Geçtiğimiz günlerde bir haber yer aldı gazetelerde, bir zamanların meşhur ‘Gayrettepe’si yıkılıyormuş. Gençler yanlış anlayabilir, semte bir şey yaptıkları yok. Eskiden Gayrettepe denilince ‘siyasi şube’ yani özellikle 12 Eylül’ün meşhur işkence merkezi akla gelirdi. Habere göre bina kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılacakmış. Yerine ne yapılacağı meçhul, arsanın ve ihalenin kime verildiği de haberde yer almıyor.
Haberde yer alan tek bilgi, Cüneyt Arkın’ın "Komiser Kemal" filminin de bu binada çekilmiş olduğuydu. Bilirsiniz, Cüneyt Arkın polis rolünü pek severdi, açıkçası başka rol de pek yakışmazdı. Ama yine de döneme göre arada siyasi mesajlar vermeyi pek severdi.
Bu vesileyle, yine bir Cüneyt Arkın filmi olan "Komiser Cemil"i de izlemediyseniz mutlaka bir ara göz atın.
Neyse, konuya döneyim. Hani “Önemli Günler Takvimi” gibi adlar taşıyan, geçmişi hatırlatmayı amaçlayan bazı listeler vardır. Bunlar hafızalarda yer edinmiştir. Bunun yanı sıra hafızalara kazınan isimler ve mekânlar vardır. Hani şimdilerde “Silivri soğuktur” şeklinde sözler var ya, bir zamanlar da “Götürürüm Gayrettepe’ye” sözleri vardı. Götürürlerdi de. Hatta gidip dönemeyenler de oldu. Mesela, arkadaşım Faruk Eren’in ağabeyi Hayrettin Eren gibi, ya da Nurettin Yedigöl gibi.
Silivri halkı, adlarının cezaevi ile anılmasından rahatsız olduğu için ‘şirin beldemiz’ mağdur olmasın diye hapishanenin adı ‘Marmara Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü’ olarak değiştirildi. Sadece adı değişti; Osman Kavala, Tayfun Kahraman, Can Atalay ve daha nicesi halen ‘kampüste’.
Birileri ‘korkuyu’ hafızalara kazımak için var gücüyle çalışır her daim. Ama arada sırada makyaj yapmayı da severler.
Mesela Gayrettepe artık ‘siyasi şube’, hapistekiler ‘siyasi tutuklu’ diye anılmaya başladığında birisi çıkar “Türkiye’de siyasi suçlu yok” demeye başlar. Doğanın kuralı hiçbir şey varken yok olamaz, ama adı değişir. Siyasi Şube, ‘Terörle Mücadele Şubesi’ olur. 'Siyasi tutuklu' yerine 'terörist' denmeye başlar.
90’lı yıllarda emniyet müdürlüklerinde ‘İnfaz Bürosu’ vardı. Hakkında tutuklama, yakalama kararı olanları bulmak, bazı suçları araştırmak gibi bir görevi vardı. Ev baskınları ve ‘yargısız infazların’ yaygınlaştığı dönemde, yanılmıyorsam Necdet Menzir döneminde ismi ‘Araştırma Bürosu’ olarak değiştirilmişti. Ama elbette infazlar sürmüştü.
Bizim kuşakta Maraş, Çorum illeri yaşanan katliamlarla beraber anılır. Maraş dendiğinde bir de eniştesine işkence yapan polis memuru Sedat Caner’in itirafları akla gelir elbette.
