107 gün geçti, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça halen açlık grevindeler ve tutuklular. Tek istekleri işlerine geri dönmek.
Aslında hepimiz Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işlerini kaybeden çok fazla kişi tanıyoruzdur. Arkadaşımızın arkadaşı, komşunun kızı/oğlu, yıllar önce karşılaştığımız veya birlikte okuduğumuz ya da en yakınımızdaki on binlerce insandan biri.
Hiç birine kendini savunma hakkı verilmedi ve onların işten atılmasına kimler karar verdi, bilinmiyor. Dertlerini anlatacakları, masumiyetlerini kanıtlayacakları makamlar ortada yok. Bir komisyon kurulacağı söyleniyor, ama bu komisyon kimlerden oluşacak, kaç kişi çalışacak, karar alırken kriteri ne olacak, aldığı kararlar bağlayıcı olacak mı ya da tavsiye niteliğinde mi kararlar çıkacak, bunlar da belli değil. Bu arada on binlerce insan ne yiyecek, nasıl barınacak, yeni bir iş bulacak mı, veya yeni bir kariyer oluşturmaya niyeti olanlara kanunlar ne diyecek, bu da belli değil.
Duyduğumuz, insanların anı kurtaracak çözüm yollarına gittiği, bazılarının günlük işlerde güvencesiz çalıştığı, bazılarının ailesinin yanına sığındığı ve ağır bunalım geçiren otuza yakın insanın da intihar ettiği şeklinde. Örneğin; üniversite mezunu, iki yüksek lisans programını tamamlayan, doktora çalışmasında tez aşamasına gelen istihdam uzmanı Sinan Ok, KHK ile işinden atılıyor (muhtemelen eğitimi yeterli bulmadığı için!), ama devlet vatandaş çözümsüz kalmasın diye İşkur marifetiyle özel bir hastanede temizlik işçisi olarak görev almasını uygun buluyor. Vatandaşa fırsat eşitliğini sağlamak için dahiyane bir çözüm. Ancak temizlik işçisi olmak için başvuru yapan Sinan Ok, bu sefer de fazla eğitimli olduğu için işveren tarafından kabul edilmiyor. Bu haberi okuduğumda Khaled Hosseini’nin Uçurtma Avcısı kitabında edebiyat profesörünün bir dilim ekmek için yalvarışını anlatan satırlar geldi aklıma. Teşbihte hata olmasın Taliban da iktidara geldikten sonra Afganistan’da güzel olan her şeyi yok etmişti.
KHK mağdurlarından Veli Saçılık’ı on iki yıl öncesinde tanımıştım. Dayımın kızının arkadaşıydı ve aynı sofrada bir kaç kez yemek yedik. Sonrasında iletişimiz olmadı. Veli geçen bu on yıllık sürede evlenmiş, ilkokul çağına gelen bir de kızı olmuştu. Benim tanıştığım yıllarda Çankaya Nüfus İşlerinde düz memur olarak çalışıyordu. Sonrasında sosyolog olarak atandığını duymuştum. İlk çalışma yeri de Sinop’tu ve içten içe kıskanmıştım denizi olan bir şehre gittiği için. Tanıştığımız yıllarda Veli bugünden daha neşeliydi sanki. Geçmişte yaşadığı travmayı asla ajite etmez, her olay ve durumda mutluluk saçardı. Veli’nin Burdur Cezaevinde kopan kolunu, sonrasında bir köpeğin ağzında bulunuşunu bu tanışıklığımız döneminde öğrenmiştim. Kendisine neler yaşadığını hiçbir zaman sormadım, soramadım, ama çevremdeki insanlardan ve internetten onunla ilgili çok şey öğrenmiştim.
