Bir hafta sonra üniversite sınavına gireceklerdi. Nazım Hikmet için şiir gecesi düzenlemiş, Ahmet Arif için bir anma etkinliği yapmışlardı.
Şimdi, bir çay bahçesine sınav stresini atmak için gidiyorlardı. Gençler, onları takip eden beyaz reno marka arabayı fark etmeden çay bahçesine varmış, koyu bir bir sohbete dalmıştı bile. Birden polis telsiz sesi çoğalmaya başladı.
"Hadi kalkalım" dediler. Tam yola koyulmuşlardı ki, Polis münibüsü yanlarında durdu. "Sen yelekli kız dur" dedi. Durdular. Polis bir yandan telsizle konuşuyor bir yandan da "Çıkartın kimlikleri" diyordu. Polis telsizle konuştuğu kişiye "Şüpheli şahısları yakaladık " diye de bilgi aktarıyordu.
Oysa kaçan kimse yoktu. 16-18 yaş aralığındaki gençlerden biri, "Kimliklerimiz yanımızda değil Milli Eğitim Müdürlüğü lojmanlarında oturuyoruz. Oraya gidelim kimliklerimiz evde" dedi. Polis, "Siz hele münibüse bininde nereye gideceğinize biz karar veririz" diye yanıtladı.
Emniyet'e geldiklerinde, merdivenlere sıralanmış onlarca polisi görünce irkildiler. Polisler, gençlere öyle bir yüz ifadesi ile bakıyorlardı ki içlerinden biri "Acaba ne yaptık? Suçumuz ne?" diye düşündü.
Sivil polislerden biri, "Getirin göz bağlarını" dedi. Gözler bağlandı. Merdivenlerden çıktılar, demir kapılardan geçtiler. "Ellerinizi duvara yaslayın" komutunu aldılar. Gençlerden birinin ayakları titriyordu. Polis kızın titreyen dizlerine bir tekme salladı. Çıt çıkmıyordu. Birden yüksek sesli mehter marşı odayı doldurdu. Ardından Ahmet Kaya dinletmeye başladılar. Gençlerden biri, "Arkadaşlar sakin olun" dedi ama tokadı yedi.
Polislerden biri, "Manisa'daki operasyonda ordaki çocukları bitirdik. Şimdi sıra siz de" diyordu. İşte o gün gençlerden biri, kafasına koydu. "Eğer burdan çıkarsam o gençlere ulaşacağım".
O genç, aradan yıllar geçti. 1995'de Manisa'da gözaltına alınan ve günlerce işkence gören 16 gence ulaşmaya çalıştı. Göz altına alındığında 14 yaşında olan Mahir ölmüştü, diğerleri de yaşamış oldukları bu olay ile tekrar gündeme gelmek istemiyordu. "Ateş Manisa'ya düştü" isimli kitabı yazan ve ağır işkencelerden geçen, üç buçuk ay cezaevinde kalan Hüseyin Korkut'a ulaştı. İkili, Manisa'nın Muradiye ilçesinde biraraya geldi.
Hüseyin anlatmaya başladı, "Elektironik mühendisliği okuyordum. İşkencelerden sonra okula gidemedim. Kaydımı dondurdum. Şimdi muhasebede çalışıyorum. Uzun yıllar depresyon tedavisi gördüm. Bazen kendimi iyi hissediyordum. Fakat öyle bir an geliyordu ki tekrar işkence odasına dönüyordum."
"Yürüyorum bir parfüm kokusu duyuyorum. Aklıma bize işkence yaptıktan sonra üzerimize örtülen battaniyenin kokusu geliyor. O kokuyu hatırlamak beni işkence günlerine götürüyor. İşkence yapılan herkesin üzerine o battaniyeyi sermişler. Ter kokuları birbirine karışmış. Yeniden olur mu korkusu da yaşıyorum. Sonuçta, hiç birimiz suçlu değildik ve hiç tanımadığımız insanlar bize bunları yapıyordu. Resim çiziyordum üç çocuk var sürekli takip ediliyorlar. Bunlar peşimizi bırakmayacaklar diye düşünüyordum"
"Bize yapılanlar suç"
Gazeteci, "Anlıyorum. Benim de kafamda onlar diye bir kavram oluşmuştu. Onlar bizi sınava sokmayacaklar, onlar bizi yaşatmayacaklar. Kimseyle konuşmadım yaşadıklarımı" dedi.
Bu sefer de Hüseyin, "Anlıyorum" dedi. "Suçlu hissettin kendini. Bize yapılanlar suçtu. Paylaşmalıydın. Suçlu olduklarını bilmelerini sağlamalıydın" diye devam etti.
"Devletin işkencesinden sorgususundan geçen herkes bir şekilde unutmayı, yok saymayı tercih ediyor. Unuttuğunu sandığın şey aslında sürekli seninle. Unutmak bu yaşadıklarınla başa çıkmak için etkili bir yöntem değil" diye vurguladı.
"Kitabından söz eder misin?"
"Biz gözlatındayız işkencedeyiz, Manisa'da herkes durumu biliyor. Anneme mahalleden bir kadın diyor ki 'yapmıştır oğlun bir şey. Durup dururken devlet kimseyi gözaltına almaz. Bak bizim çocukları alıyorlar mı?' Annem de 'ben de başımıza gelmeden önce bilmezdim. Neden bize olmadı derdim. Ancak başımıza gelince anladım. Ateş düştüğü yeri yakıyormuş' diyor."
"Yazmaya nasıl başladın?"
"Psikoloğa gidiyordum. Anlatamıyordum. Yazmamı söyledi. Yazdıkça rahatlıyorum. Yazdıklarımı Can Dündar'a gönderdim. Can abi bana devam etmemi söyledi. Yazılarım bitince hepsini ona gönderdim ve kitap haline getirdik."
"Peki o dönemde birlikte işkence gördüğünüz arkadaşlarınızla görüşüyor musunuz?"
"Herkes kendi hayatını kurmanın peşine düştü. Bir arkadaşımız tiyatro oyuncusu oldu. Bir kaç arkadaşımız da yurtdışında yaşıyor."
"Şu an Türkiye'de 3 bine yakın çocuk Terörle Mücadele kanunu kapsamında yargılanıyor. İçlerinde 12 yaşında olanlar var. Onlara ve ailelerine neler tavsiye edersin?"
"Sanata sığınsılar. Hep okusunlar. Yaşar Kemal okudum. Cezaevindeyken onun satırları ile özgürlüğüme kavuştum. Edebiyata sığındım. Aileler çocuklarını bir uzmana götürsünler. Olayı yok saymak yerine çocukları ile konuşsunlar."
"İkinci kitabı düşünüyor musun?"
"Evet düşünüyorum. Yazılarımı yayınlamak istiyorum. Can abi bana çok destek oldu. Onun sayesinde hayata adapte oldum. Yaşananları unutamıyorsunuz sadece geçmişle mücadele etmeden yaşamayı öğreniyorsunuz. İşkence yaşamasaydım, davalarım olmasaydı belki üniversiteyi bitiricektim, mühendis olacaktım. Olmadı işte."
Çocuklara işkence eden polislerden birçoğu emekli edildi.Devlet Manisalı çocuklara herhangi bir tazminat ödemedi. Avukatları davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıdı. Türkiye'de çocuklar halen yetişkinler gibi yargılanıyor, göz altına alınıyor ve cezaevinde tutuluyor.(EMK/EÜ)