Meriv bi dostên xwe*
"Gazete ve dergi arşivini burada da sürdürmeye çalışıyorum. Koğuşa her gün yedi çeşit gazete alınıyor. ... İlgili gördüğüm haberleri yazıları kesiyorum. ... İşte bu arşiv işi, davalar için, mahkemeler için savunma hazırlama dışındaki en önemli işim. Bütün bunlar ileride gerekli olur; geniş zamana sahip olursam, bunları gerektiği gibi kullanabilecek geniş bir mekânım olursa o zaman kullanır, değerlendirir, anlayışıyla yapılıyor. ... [A]rşiv çalışması, ... bana heyecan veriyor."
1996'da Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nden, arkadaşı Yılmaz Öztürk'e yazdığı mektupta, bir ömürdür biriktirdiği gazete arşivini böyle anlatıyor İsmail Beşikçi. Yıllar sonra, üç bin küsur cilt gazete ve yirmi iki bin kadar kitaptan oluşan ve 7 Ocak 2012'de kurulan İsmail Beşikçi Vakfı'na bağışlanan bu arşiv, ilgilenen herkese açık. Vakfın 5 Mayıs'taki açılışında, Vakfın ilk yayını "Geçmişe Tanıklık, Ajans70, İsmail Beşikçi-Yılmaz Öztürk Mektupları" ** da okurlarıyla buluştu.
1962'de askerlik yaparken tanışan İsmail Beşikçi ile Yılmaz Öztürk'ün yaklaşık elli yıl ve her koşulda süren arkadaşlıklarını müthiş ayrıntılarla yansıtıyor mektuplar: Hapishane koşulları, dışarıdaki hayat, ülke sorunları, kitaplar, sanat, edebiyat paylaşılıyor. Okurken bireysel olanın aslında ne denli toplumsal olduğunu, her bireysel tarihin biraz da yaşanan dönemin tarihi olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Bu ülkenin en can yakıcı sorunu olan Kürt sorunu üzerine, Kürtler üzerine sosyolojik araştırmalar yapmaktan, kitaplar yazmaktan ve her koşulda doğru bildiğini dile getirmekten 17 yılını cezaevlerinde geçiren bir bilim insanıdır İsmail Beşikçi. Nerede olursa olsun, içerde veya dışarıda, bir ömürdür yaşadıklarının, maruz kaldıklarının, çok sevdiği arkadaşı Yılmaz Öztürk'le mektuplaşmalarına yansıdığı kadarı bile Kürtlerin, Türklerin, solun, insan haklarının, düşünce ve ifade özgürlüğünün bu ülkedeki tarihine dair çok şey anlatmaktadır.
1960'ların başında Cumhuriyet gazetesinde muhabirdir Yılmaz Öztürk, 60'ların ortalarında Yeni Gazete'de çalışmaya başlar. Derslerde anlattığı konular, kitapları ve yazıları nedeniyle üniversitedeki meslektaşları tarafından ihbar edilen İsmail Beşikçi'nin 1970'te üniversitedeki görevine son verildiğinde Yeni Gazete'de çalışmakta olan Yılmaz Öztürk "Çok keyfi olan işlem üzerine, hukukla hiçbir ilişkisi olmayan işlem üzerine Yeni Gazete'de çok güzel, çok değerli bir yazı" yayımlar.
Beşikçi: "Işıklı dostum Yılmaz"
1970 yılı sonlarında Ajans 70'i kurar; "Ajans 70 bir reklam şirketidir" ve "Yılmaz'ın çok önemli bir eseridir." "Ajans 70, bir reklam şirketinin de toplumsal ve siyasal eleştiriyi dikkate alabileceğini, çabalarını bu duyarlılıkla geliştirebileceğini ortaya koymaktadır." "Yılmaz'ın bana en önemli katkısı hep eleştirel olmasıdır, uyarıcı olmasıdır. ... Bu tutumuyla Yılmaz bana her zaman bir ışık olmuştur, sönmeyen bir ışık..." diye anlatır İsmail Beşikçi arkadaşını, "ışıklı dostum" diye hitap eder mektuplarında.
Sadece İsmail Beşikçi'nin cezaevinde geçirdiği yıllar boyunca değil, dışarıdayken, farklı şehirlerde yaşarken de yazışırlar. Bazen küçük bir not, bir tebrik kartı, bazen edebi bir metin, bir anı, bir deneme, ülkenin sorunlarını ele alan uzun yazılar yazarlar birbirlerine...
Yılmaz Öztürk bazen birkaç günde tamamlar bir yazıyı/mektubu. "Yılmaz'ın altmışlardan bu yana gerek eve gerek çeşitli zamanlarda fakülteye, çeşitli zamanlarda çeşitli cezaevlerine, sıkıyönetim tutukevlerine gönderdiği mektuplar vardır. Bunlar düşün özgürlüğü, ifade özgürlüğü, Türkiye'deki ve dünyadaki toplumsal ve siyasal ilişkiler yönünden çok değerli, çok aydınlatıcı, günümüze ayna tutucu mektuplardır" der İsmail Beşikçi.
Dostların ölüm haberleri gelir dışarıdan
Kendisiyle dostluğunun ötesinde önemli ve değerlidir İsmail Beşikçi ve görmezden gelinmiştir, yok sayılmıştır. "Otuz yıldır Beşikçi'yi görmezden gelen tatlı su balıkları" dediği, aydın demeye dilinin varmadığı "okumuş yazmışları" eleştirir Yılmaz Öztürk ve şöyle der bir mektubunda: "Beşikçi'nin zindanı onların kristal avizeli saraylarından daha aydınlık."
