*Fotoğraflar: Sedat Uysal.
Artık ''mevsimler de anlamını yitirdi'' desem pek yalan olmaz.
''Burası Seattle, hava durumundan hoşlanmıyorsan on dakika bekle'' derler bizim burada. Kaç kez tanıklığım var!
Kara bulutlardan, onca yağmurdan, fırtınadan sonra açan güneşte altını, üstünü çıkarası gelir insanın.
Günlerdir yağan yağmurlardan sonra pırıl pırıl güneşli bir sabaha açtık gözlerimizi.
Henry, benim 86 yaşındaki delikanlı abim, ''bisikletini al, böyle güzel bir günde kendimizi sokağa atmazsak, ne zaman? '' diye mesaj attığında ben henüz sabaha karşı bulduğum uykumu sağlama almaya çalışıyordum.
Biraz utanarak '' Abi bana bi yarım saat ver, hazırım'' diye çaktım selamı...
İki yıl kadar önce kapımın önünden çalınan bisikletime üzüldüğü için bana bi bisiklet vermişti.
Henry'nin babası ve dedesi... Fotoğrafın tarihi belli değil. Lithuania'dan göç etmelerinden 5-6 yıl sonra. |
...
Verdi demem yanlış, ''Takas yaptık'' desem daha doğru...
Yani , O bizim Paloma'da yiyip içecek, çalışanlara bahşişi ayrıca ödeyecek, ama ana hesap '' bisiklet hesabı''na yazılacak.
Bunun ne kadar süreceğine dair bi rakam koymadık.
O hesap hala açık!
Henry Aronson!
Onu biraz anlatmadan, bu bisiklet macerasını nasıl anlatayım?
" ...
Benim dedemin Pike Place Market'te bir nalbur dükkanı vardı. Babam da orada büyümüş... Lithuania'dan gelmişler!
Ben de çalıştım orada.
Benim ilk gençlik yıllarımda ilgilendiğim tek şey kızlar ve arabalardı!
Sonra kendimi zorla askere aldırdım!!!
Askerdeyken beni etkileyen çok değerli insanlarla tanıştım ve hukuk okumaya karar verdim!
Bizim buranın hala en değerli okullarından olan Garfield'da okumuştum. Sonra Washington Üniversitesi ardından ülkenin en saygın üniversitelerinden Yale kabul etti.
Bu ''adalet''i savunma duyusu beni aldı Mississippi' ye götürdü...
Irkçılığın en azgın olduğu eyaletlerdendir Mississippi.
Siyahların haklarını savunurken, Martin Luther King'in başını çektiği yürüyüşe karşı insanların anayasal haklarını yok sayan şerife dava açan ve o nedenle ondan tekme tokat dayak yiyen yine bendim.
Orada üç sene yaşadım.
Sonra Vietnam'a gittim ve bu haksız savaşa karşı çıkan askerleri savundum!
Sonra...
.....''
Henry Aronson... Cafe Paloma'da bir akşam üstü. Adına yapılan çok sevdiği şapkasıyla. |
Sonrası roman...
Henry bisikletle benden önde gidiyor ve olmadık yerlerde yokuşa sarıyor...
Nefes nefese arkasından gelen bana, arada bir geri gelip '' Yapacaksın! Başaracaksın! Sakın teslim olma'' diye gaz veriyor...
Ama gazla gitmiyor bu meret, pedala basmak gerek!
Üstelik bu şehre geldiğimden bu yana astımım var! Bu şehir beni ben bu şehri çok sevdik ama bana yaramadı.
Bizim buraları Karadeniz'e benzetirler, bana orası da yaramaz.
Hiç kuşkum yok !
Yıllardır yaşadığım bu şehirde bildiğimi sandığım ''Discovery Park''ı bu bisiklet yolculuğunda yeniden keşfettim.
Bir kez daha hayran kaldım!
Daha geçen yaz sevgili Ian ve Melissa'nın da düğününü o parkta yapmıştık.
Covid koşullarında yüzümüzde maskeler küçük bir gurupla bir araya gelmiştik güzel bir yaz günü.
O park adından da anlaşılacağı gibi her yanı yeniden keşfedilmeyi bekleyen bir güzellik...
Seattle'ın Batı yakasından Olympic dağlarına bakarken Henry bana sesleniyor...
''Görüyor musun, ne kadar şanslıyız' Bu karanlık günlerden geçerken bu günü de gördük...Hayattayız!''
*Discovery Park'tan Olympic Dağları...
Seattle'ın orta yerinde adını eyaletten alan Washington Gölü'nün denize bağlandığı meşhur ''Ballard Locks'' dedikleri kanalın yanıbaşından, çoğunlukla balıkçı teknelerinin yeraldığı ''Fisherman's Terminal''da, 1988'de açılışını Henry'nin yaptığı, hayatını denizde kaybeden balıkçılara adanan heykelin yanıbaşında durduk.
Yerlere de kazınan isimlerden, onlarca balıkçının yakınlarının bıraktıkları çiçekler, minyatürler, takılar ve resimler de bizimle birlikte oradaydı...
Henry bütün hayatını avukatlık ve onlarca organizasyona danışmanlık yaparak kazanırken seçimle geldiği, Seattle'ın
Liman ve Havayolları'ndan sorumlu ''Port of Seattle''ın da beş sene yönetiminde yer almış ve önemli projelere imza atmış. Bu anıt da onlardan biri.
Üç saat sonra Henry ile ayrılırken benimle dalga geçer gibi '' bundan sonrası hep yokuş aşağı '' dedi...
Dirseklerimizle dokunarak vedalaştık.
Eve döndüğümde iki kadeh rakı ilaç gibi geldi.
Şaka değil, dizlerime de buzluktan çıkardığım içi fasulye dolu torbaları koydum bu arada!
...
Dün sanki kendime inat, aynı yolu tekrarladım...
Önceki günkü bisiklet yolculuğumuzun en zor kısmını tamamlayıp geri döndüm.
Bu şimdilik bana yeterdi.
Ama Henry benimle olaydı, mutlaka bir başka yol bulur, beni yokuşa sürerdi...
Bir başka bisiklet gezisinde onları da ararım. Henry'nin adalete, insan haklarına, güzelliklere adanmış hayatında daha ne hikayeler var kim bilir...
Hani Nazım o dillere destan şiirinde ;
''Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama!" diye sorar ya;
İşte aynen öyle ''İşin kolayına kaçmadan!''
Küçük şeyler de mutlu etmeli insanı.
(SU/PT)