Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), 8 Nisan 2008'de Ali ve Ayşe Duran'ın Türkiye'ye karşı açmış olduğu davada Türkiye'nin bu davada, yaşamı ve fiziksel ve manevi güvenliği koruma konusunda pozitif yükümlülüğünü yerine getirmediğini saptadı.
Dava, 26 yaşında İstanbul'da bir karakolda, dört polis memuru tarafından dövülmenin sonucu olarak 16 Ekim 1994'te yaşamını yitiren Bayram Duran'ın annesi ve babası tarafından açıldı ve ulusal ve uluslararası mahkemelerin sonuçlanması tam 14 yıl sürdü.
Davada kötü muamele yapılıp yapılmadığı konusunda taraflar arasında bir fikir ayrılığı yok. AİHM'nin karşısındaki konu daha çok, kötü muamele ulusal mahkemede de sabit görüldükten sonra yaşanan yargı süreci ve ceza uygulamasıyla ilgili. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 2. maddesi yaşam hakkıyla ilgili:
"Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır."
Yaşam hakkı ihlal edilemez
Yaşam hakkı ancak belli koşullar altında sınırlanabilir. 3. maddede yer alan işkence ve kötü muamele yasağı ise kesin; hiçbir durumda uygulanamaz ve olağaüstü halde dahi bu hakkın ihlal edilmesi söz konusu olamaz.
AİHM'nin içtihadına göre yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağı, birlikte, Avrupa Konseyi'nin demokratik ülkelerinin en temel değerlerinden birini oluşturuyor. Göz altındayken, polisin kötü muamele uygulaması sonucunda öldüğüne ilişkin güvenilir bir iddianın olduğu durumlarda, sorumluların tespit edilmesi ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir resmi soruşturma yürütülmesi de bu maddelerden doğan bir yükümlülük.
Caydırıcı bir etken olarak yargı sistemi
Mahkeme daha da ileri giderek, sadece soruşturmanın değil, olay mahkemeye intikal ettiğinde, yargıdaki tüm sürecin de, yaşamın yasayla korunması ve kötü muamele yasağıyla ilgili zorunlulukları karşılaması gerektiğini öngörüyor.
Burada amaç, yargı sisteminin, ileride benzer ihlalleri önlemek amacıyla "caydırıcı bir etken" olarak işlemesini sağlamak. Buna ek olarak, devlet görevlileri kötü muameleyle suçlandığında, soruşturma sırasında görevden alınması da son derece önemli olarak görülür.
Söz konusu davada, asıl konu, insan yaşamını koruyacak yasaların gözetmenleri olarak yargı görevlilerinin, sorumluları cezalandırma konusunda kararlı olup olmadıkları. Dört polis memurunun, M.S., A.A., A.K. ve İ.U., Bayram Duran'ı göz altındayken dövmek suretiyle ölümüne sebebiyet vermekten ötürü suçlu bulunmalarına karşın "soruşturma ve ceza işlemleri sırasında verdikleri ifadelerle davayla ilgili bilgi edinme konusunda görevlilere yardımcı" oldukları gerekçesiyle cezalarında indirime gidildi.
Ne var ki, AİHM, bu noktada polis görevlilerinin kendilerine yöneltilen suçlamaları sürekli olarak reddetmek dışında başka bir ifade vermediklerini dikkate alarak, ulusal mahkemenin takdir yetkisini, bu tür suçların hoş görülemeyeceğini göstermek yerine, ciddi bir suçun sonuçlarını azaltmak için kullandığını ifade ediyor.
Ölçülülük ilkesi
Ayrıca, 1 Haziran 2005'te yürürlüğe giren yeni Ceza Yasası'yle da suçları sabit görülen polis memurları hapis cezalarını hiç çekmediler çünkü cezaları 4616 numaralı kanunla askıya alındı. Mahkemeye göre, cezanın askıya alınması kısmi bir af gibi ve polis memurlarının mahkum olmalarına karşın, fiilen tamamıyla bir dokunulmazlık altında oldular.
Sonuç olarak, Bayram Duran'a gözaltındayken kötü muamele ederek ölümüne sebebiyet vermekten mahkum oldukları halde, polis memurlarının görevlerine son verilmiş olmasına karşın, hiçbir cezanın uygulanmamış olması, suçun ağırlığı göz önünde bulundurulduğunda ölçülülük ilkesine aykırı.
AİHM, cezaların askıya alınmasının, ceza hukuku sisteminin bu davada uygulanması biçimiyle, sert ve bu gibi yasadışı olayları önlemede etkin olmaktan uzak olduğunu saptadı. Dolayısıyla, Türkiye yaşamın yasayla korunmasına ilişkin pozitif yükümlülüklerinin yerine getirmedi.
Bu davada, Mahkemenin üzerinde durduğu iki konu var:
- Yaşamın korunması ve kötü muamele yasağının etkili bir şekilde uygulanması için yargı sistemi de bu korumanın ayrılmaz bir parçası.
- Mahkemelerin bu gibi suçlarla ilgili yargılama ve ceza uygulamalarında takdir yetkisini sert ve titiz bir şekilde kullanması gerekir. İşkence ve kötü muameleye "sıfır tolerans" gösterildiğinin ceza uygulamalarında yansıtılması yaşamsal önem taşır. (MY/GG)
* Mine Yıldırım, Finlandiya'daki Abo Akademi'de insan hakları alanında doktora öğrencisi.