İsmail Beşikçi, yattığı cezaevlerindeki koşulları, hapishane arkadaşlarının çeşitli tutumlarına ilişkin gözlemlerini dile getirir. 1979'da İstanbul Toptaşı Cezaevi'nde yatarken "fareler kedilerden büyük" tür. 12 Eylül öncesi zamanlardır; dostların ölüm haberleri gelir dışarıdan. "Ümit (Doğanay) Hoca'nın katledilmesinden büyük üzüntü duydum" der; Cavit Orhan Tütengil'in öldürülmesinin ardından yazdığı mektupta "arkadaşlarımız birer birer katlediliyor" diye yazar.
Toptaşı Cezaevi'ndedir Beşikçi; 12 Eylül'den bir hafta önce Adapazarı'na, bir süre sonra Kaynarca Cezaevi'ne, oradan İzmit'e, oradan Çanakkale Cezaevi'ne, 1984 Kasımında da, "27 saat süren bir yolculuktan sonra" Gaziantep Cezaevi'ne sevk edilir.
Bütün bu yaşananlar yalın, abartısız ve yakınmasız yansır mektuplara. Dışarıda geçirilen birkaç yıldan sonra 1991'de Ankara'da cezaevinde yatarken Hakkari'den bir çobanla tanışmıştır; özel tim tarafından ağzına kurşun sıkılmış, "alt ve üst dişleri sanki birbirlerine kaynamış", ağzına ancak süt akıtılabilen çobanı anlatırken de aynı yalınlıktadır. Her koşulda sakin ve rahattır Beşikçi.
Her mektupta eşlere selam gönderilir karşılıklı. Yılmaz'ın bir kızı vardır, Elif; eğitimiyle, yakından ilgilenir Beşikçi. Kadınlar ve çocuklar önemlidir ve kadın sorunu "özünde eşitsizlik sorunu"dur. Bir arkadaşıyla birlikte Behice Boran'ı evinde ziyaret etmiştir Beşikçi. "Behice Hanım" reçel yapmaktadır, iş kıyafetiyle karşılar onları, Kürt sorunu üzerine konuşurlar. Beşikçi'nin bu ziyarete ilişkin gözlemlerini paylaştığı mektup, kadının toplumdaki yerine ilişkin yorumlar içerir; sosyalist yönetimlerin de kadın sorununu çözemediğinden söz edilir.
İki büyük çocuk, her koşulda dost
Kitaplardan, dergilerden, sıklıkla söz edilir; sayısız kitap adı geçer, bazı kitaplara dair düşünce aktarımları, eleştiriler yapılır karşılıklı. Cezaevindeyken arkadaşından çok sık kitap ister Beşikçi. Osmanlıcasını, Fransızcasını geliştirmektedir; sözlükler de ister arkadaşından.
En eski tarihli mektup, Beşikçi'nin yazdığı 1975 tarihli mektuptur ama daha eski mektuplar da vardır aslında. Yılmaz Öztürk, Beşikçi'nin askerlik dönemi ile 12 Mart arası dönemde kendisine yazmış olduğu mektupları bulamadığından oysa Beşikçi'nin o dönem Bitlis'ten gönderdiği mektupların, "Doğu Mitingleri dönemine ilişkin mektupların" çok önemli olduğundan söz eder. Bulacağına inanır: "kitapların arasında bir yerdedirler mutlaka..." Beşikçi de hâlen bu umudu korumaktadır.
Tahliyeler olduğunda cezaevi kapılarında bekler Yılmaz Öztürk. Duruşmalarına katılır Beşikçi'nin. Duruşma salonlarındaki atmosferi yansıttığı, insan tahlilleri, siyasal sisteme, düzene ilişkin değerlendirmeler yaptığı mektuplar yazar.
1994 baharında İstanbul Sultanahmet'teki "büyüleyici" atkestaneleri ağaçlarını yazar Yılmaz Öztürk, söz verir "erguvanların çiçeklenmesini de" anlatacağına... İsmail Beşikçi, "artık 61 yaşında sayılırım" der ama kendini "büyümüş, erişkin, yetişkin bir kişi olarak hissetmiyor"dur... İki büyük çocukturlar, her koşulda dost.
Yarım yüzyıla yakın sürmüş bu dostlukta, "ışıklı dost" Yılmaz, "ömrü yeterse"*** Beşikçi'yi yazmayı istediğini söylemiştir. Bu artık mümkün değil ama Beşikçi'nin kaleminden Yılmaz Öztürk'ü daha yakından tanıyabilmeyi umut edebiliriz...
Ajans 70'in bastırdığı "toplumu, siyaseti, yöneticileri ince ince eleştiren" 80 kadar karttan 55'i mektuplarla birlikte kitapta yer almaktadır. İsmail Beşikçi'nin kaleme aldığı "Kırk Yıl" yazısı kitabın başına konsa daha iyi olurdu ama bu yazıdan başlayarak okunabilir kitap.
İsmail Beşikçi-Yılmaz Öztürk Mektupları'nda gerçek dostluk bütün görkemiyle ortadadır. "Albüm" bölümündeki fotoğraflara aydınlık gülüşler olarak yansıyan bu dostlukla, toprağa kök salmış ağaçlar kadar güçlü görünüyor her ikisi de... (Zİ/HK)
* Ağaç kökleriyle güçlüdür, insan dostlarıyla (Kürt atasözü)
** İsmail Beşikçi Vakfı Yayınları, İstanbul, Mayıs 2012
*** Yılmaz Öztürk'ü Mart 2009'da kaybettik.