Manisa’dan geçerken aklıma hep ‘Manisalı çocuklar’ gelir. Diyarbakır, Ulucanlar, Metris, Bayrampaşa, Sultanahmet, Davutpaşa hapishaneleri ile meşhurdur. Diyarbakır kapatıldı, Ulucanlar ise müze oldu. İlk anda bir hafıza mekânına dönüştüğünü düşünebilirsiniz. Ama bırakın Ulucanlar Katliamı’na ilişkin bir şeyler bulmayı, Sırrı Süreyya Önder’in adını bile sildiler. Sultanahmet otel oldu, hani Nazım’ın "Memleketimden İnsan Manzaraları"nı yazdığı hapishane. Eskiden volta atılan avlularda şimdi turistler ağırlanıyor. Tıpkı adı işkence ile özdeşleşen bir zamanlar polisin kullandığı Sansaryan Han gibi. Hep merak ederim, o otellerde kalanlar mekânın geçmişini biliyor mudur? Ya da Diyarbakır Cezaevi'ni yıkmakla Esat Oktay ve köpeği Co unutulur mu?
Eyüp’ten geçerken Metin Göktepe’nin dövülerek öldürülmesi akla gelir. Ocak ayı yeni bir yıl demektir. Ama aynı zamanda Metin’in öldürülmesi, Uğur Mumcu’nun öldürülmesi demektir.
‘Mart ayı dert ayı’ derler ya. Çetin Emeç’in öldürülmesi, Gazi Katliamı, 16 Mart Katliamı, Halepçe Katliamı demektir.
Liste uzun, hepsini saymak zor.
Ama insan başlayınca yazmaya, hafızalara kazınanlar hatırlatıyor birer ikişer. Asıl konuya dönelim. Gayrettepe özellikle 12 Eylül’ün en önemli işkence mekânıydı. Çevre binalarda oturanlar nasıl dayanırdı feryatlara? 90 gün gözaltına tutulanlara yüksek fiyattan ‘ekmek arası’ yiyecek satan market hangisiydi? Karşı kaldırımdaki eczane hâlâ o kadar çok bit şampuanı satıyor mudur? Emniyet, Vatan Caddesi’ne taşınınca ‘işleri’ nasıl etkilendi? Çevrede oturanlar geceleri rahat uyumaya başladı mı? Merak ederim.
Emniyet şimdi bir kez daha taşınıyor. Bu kez eski Hasdal Kışlası’na taşınıyormuş tüm emniyet birimleri. Hasdal Kışlası da 12 Eylül’ün ünlü mekânlarından biriydi. Hasdal denilince de bir binbaşının askerlere koğuşları taratması akla gelir. Bir de hiç unutmam, yayın yasağı nedeniyle o haberi: Emil Galip Sandalcı, Demokrat Gazetesi’ndeki köşesinde bir Afrika ülkesinde yaşanan bir olay olarak yazmıştı.
Yine Taksim Meydanı dendiğinde akla 1 Mayıs gelir, 1 Mayıs dendiğinde ise 77 1 Mayıs'ı unutulmaz. Bu acılar sırf herkes söylenenlere itaat etsin, biat etsin diye yapıldı. Gözdağı olsun diye. Korku egemen olsun istendi. Ama onlar her seferinde üzerine bir tuğla daha koymaya çalışırken o duvar biraz daha yıkılıyor.
Yanlış anlaşılmasın bu işkence mekanları yıkılmasın demiyorum, halen kullanılanlar dahil hepsi yıkılsın, hatta işkencecilerin başlarına yıkılsın.
Mesela, bilinçli olarak mı yapıldı bilmiyorum, 12 Eylül'ün gizli işkence merkezlerinden birinin yerinde şimdi Özgürlük Parkı yer alıyor. Gayrettepe'nin yerine de 'Direniş ve Yaşam Parkı' yapılsın.
Aslında işin özü şu, isimler değişiyor, mekânlar değişiyor ama yaşananlar değişmiyor. Eğer bu değişikliklerin amacı bir dönemi geride bırakmak ise önce onunla hesaplaşmak gerekir. Yoksa Veli Küçük’ü, Mehmet Ağar’ı tasfiye etmekle kontrgerilla ortadan kalkmadığı gibi, bu isimler, mekânlar hafızalarda yaşama devam ederler.
(Mİ/AÖ)