Veli KHK ile işten atıldıktan sonra medya ve sosyal medyada daha sık görünmeye başladı. Benim anladığım, hiçbir şeye sığınmadan, hiç kimseyi arkasına almadan çok basit bir dille “işini” geri istiyordu. Artık onun sorumlu olduğu bir ailesi de vardı. İlk zamanlar eşi ve çocuğu yanındaydı Yüksel Caddesinde. Bazen ikisinin, kızları da yanlarında mutlu fotoğraflarını görüyordum sosyal medyada. Yüksel Caddesine önce Nuriye Gülmen gelmişti. “İşimi geri istiyorum” dövizi ile bekliyordu alanda. Sayısız kez gözaltına alınmış, serbest kalınca da tekrar yerine dönmüştü. Sonrasında Acun Karadağ, Semih Özakça ve Veli Saçılık guruba katılmıştı. Açlık grevi döneminde yanlarına uğramıştık birkaç kez. Veli’nin ve arkadaşlarının yorgunluğu, kırgınlığı, kızgınlığı gözlerinden okunuyordu. Aslında onların eylemleri KHK sonrası göze çarpan ilk eylem olduğu için dikkat çekmişti.
Başlangıçta kriminalize edilerek dışlanmak istenen KHK mağdurları, Yüksel Caddesinin barışçıl ortamında kendilerini anlatma fırsatı yakalamıştı. Muhtemelen bu görünürlük hoşa gitmediği için, bir süre sonra her şey korkunç bir fırtınaya dönüştü. Önce Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevinin 76. gününde gözaltına alınıp, tutuklandılar. Şimdi artık onlar alanda yoklar. Onlardan sonraki dönemde, eylemlerin devamlılığını durdurmak için daha fazla şiddet, kaba dayak, göz yaşartıcı bomba, plastik mermi kullanıldı.
KHK ile işten atılan edebiyatçı Pelin Buzluk’u da yine dönemde gazeteler sayesinde tanıdım. 18 yaşından itibaren çeşitli edebiyat dergilerinde öyküleri yayınlanan, çıkardığı üç öykü kitabı da Türkiye’nin önemli edebiyat ödüllerini alan ODTÜ mühendislik mezunu genç bir kadın. O da memur olarak çalıştığı Enerji Bakanlığından atılmıştı. Daha otuzlu yaşlarının başındaydı ve muhtemelen ileriki günlerde kendisini idare edecek birikimi de yoktu. İnsan ister istemez “bundan sonra ne yapacak” diye düşünüyor? Başka bir işte mühendis olarak çalışması mümkün ama pratikte imkansız görünüyor bu durum. Aynı mağduriyeti yaşayanların SGK tarafından mimlediği, onları çalıştıracak işverenleri önceden uyardığı şeklinde haberler yer alıyor basında. Bu durumda ilk akla gelen düşünce, Pelin Buzluk’un yazılarından kazanacağı parayla hayatını sürdürebileceği olabilir. En azından ödüller kazanan bir edebiyatçının herkesten daha fazla para kazanması beklenebilir.
Uzun yıllardır bir şeyler yazmaya çalışırım ve her seferinde “bunu kim okuyacak” kaygısına kapılır, yazmaktan geri dururum. Benim kaygılarıma neden olan durum herkesçe bilinen “memlekette okuyanın az olduğu” olgusudur. Bir edebiyat etkinliğinde veya her hangi bir sanatsal faaliyette, resim veya heykel sergisi veya bir müzik dinletisinde o kadar sınırlı sayıda insan bulunur ki, bir süre sonra bu tür etkinlikleri takip eden herkes birbirini tanır. Ama yine de yazmayı/çizmeyi/sahnelemeyi sevenler, bu işte en tutkulu olanlar yaptıklarından vazgeçmez. Herkes piyasada çok satanlar kadar şanslı olmadığı için yaptığı işten servet kazanan da yok gibidir. Bu durumda kendi el emeği ile yaşamaya çalışan edebiyatçı, sanatçı, akademisyen, doktor, öğretmen gibi on binlerce kamu personelinin geleceği karanlık gözüküyor. KHK ile emeklerinin hoyratça heba edilmesi, kendilerini savunacakları iç hukuk yollarının çok uzun ve belirsiz olması, AHİM’in önüne gelecek on binlerce dosyadan korktuğu için davaları kabul etmemesi onları derin bir yoksulluğa itecektir. En kötüsü hastalık gibi tüm maddi imkanların tüketildiği durumlarda kendilerini ve ailelerini korumaları imkansız olacaktır.
İşte o yüzden KHK mağdurlarının işlerine geri dönme isteği temel insan hakkıdır. Sosyal hukuk devletinin gereği de budur. (PT/AS)