlemeler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) normlarına ve Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi tavsiyelerine uygun hale getirilmiştir.”
İkinci tespitimiz şudur: Ölüm cezası kaldırılmıştır. En önemli adım budur. Ancak işkence konusunda Bakanlar Kurulu kararında yazılı olanların tam aksi gerçekleşmiştir.
İşkence ve kötü muamelenin önlenmesi konusunda yapılmayanı yazalım…Önce bir kısa bilgi…Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu, işkencenin önlenmesi amacıyla kişilerin alıkonuldukları yerlere ziyaretlerin yapılmasına dair bir mekanizmanın kurulmasına ilişkin olarak “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı ya da Aşağılayıcı Muamele Ya da Cezaya Karşı Sözleşmenin Seçmeli Protokol” taslağının metnini 22 Nisan 2002 tarih ve 2002/33 sayılı kararı ile kabul etti. Bu “Seçmeli Protokolle” Birleşmiş Milletler; özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin işkence ve diğer zalimane, insanlıkdışı ya da aşağılayıcı muamele ya da cezaya karşı korunmalarının sağlanması için kişilerin alıkonulma yerlerine düzenli şekilde ziyaretler yapılmasına dayanan ve yargısal olmayan önleyici nitelikli bir mekanizma kurmaya çalışıyor. Türkiye “Seçmeli Protokol”e taraf olmalıdır. Protokol onaylanmalıdır. Böylece “işkencenin” gerçekleşmeden önce önlenmesinde ilk adımı atmış olacağız. Belki yararı olur.
2008 yılındayız… Engin Çeber gözaltında ölmüştür. Hükümetin işkenceye sıfır tolerans politikası iflas etmiştir. Ölümün gözaltında işkence yüzünden meydana geldiğini düşünen Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin devlet adına özür dilemiştir. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “Türkiye bir hukuk devletidir, hiçbir şekilde işkence ve kötü muameleye müsamaha gösterilemez” demiştir. Önümüzdeki günlerde nerede ve kimlere nasıl bir müsamaha gösterilecek göreceğiz…Bu sözlerin sahiplerinin dava aşamasında gözaltında ölüm olayını nasıl açıklayacaklar tanık olacağız. Yargının kararlarına karışamayacaklarını söyleyecekler.. Sorumlular hakkındaki dava bir çok tartışmayı da beraberinde getirecektir.
Acaba Engin Çeber’in ölümüne neden olanlar Türk Ceza Kanununun 94 üncü maddesinde yazılı olan “İşkence” suçu nedeniyle mi yargılanacaklar? Yoksa, TCK’nun 81 inci maddesindeki “kasten öldürme” veya “kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi” halini düzenleyen 83 üncü maddeye aykırılıktan dolayı mı yargılanacaklar? Türk Ceza Kanununun işkence suçuna nasıl düzenlediğine de tanık olacağız…
Önümüzdeki günlerde tanık olacağız “eziyet”, işkence tartışmasıdır. Devlet adına özür dileyenlerin ne yapacağını göreceğiz. Daha da önemlisi bu konuda, yayın yasağı koymakla işe başlayan yargının yargılarını da göreceğiz…(Fİ/EK)